Haber fotoğrafı: Hitler ile karşılaşma, Wallis Simpson ve Edward III

Jean Paul Sartre “Kirli Eller” adlı kitabının arka kapak yazısında şöyle diyor: “Devrim bir liyakat meselesi değil, bir etkinlik meselesidir ve bunda gök (vicdan) yoktur yapılacak iş vardır o kadar! Saflık fakirin, keşişin işidir. Siz, entelektüeller, anarşistler, burjuvalar, benim ellerim kirli hem de dirseklerime kadar boka ve kana bulanmışken bahaneler uydurup dirsekleriniz vücudunuza yapışık, ellerinizde eldiven umursamaz bir tavırla hareketsiz oturamazsınız!
Acıdır bazı gerçekler ama defalarca insanlık tarihi Sartre’ın bu söylediklerinin doğruluğunu ispat etmiştir. Gözünü hırs bürümüş siyaset veya idealist/aktivistlerin elleri kana ve pisliğe bulanırken, menfaatleri ile çelişen gelişmeler karşısındakiler nice vicdansızlıklara ilgisiz kalmışlardır. Danton, “Devrim evlatlarını yer” derken yöneten ellerin kahramanlık peşindeki aktivistleri, kullanıp atılan birer alet olarak görmelerine, yönetenlerin de böylece ucuz kahramanlıklar peşinde olduklarına işaret ediyor.

Kirli çamaşırlar
Bir de kehaneti vardı ya pandemi ile birlikte astrolojinin? Hani, “Kirli çamaşırlar ortaya çıkacak, birçok sır insanlığı şaşırtacak” dedikleri, işte onlar da birer birer ortaya çıkmaya başladı demek ki, okuduklarım tabiri caizse şapkamı uçurdu: “İngiliz kraliyetinin Nazi bağlantısı” başlığı altında ortaya çıkarılan ve gerek “The Crown” dizisinde değinilen, gerekse bazı tarihçilerce iddia edilen ama ünlü “Marburg Dosyaları”nda doğrulanan bir sır açığa çıkıyordu. Marburg Dosyaları, The Crown’un “Vergangenheit” (“Geçmiş”) bölümünün ana konusu ve odak noktasıdır. Üstelik bölümün yönetmeni, çekimler sırasında orijinal dosyaların kopyalarının kullanıldığını belirtti…


Wallis Simpson, Windsor Dükü Edward VIII ve Hitler

Windsor Dükü ile Alman Nazi başkomutanlığı arasındaki yazışmalar
Önce Marburg dosyalarının ne olduğunu görelim. Mayıs 1945, II. Dünya savaşı bitmiş, Amerikan birlikleri Dagenershausen malikânesi eteklerinde dolaşırken, yol kenarlarında Alman askerlerince terk edilmiş veya imha edilmiş ve içlerinde Nazi hükümetine ait dosyalar ve arşivler kalmış sayısız araçlarla karşılaştılar. Sonuç itibariyle yaklaşık 400 ton materyal toplanıp, incelenmek üzere Marburg Şatosuna taşındı. Dosyaların içinden yaklaşık 60 adedinin, Windsor Dükü ile Alman Nazi başkomutanlığı arasındaki yazışmaları içerdiği görüldü. Amerikalı diplomatlar, orijinal taslak ve kopyalarından ibaret evraklarını İngiliz hükümetine teslim etmeden önce (1948) dikkatlice incelediler. Ardından, Winston Churchill, özellikle de General Eisenhower’ın de onayı ile -çünkü dosyaları bulan, derleyen onlar olduğuna göre her şeyi biliyorlardı,- dosyaların gizli tutulması ve asla halka açıklanmaması konusunda ısrar eden Kral George VI ile konuyu görüştü ve koleksiyonun tamamının Buckinghamshire, Whaddon Hall’da barındırılmasına karar verildi.
Bu noktada, hani deriz ya “Ne bu samimiyet?” diye, insanın aklına şöyle bir soru geliyor: “İyi diyorsunuz da, İngiliz Kraliyeti bunca yıllık hanedanına, yurduna Almanlar lehine neden ihanet etsin?”

Ne kanmış şu mavi kan!
İşte burada; Kraliyetlere, bugüne kadar kendi içlerinde evlilikler yapmalarından dolayı, Hanedanlara farklı millet mensuplarının giriyor olması devreye giriyor. Şöyle açıklayalım, İspanya Kralı Juan Carlos’un eşi Sophia aslında Yunan kraliyetinden. İdam edilen Romanov’lardan Rus Çarı Nikolay II’nin birçok Avrupa hanedanı ile akrabalığı varken, eşi Alexandra da, yine melez kökenleri arasından İngiliz Kraliçesi Victoria’nın da torunuydu.
Bu sefer de şu noktaya varıyoruz; bir hanedan varisi, (Elizabeth’in, tahtına layık olacak katı bir eğitimden geçirildiğini görmüştük) yurt sevgisi, atalarının mirasına hizmet etmek üzeri özel eğitimlerle yetiştirildikten sonra, gidiyor bir başka ülkenin başına geçiyor ve o ülkenin değerlerini kendi değerleri gibi benimsemesi isteniyor. Hani deriz ya, “Kırk yıllık Kani olur mu Yani?”… Bu gerçeğin ardından, İngiliz Kraliyetinin de marifetleri insanı şaşırtmamalı. Adamlar kendilerini ne hissediyorlarsa, o tarafa meyletmelerinden daha doğal ne olabilir? Fi tarihinde bir yerlerde okumuştum, Kral Charles’ta bile %38 İngiliz kanı varmış! Anlayın artık!


Charles Coburg

İngiliz Kraliyetinin Almanlığı ve ilk temaslar
Nereden geliyormuş Almanlıkları, ona bakalım; İngiliz hanedanı sanıldığından fazla Alman. Elizabeth II’nin zaten Alman Hanover hanedanından gelen büyük-büyükannesi Kraliçe Victoria’nın 19. asırda Alman Saxe Coburg and Gotha hanedanı Prensi Albert ile evlenmesi durumu pekiştirdi. Kraliçe Victoria’nın sekizinci oğullarından torunu olan Prens Charles Edward’a, 16 yaşında Saxe Coburg Gotha hanedanından bir Dükalık mirası düşüyor ve prens, ailesinin onaylamamasına rağmen Almanya’ya gidiyor. I. Dünya Savaşı’nda Alman ordusuna hizmet edince Kral George V tarafından hain ilan edilip kraliyet unvanları elinden alınıyor. Yetmedi, 1918 de Alman ihtilalinden sonra oranın unvanlarından da oluyor. 1922’de Hitler ile tanışıyor ve 1933’te Nazi Partisine katılıyor hatta “Obergruppenführer” (kıdemli grup lideri) rütbesi veriliyor ona. Üstelik, 1936’da Kral George’un cenazesi için Londra’ya gittiğinde, Hitler ondan ailesi hakkında rapor istiyor. II Dünya Savaşı’nda hala Nazi hükümeti ile iş birliğindedir; o kadar ki, savaştan sonra oradaki Amerikan güçlerince yakalanıp önce ev hapsine, sonra da insanlığa karşı işlediği suçlardan yargılanıp mahkûm ediliyor.

Traitor King (Hain Kral)
İngiliz Kraliyet ailesi, tarihindeki tatsız Nazi bağlantılarının hayaletinden asla kaçamadı. Kral Edward VIII’in tahta çıkışının ardından Almanya’nın Birleşik Krallık Büyükelçisi Leopold von Hoesch, Berlin’e şöyle yazıyordu: “Kral Almanya’ya, maruz kalabileceği karşıt etkilere direnebilecek kadar derin bir sempati duymaktadır.”
1997’de, ise, eski ABD Dış Servis görevlisi Paul Sweet, yayınladığı “Windsor Dosyası”nda şöyle diyordu: “Alman yanlısı duyguları, yalnızca Nazi rejiminin gaddarlıklarına karşı duyarsız olmakla kalmayıp, Yahudi politikalarının da Almanya’nın iç işleri olduğunu, dolayısı ile her türlü müdahalenin yersiz olacağını düşünüyordu. -Diktatörler bugünlerde çok popüler, çok geçmeden İngiltere’de bir diktatör isteyebiliriz” gibi marjinal ötesi düşünceleri bile benimsemişti. 1937 yılında tahttan feragat edip Mrs. Wallis Simpson ile evlenir evlenmez, ilk işi, başta Hitler olmak üzere, Goering, Himmler, Goebbels ile tanışma fırsatını bulduğu Almanya’yı ziyaret etmek oldu. II. Dünya Savaşı’nda Dük ile Düşes, Avrupa’nın belli başlı şehirlerinde yaşadılar. Almanya Dışişleri Bakanı Ribbentrop’un Madrid elçisine yazdığı bir mektuptan, Almanya’nın İngiltere’yi hezimete uğrattıktan sonra, işbirlikçisi olarak sabık kralı yeniden İngiliz tahtına getirmek planlarından bahsettiğini görüyoruz. Ancak Churchill uyanık davranıp onu 1945’e kadar yaşayacağı Bahamas valiliğine atayarak siyaset sahnesinden uzaklaştırıyor. John Harris and Richard Wilbourn adlı tarihçilerin Rudolf Hess, Treachery and Deception (İhanet ve Aldatma) adlı kitaplarında Elizabeth II’nin Nazilerle komplo peşinde koşan tek akrabasının Edward VIII olmadığı, Kent Dükü Prens George’un da Hitler’in bakanlarından Hess ile iş birliğinde Churchill’i elimine edip İngilizlerin Führer ile anlaşmalarına zemin hazırlama peşinde olduğunu iler sürerler.


Saxe Coburg Dükü Nazi Prens Charles Edward

Tarihçi Andrew Lownie, Temmuz 2022’de çıkan yeni kitabı “Hain Kral”da Marburg dosyaları ve FBI ve Dışişleri Bakanlığı’ndan alınan belgeler de dahil olmak üzere daha pek çok veriyi kullanarak Edward ile Amerikalı eşi Wallis Simpson’un Dünya Savaşı ve 1940 yazında Britanya Savaşı başladıktan sonra bile Alman ajanları ve yetkilileriyle iletişim halinde olma biçimlerini, Wallis’in Ribbentrop ile sürekli temaslarını izliyor, hatta soyunma odası duvarında onun imzalı bir resmini bile tuttuğuna dair bir rapordan bahsediyor. Kimilerine göre de Ribbentrop Mrs. Simpson’un eski sevgilisidir. Kitapta Lownie, Ribbentrop’un, İngiltere ile bir barışı zorlamak için Almanlarla iş birliği yapmazlarsa, çiftin kaçırılması planını da detaylandırıyor, bununla da yetinmeyip, İngiliz hükümetinin zaten Edward VIII’in görüşlerini benimsemediği için, Wallis ile evlenmesini fırsat bilerek tahttan feragate zorlandığını dahi kanıtlıyor.


Peki, ya Kraliçe Elizabeth’in duruşu?
Bir ara, bu girdabın içine Kraliçe Elizabeth de sürüklenmek istendi. Çocukluğundan kalan bir kısa film kaydında, Elizabeth’in, hatta annesinin bile Nazi selamı yaptığı görülüyor. “Bunu o yaştaki bir çocuk bilemez, muhtemel ona öğretildi veya inisiye edilmek istendi,” dendi. Ancak olaylarda yalnız Elizabeth’in değil, babasının da, Edward VIII’in duruşunu ve politik görüşlerini onaylamadığı hatta kınadıkları bilinse de, elde edilen dosyaların sumen altı edilmelerine çok büyük gayretleri olduğu bilinir. Churchill, Kraliyet Ailesi’nin itibarını korumak için, Dük’ün Hitler ve Nazi yetkilileriyle olan etkileşimlerini belgeleyen her şeyi bulup gizlemek için çok büyük gayret sarf etti.


Fransa'ya son ziyaret

Peki Elizabeth amcasını affetti mi? “Kraliçe affediciydi,” diyor İngilizler özellikle de aile ile bağlantılı keskin virajlarda, nitekim ölmeden önce Paris’e onu son kez görmeye gidecek, üstelik, ölümünden sonra yaptığı resmî açıklamasında: “Halkımın onu her zaman şükran ve büyük bir sevgiyle hatırlayacağını ve onlara barışta ve savaşta yaptığı hizmetlerin asla unutulmayacağını biliyorum” diyecekti.
2017’de The Guardian şöyle yazıyordu: “Kraliyet ailesinin Nazi rejimine bağlantıları dosyalarını halka açın!”
Londra Üniversitesi Tarih Araştırma Enstitüsünden Dr. Karina Urbach diyor ki, “Kraliyet ailesi Ulusu temsil eder. Onlara saygı duyuyoruz, duymak istiyoruz. Kraliçe’nin yaptığı da açıkça bu; saygınlığını korumak, her ne kadar kraliyet ailesinden, sözde saygın olanlar bile, perde arkasında her türlü yaramazlığı yapmışsa da. Ancak eldeki materyallerin çoğu bilgi özgürlüğüne tabi değildir, aynen hükümdarla olan görüşmelerin de olmadığı gibi. Bunlar bir devlet sırrıdır ve öyle de kalacaktır. Kraliyet kurallarında, aynı Mafyada olduğu gibi, bir çeşit Omertà (sessiz kalma yemini) mevcut. Yine de Dr. Urbach, “Kraliyet Ailesi kendi tarihlerini sonsuza kadar gizleyemez” demekten kendini alamıyor.