Haber Fotoğrafı: Sonderkommando birimi için çalışmaya zorlanan Yahudi mahkûmlar, Janowska toplama kampındaki bir kemik kırma makinesinin önünde

Sonderkommando, Nazi ölüm makinesine katıldı ve dünyanın, Auschwitz’de neler olduğunu bilmesini sağladı.

Leslaw Dyrcz, tarihin en karanlık anlarından birine ışık tutacak bir keşif yapmak üzere olduğundan tamamen habersiz bir şekilde, bir moloz ve toprak yığınının üzerine eğildi. 1980 yılıydı ve Ormancılık fakültesi öğrencisiydi. Nazilerin en kötü şöhretli ölüm kamplarından biri olan Auschwitz-Birkenau’nun etrafındaki ormanı iyileştirmeye, canlanması için yardım etmeye çalışıyordu. Dyrcz, onlarca yıllık hava kirliliğinin orman üzerindeki etkilerini azaltmaya yardımcı olmak için oradaydı ve orijinal çam ağaçlarının bir kez daha büyümeleri için destek vermeye çalışıyordu. Ancak öğrenci, hiç farkında olmadan tarihi değiştirmek üzereydi…

Holokost’un en önemli tanıklarından birinin el yazmaları
Dyrcz toprağı kazarken, gömülü bir deri evrak çantası buldu. İçini açtı, bir termos vardı. Termosun içinde de el yazısıyla yazılmış sayfalarca kâğıt… Dyrcz, Yunanca yazılmış metni okuyamasa da, Holokost’un en önemli görgü tanıklarından birinin el yazmalarını keşfetmişti. Bu kâğıtlar, Yunanistan’dan yaklaşık 2.000 Yahudi’yle birlikte köleleştirilmiş ve son derece “verimli / etkin” makinelerini çalıştırması için Nazilere yardım etmek zorunda bırakılan Marcel Nadjary tarafından yazılmıştı.


Auschwitz-Birkenau'ya yeni varmış Macaristan Yahudileri, Mayıs - Haziran 1944


Nadjary; kurbanları gaz odalarından alıp cesetleri atmakla görevli, Naziler tarafından seçilmiş ve çoğu Yahudilerden oluşan sonderkommando’lardan biriydi. Auschwitz’in en “yoğun” döneminde Naziler, günde 6.000 kadar Yahudi’yi gaz odalarında katlediyordu. Bu kurbanların ölümünden sonra Sonderkommando’ların, aklın alamayacağı görevleri başlıyordu.

Sonderkommando’lar, Nazilerin kurbanlarının ortadan kaldırılmasına yardım etmekten fazlasını yaptılar; ayrıca, kendilerini tutsak edenlerin suçlarına ilişkin kritik belgeler de sağladılar. Her ne kadar tarihçiler Sonderkommando’ları biliyor olsalar da, çalışmalarının gizliliği ve çoğunun Holokost’tan sağ çıkmamış olması, Nadjary’ninki gibi tanıklıkları daha da değerli kıldı.

Holokost’un en yoğun döneminde bile, Sonderkommando’ların işi hep bir sır gibi gizlendi ve ölüm tehdidi altında yapıldı. Gaz odalarına getirilenlerin hepsi öldürüldüğünden, hayatta kalan tek tanık Sonderkommando’lar idi ve Nazilerin sırlarını ilk elden bildikleri için Auschwitz’deki yaşamları korku ve tecrit içinde geçti.

Sonderkommando – Özel Birim
“Sonderkommando” kelimesi Almancada “özel birim” anlamına gelir. Başlangıçtan itibaren Nazilere yardım etmekle görevlendirilen bu insanlar, Auschwitz’deki diğer mahkûmlardan farklı bir hayat yaşadılar. Mahkûmlar kampa vardıklarında, genç kuvvetli olanlar bu “birlik” için seçildiler ve görevlerinin ne olacağına dair hiçbir ön bilgi verilmeden hizmet etmeye zorlandılar. Erkek olanların görevi cesetleri kaldırıp taşımaktı, güçlü olmaları gerekiyordu. Bu nedenle onlara diğer mahkûmlardan daha iyi yiyecek verildi. Bu kişiler ayrıca tecritte tutuldular. Çoğu, birimin diğer üyeleri ve öldürülmek üzere olanlar dışında, kamptaki diğer mahkûmlarla hiçbir zaman etkileşime girmedi.


Bu insanların görevleri farklı olsa da, neticede hepsi, Yahudileri yok etmeleri için Nazilere yardım etmekle ilgiliydi. Naziler, Zyklon B tabletlerini gaz odalarına yerleştirerek asıl öldürme işlemini gerçekleştirdi. Ancak Sonderkommando’lar da neredeyse geriye kalan her şeyi yapmak zorunda kaldılar: Öldürülmek üzere olan mahkûmlar arasında düzeni sağlamaya yardımcı oldular, yalan söyleyerek, ailelerine tekrar katılmadan önce duş almaları gerektiğini söylediler. Çıplak cesetleri gaz odalarından çıkardılar, ağızlarındaki altın dişleri söktüler, gizlenmiş değerli eşyalarını topladılar ve kestikleri saçları kumaş, mühimmat paketleme ve diğer amaçlarla kullanmak isteyen Alman şirketlerine sattılar. Ölenlerin geride kalan kıyafetlerini ve kişisel eşyalarını sınıflandırdılar. Cesetleri krematoryuma taşıdılar ve fırınlara doldurdular. Sonra, kalan kemikleri öğüttüler ve külleri çeşitli çöplüklere taşıdılar.

Sonderkommando’ların çalışmaları, nihayetinde Nazilere yardımcı oldu, ancak bu işler sürekli ölüm tehdidi altında ve Nazilerin suçlarının somut tanıkları olarak, kendilerinin de bir noktada öldürülecekleri bilinciyle yapıldı. Hatta birçoğu, sevdiklerinin cesetlerini kendi elleriyle fırına atmak zorunda bırakıldı.

Sonderkommando üyelerinin Nazilerin suçlarına bu kadar yakın olmaları, onlara, Auschwitz’de işlenen toplu katliamın-Holokost’un kanıtlarına özel erişimi sağladı. 1944’ün sonlarında, savaş sona ermek üzereyken, bir grup Sonderkommando ayaklanmayı başarsa da, bu, krematoryumlardan birinin havaya uçurulması ve isyancıların çoğunun öldürülmesiyle sonuçlandı. Birimlerin çoğu üyesi, tanık olduklarını acilen yayma ihtiyacı hissetti.

1942’de Auschwitz’de hapsedilen Herman Langbein daha sonra şunları yazacaktı: “Sonderkommando üyeleri, Auschwitz’den sağ kurtulabilecek olanlara-bizlere, devamlı şöyle seslenmişlerdi: ‘Kamptan ayrıldığınızda konuşun, yazın ve bağırın ki, dünya burada neler olduğunu öğrenebilsin.’”

Auschwitz’deki vahşetin tarihini kaydetmeye yönelik bir başka girişim de, 1944’te bir grup Sonderkommando’nun içeriye gizlice bir fotoğraf makinesi sokup gaz odalarında sıralarını bekleyen bir grup çıplak kadının fotoğrafını çekmesiyle gerçekleşti. Ayrıca, ormandaki bazı ağaçların da tesadüfen fotoğraflarını çektiler. Bunlar, aşırı kalabalık fırınlar nedeniyle zorunluluk yüzünden açıkta yakılan cesetlerin fotoğrafı idi.

Kamptan bir diş macunu tüpü içinde kaçırılan ve Polonyalı Direniş Savaşçılarına teslim edilen dört fotoğraf, Auschwitz’deki gaz odalarının yakınında olanları belgeleyen fotoğraflardı.

Ne bu görüntüler, ne de gaz odalarının ayrıntılarını kâğıtlara kaydeden ve öldürülen annesi, babası ve kız kardeşinin intikamını alma arzusunu güden Nadjary gibi kişilerin ifadeleri, hiçbir şey, bu katliamı durduramadı. Sonderkommando’ları da kurtaramadı: Bunlardan sadece, 100 kişi kadarı hayatta kalabildi. Ancak bu belgeler; Nazilerin, kendi işledikleri suçlara yardıma zorladıkları bu insanlara yükledikleri muazzam fiziksel ve psikolojik bedellerin yanı sıra, Holokost sırasında yaşananların önemli bir kanıtı olmaya devam ediyor.

Nadjary; gömdüğü mektuplarında, “Öleceğim için üzgün değilim ama istediğim gibi intikam alamayacağım için üzgünüm” diye yazmıştı. Nadjary hiçbir zaman intikamını alamadı; ancak, “nihai çözüm” için yapmak zorunda bırakıldığı çalışmayı belgeleyerek, Nazilerin cinayetlerinin büyüklüğüne dair kanıtlar sağladı ve tarihin bu döneminin anlayışını sonsuza dek şekillendirdi.

Kaynak:
https://www.history.com/news/the-jewish-men-forced-to-help-run-auschwitz


Dario David Gabbai (1922-2020)
Son Sonderkommando
Yunanlı Sefarad Yahudisi ve Holokost kurtulanı Dario David Gabbai (1922-2020), Auschwitz’deki Sonderkommando birliğinin bir üyesi idi. Mart 1944’te kampa sürüldü ve Birkenau’daki krematoryumlardan birinde çalışmaya başladı. Burada, 1944 yılının bahar ve yaz aylarında kampa gönderilen yüzbinlerce Macar Yahudisi’nin cesetlerinin yakılmasına yardım etmek zorunda bırakıldı.

Gabbai, Ocak 1945’deki tahliyesine kadar Auschwitz’de kaldı. Daha sonra ABD ordusu tarafından Avusturya’daki Ebensee Toplama Kampından kurtarıldı ve Holokost sırasında yaşadıklarını kamuoyuyla paylaştı, herkese anlattı. Dario David Gabbai, 2020 yılında ölmeden önce hayatta kalan son Sonderkommando idi.



Sınır dışı
Gabbai, Selanik’te Yunanlı bir anne ve İtalyan bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi ve Yunanistan’daki İtalyan okullarında eğitim gördü. 21 yaşlarındayken, tüm ailesi ile birlikte 24 Mart 1944’te Naziler tarafından göz altına alındı. 1 Nisan’da sığır vagonlarında Auschwitz’e gönderildiler. On gün sonra, Auschwitz-Birkenau’nun dışındaki Judenrampe’ye ulaştılar. Gabbai’ın kendisi, erkek kardeşi ve iki kuzeni Maurice ve Shlomo Venezia kardeşler dışında, tüm aile o gün gazla öldürüldü. Gabbai ebeveynlerinin, gaz ve krematoryum odalarına götürecek kamyonlara nasıl yüklendiğini izledi. Kendisi ise 182568 numarasıyla kampa esir olarak kaydedildi. O ve diğer üç genç adam Sonderkommando olarak seçildiler ve Birkenau erkekler kampındaki 13. Blokta (Sonderkommando-Blok) yaklaşık bir ay karantinaya alındılar.

Sonderkommando’nun işi
Gabbai daha sonra Krematoryum II’ye götürüldü. Sonderkommando’nun bir üyesi olarak, imha sürecinin en yoğun döneminde orada görevlendirildi. Anlatılarında, bunun için seçilen 35 Yunanlıdan biri olduğunu ve her zaman kuzenleri ve erkek kardeşiyle birlikte olduğunu belirtmiştir.

Gabbai’ın görevleri arasında, gaz vermek üzere seçilen erkek, kadın ve çocukların soyunmalarına yardım etmek, sonrasında cesetlerini gaz odasından çıkartarak elektrikli asansöre yüklemek ve onları fırınların bulunduğu zemin kata taşıyıp fırınların içine yüklemek yer alıyordu. Sonderkommando üyelerinin görevlerinden bir diğeri ise, seçilenlerin soyunmalarına yardım ederken, onlara sadece duş alacaklarmış gibi davranmaktı.

Bir keresinde Gabbai, Selanik’ten iki arkadaşını tanıdı. Onlara, birazdan olacakları bütün çıplaklığıyla açıkladı ve mümkün olan en kısa sürede öldürülmeleri için gaz odasında nerede durmaları gerektiğini söyledi. Gabbai, ölürlerken çocukların ve annelerinin gaz odasının duvarlarını tırmaladıklarını duydu.

İşlem bittikten sonra, havalandırma sistemi gazı boşaltılırdı ve ardından kapı açılırdı. Gabbai şöyle anlatıyor: “Kapıyı açtıklarında… bu insanları yarım saat öncesinde gaz odasına girerken görüyorum, hepsinin ayakta durduğunu görüyorum, ama şimdi gazdan, bazıları siyah ve mavi. Gidecek bir yer yok. Herkes ölü. Gözlerimi kapatsam tek gördüğüm ayakta duran, ellerinde çocuklu kadınlar…”

Yakma işleminden evvel Gabbai’a bir makas verildi ve kadınların saçlarını kesmesi emredildi. O sırada Gabbai, “Tanrı nerede?” diye inledi. Aynen, bir kadının saçını keserken, dizini karnına dayadığında, kadının ölü dudaklarından çıkan ses gibi…

Gabbai ve diğer Sonderkommando üyeleri, cesetleri kancalı bir sopayla asansöre sürüklemeleri gerekirdi. Gaz odası boşaltıldığında, zemin ve duvarlar kan ve dışkıyla kaplı olduğundan, orayı su hortumlarıyla yıkarlardı. Sonrasında cesetlerin eşit şekilde yandıklarından emin olmak için onları fırında çevirmek ve yakıldıktan sonra parçalanmamış kemikleri öğütmek zorunda kalırlardı.

Tahliye
Gabbai, sekiz buçuk ay boyunca bir Sonderkommando birliğinde çalıştı. Bu süre zarfında, o ve diğer 950 Sonderkommando, o dönemde gelen ve çoğu Macar olan 600.000 Yahudi’nin cesetlerini gaz verildikten sonra yaktı. 18 Ocak 1945’te SS’ler, Auschwitz’i tahliye etti ve yürüyebilen birkaç bin mahkûm, bir Ölüm Yürüyüşüyle kamptan çıkarıldı. Gabbai, kar yağdığını ve sıcaklığın -23 C0 olduğunu ve birçoğunun yolda öldüğünü, ayrıca geride kalanlar olursa onların da vurularak öldürüldüğünü anlattı.

Gabbai, soğuğu konuşarak atlattığını söylüyor; gözlerini kapatıp “Güzel Atina” diye kendi kendine konuşuyordu. Bir gün, diğer mahkûmlarla birlikte açık vagonlara bindirildi ve Avusturya’ya getirildi. Bu kez burada, Ebensee Toplama Kampı’nda tutsak edildi. 6 Mayıs 1945’te de, ABD’nin 80. Piyade Tümeni tarafından özgür bırakıldı.

Savaş sonrası
Savaş bittiğinde Gabbai, hayatta kalan yaklaşık 90 Auschwitz Sonderkommando’sundan biriydi. Cleveland’daki Yahudi Cemaatinin sponsorluğunda ABD’ne göç etti. 1951’de California’ya yerleşti. Gabbai’ın emeklilik hayatı, günlük olarak spor salonunu ziyaret etmekten ibaretti ve bunu sağaltıcı olarak tanımlıyordu: “Terlediğimde her şey geçiyor… sorunlarım sona eriyor.”

Sonderkommando üyeleri, Auschwitz’de yaşadıklarından dolayı, zaman zaman ölmeyi tercih edecekleri anlar olduğunu söylüyorlardı; ancak daha sonra bunu yeniden gözden geçirdiklerinde, eğer hayatta kalırlarsa bütün dünyaya, tanık oldukları vahşeti anlatabileceklerini düşündüler.

Gabbai da, SKY firmasının Channel 5 için yaptığı, 2000 yapımı “Auschwitz-The Final Witnesses” adlı belgesel filmde yer almak için, iki Sonderkommando kuzeniyle 50 yıldan sonra ilk kez ölüm kampını tekrar ziyaret etti. Ayrıca; 2005, BBC’nin altı bölümlük bir belgesel film dizisi Auschwitz: Naziler ve Nihai Çözüm’”, ve Steven Spielberg’in bir Holokost belgeseli olan “Son Günler”inde de yer aldı. Bundan başka, Yunanlı-Amerikalı aktör Nico Minardos hakkında yapılmış 2010 tarihli “Finding Nico” adlı belgesel filmde de yer aldı.

Kaynak:
https://en.wikipedia.org/wiki/Dario_Gabbai