“Atiye” dizisine Netflix’in yazdığı özet şöyle: “İstanbul’da bir ressam, çıktığı kişisel yolculukta Anadolu’daki arkeolojik bir alana dair evrensel sırları ve bu alanın kendi geçmişiyle ilişkisini ortaya çıkarır.” Bu cümleyi okuduğum anda “Atiye” dizisinin Jung psikolojisinden esinleneceğini anlamıştım. Diziyi izledikçe Atiye karakterinin Joseph Campbell’in “Kahramanın Yolculuğu” modelini izlediğini fark ettim. Bu yazımda Atiye’nin yolculuğundan örnekler vererek sizlere hem Kahramanın Yolculuğu modelini hem de Jung psikolojisinin öğelerini tanıtacağım.
Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
“Kahramanın Sonsuz Yolculuğu”, 1949 yılında edebiyatçı Joseph Campbell tarafından yazılmış bir kitap. Campbell, bu kitabında dünyanın her bir köşesinden dinî ve mitolojik hikâyeleri bir araya getirip benzerliklerini ortaya seriyor. Campbell’in düşüncesine göre bütün hikâyeler temellerinde “monomit” olarak adlandırdığı yol haritasını izliyor.
Campbell, monomiti şöyle özetliyor: “Bir kahraman, gündelik dünyasından doğaüstü bir dünyaya doğru yolculuğa çıkar; olağanüstü güçlerle karşılaşır ve galip gelir; kahraman, gizemli macerasından, dönüşmüş bir halde, efsanevi bir armağan ile başladığı dünyaya geri döner.” “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” kitabında Campbell, bu yolculuğu “eşik”, “uçurum”, “hesaplaşma” gibi daha ayrıntılı öğelere ayırıyor. Monomitin en popüler örnekleri olarak “Star Wars”, “Yüzüklerin Efendisi”, “Harry Potter” gibi fantastik serileri düşünebiliriz.
İnsanın bireyleşme süreci
Campbell, Kahramanın Yolculuğu modelini yaratırken psikanalizden, özellikle de İsviçreli psikanalist Carl Jung’dan oldukça etkilenmiştir. Jung, dünyadaki bütün mitolojik ve dinî hikâyelerin temelinde insanın “bireyleşme” süreci olduğunu öne sürer. Bireyleşme, kendini gerçekleştirmek ve bilinçdışını bilincine taşımaktır. Bireyleşen insan olgunlaşmıştır, kendisini ve yaşadığı dünyayı tanıyabilmiştir ve özgür yaşamaktadır. Bunun yanı sıra, Jung’a göre zihnimizin en derininde insanlığın tamamı tarafından paylaşılan, ortak imgelerin, sembollerin ve içgüdülerin bulunduğu, kolektif bilinçaltı olarak adlandırılan bir bölüm vardır. Jung, çeşitli mitolojiler ve dinlerdeki hikâyelerin benzerliklerini, kolektif bilinçaltının kanıtı olarak görür. Joseph Campbell’in, dinî ve mitolojik hikâyeleri monomit çatısı altında birleştirmesi, bu bağlamda birebir Jung psikolojisinden esinlenmiş olmasındandır.
Kahramanın yolculuğunun aşamaları
Önceden bahsettiğim gibi, Campbell Kahramanın Yolculuğu’nun çeşitli bölümlerden oluştuğunu söyler. Kahraman, yolculuğunda sırasıyla şu aşamalardan geçerek ilerler: sıradan dünya, maceraya çağrı, doğaüstü yardım, macerayı reddetme, eşik, zorluklar, uçurum, dönüşüm, hesaplaşma ve geri dönüş.
Kahraman, yolculuğu boyunca yardımcılar, rehber, eşiğin gardiyanları, tanrıça gibi figürler ile karşılaşır. Yolculuğun bitiminde ise kahramanın hem kendisi hem de dünyası değişmiştir.
Beren Saat’in canlandırdığı Atiye karakteri, hikâyesinin başında İstanbul’da sakin ve mutlu bir hayat yaşamaktadır. Sevgilisi Ozan ile uzun süreli bir ilişkileri vardır, kız kardeşi Cansu ile çok iyi anlaşır, babası ve annesi ile de -öğretmenlik gibi düzenli bir iş yerine ressam olmayı seçtiği için- ara sıra tartışır. Yani, oldukça sıradan bir hayat yaşamaktadır. Fakat bu sıradan hayat, Atiye’nin çocukluğundan beri çizdiği sembolün aynısının, dünyanın en eski tapınağı Göbeklitepe’de bulunmasıyla altüst olur. Apar topar, sembolü görmeye Urfa’ya giden Atiye, kazı alanına giderken kaybolur, fakat çoban bir kızın yardımıyla Göbeklitepe’ye varır. Orada, sembolü bulan arkeolog Erhan ile tanışır.
Atiye’nin yolculuğu ve Jung
Atiye’nin yolculuğu daha en başından hem Campbell hem de Jung unsurlarıyla dolu. Jung, bilinçdışını bilince taşımak için danışanlarının çizdiği resimleri analiz eder, çizdikleri sembollerin anlamlarını arardı. Jung için resimler ve içerdikleri semboller bilinçdışının izleriydi. Bu bağlamda Atiye’nin çizdiği ve Göbeklitepe’de bulunan sembol, kolektif bilinçaltından geliyor. Jung psikolojisinde önemli bir başka konsept ise arketipler.
Arketipler, kolektif bilinçaltında bulunan kültürel sembol ve imgelerdir. Bu imgelerden biri, geleceğin potansiyelini simgeleyen çocuk arketipidir. Atiye’nin yolculuğunun en başında, çoban bir kız çocuğu tarafından yardım edilmesi, bireyleşme sürecinin getireceği potansiyelleri simgeliyor. Atiye, “maceraya çağrı” aşamasını, içinden Göbeklitepe’ye gitmesini söyleyen güçlü bir his olarak Erhan’a şöyle anlatıyor, “Tek bildiğim, bir sebepten burada olmam gerektiği, yani nasıl anlatsam, burasıyla bir bağım olduğunu hissediyorum. Bu his şimdiye kadar hissetmediğim kadar güçlü bir şey.” Bu güçlü his ile Atiye’nin bireyleşme yolculuğu başlıyor.
Fakat, Göbeklitepe’den İstanbul’a döndüğünde, Atiye’nin etrafındakiler onun yeni davranışlarından ve anlattıklarından endişeleniyor. Gördüğü bir halüsinasyondan sonra hastaneye yatırılan Atiye’ye bir psikiyatr tarafından şizofreni tanısı konuluyor. Yaşadığı macerayı, deneyimlemeye başladığı yeni dünyayı anlattıkça, ailesi ve nişanlısı Ozan, bunların şizofreninin belirtileri olduğunu söylüyor. Ve sonunda Atiye şizofren olduğunu, aslında yaşadıklarının gerçek olmadığını kabul ediyor ve sembolün gizemini çözmekten vazgeçiyor. Hayatı eski normal haline dönmeye başlıyor. Campbell’in modelini düşünürsek macerayı reddediyor. Annesi, babası ve Ozan, Atiye’nin bu doğaüstü, gizemli dünyaya açılan eşikten geçmesini engelliyorlar, Campbell’in tanımıyla “eşiğin gardiyanları” oluyorlar.
Atiye’nin eşiği geçmesi
Atiye’nin eşiği geçmesi, Erhan’ın yardımıyla oluyor. Atiye, yolculuğunun en başından beri yaşlı bir kadın hayal ediyor. Erhan, bu kadını buluyor ve Atiye ile tanıştırıyor. Bu kadının isminin Zühre olduğunu ve Atiye’nin anneannesi olduğunu öğreniyorlar. Zühre ile tanışmasıyla beraber Atiye kendi düğününden kaçıyor, eşiği geçerek yolculuğuna devam ediyor ve Erhan’la Nemrut Dağı’na doğru Zühre’nin rehberliğinde macerasına devam ediyor.
Zühre, Campbell’in modelindeki “rehber” figürüne birebir uyuyor. Örneğin, Zühre’nin Yüzüklerin Efendisi’ndeki karşılığı Gandalf, Harry Potter’daki karşılığı Dumbledore, halk öykülerindeki karşılığı da aksakallı dededir. Kahramanın yolculuğunda ona rehberlik eden figür, dizideki gibi yaşlıdır, bilgedir ve doğaüstü güçlere sahiptir.
Yolculuğun orta noktası, uçurum
Bir sonraki aşama, yolculuğun orta noktası, uçurumdur. Bu noktada kahraman, yolculuğunun en zorlu testinden geçmektedir, en büyük korkularıyla baş başa kalır. Kahramanın yolculuğunu bir daire gibi düşünürsek, uçurum başlangıcın öteki uç tarafıdır. Uçurum aşamasını, psikolojik anlamda bilinçdışımızın en derin noktasına iniş olarak görebiliriz. Bence dizide bu aşama mükemmel bir biçimde tasvir edilmiş. Atiye, Nemrut Dağı’nda tek başına bir mağaraya hapsolmuştur ve tek çıkış yolu, daha da derine inmektir. Mağaranın içinde, en çaresiz anında beyazlar içinde bir kadın ona umut verir ve daha derine inmesine teşvik eder. Bu figür, Jung psikolojisin en önemli arketiplerinden Anima figürüdür. Anima, yaratıcılığı ve iç dünyanın kuvvetini temsil eder. Atiye, Anima’nın tavsiyesi ile diplere inmeye devam eder ve kendi hakkında hoş olmayan gerçekleri öğrenir. Annesinin bebekken ona ne kadar acımasız davrandığını, kendisinin kız kardeşini kıskandığını, nişanlısının kendisini sarhoşken taciz ettiğini öğrenir. Atiye bütün bunlarla yüzleştikten sonra, Nemrut Dağı onu mağaranın dışına püskürtür.
Yolculuğun ikinci yarısı
Bu deneyiminden sonra Atiye artık değişmiştir. Yolculuğunun ikinci yarısı başlamıştır. Çok daha olgunlaşmıştır, daha meraklıdır, ailesine ve nişanlısına karşı daha dürüsttür, daha anlayışlıdır. Atiye, “Artık hayatımın kontrolü sadece benim elimde” diyecek kadar özgüvenli ve özgürdür. Jung’un bireyleşmiş insanda gördüğü özelliklere erişmeye yakındır. Şimdi kahramanımız için hesaplaşma zamanıdır. Teker teker etrafındaki herkesle ilişkisini çözümlemeye başlar.
Nişanlısı Ozan ile olgun ve dürüst bir şekilde konuşarak ayrılır. Babasından ailesi hakkında önemli bir gerçeği öğrenir. Annesi ona kendi geçmişini ve yaptığı acımasızlıkların sebebini anlatır. Ve sonunda Atiye onu affeder, “Sen elinden gelenin en iyisini yaptın, benim için yaptığın, yapamadığın her şey için teşekkür ederim.”
Son aşama, tanrıçanın hediyesi
Atiye, artık son aşamaya, tanrıçanın hediyesini almaya hazırdır. Yolculuğun başladığı yere, Göbeklitepe’ye döner ve burada ölen kız kardeşinin ruhuyla karşılaşır. Bu, Joseph Campbell’in tanrıça olarak adlandırdığı figürü simgeler. Atiye kız kardeşine sarıldıktan sonra kendini bir anda tekrar sıradan dünyasında bulur. Fakat bu sıradan dünya artık değişmiştir. Kız kardeşi hala hayattadır ve farklı bir isim kullanır.
Kahramanın yolculuğu devamlı tekrar eden bir yolculuktur ve kahraman her yolculuğun sonunda bireyleşmeye daha da yakındır.
Atiye dizisinin ikinci sezonunda tahminimce hem Atiye’nin hem de yaşadığı dünyanın nasıl değiştiğini göreceğiz. Dizinin ilk sezonu, başından sonuna kadar Joseph Campbell’in monomit modeline mükemmel bir örnek olarak ilerlemiştir. Atiye de dâhil olmak üzere bütün monomit hikâyeleri; psikolojik olgunlaşmanın, zenginleşen iç dünyanın ve bireyleşmenin metaforlarıdır.
Acaba kendi yaşantımız da bir kahraman yolculuğu olarak görülebilir mi? Kendi hayatımızda da monomitteki gibi rehberler, uçurumlar, dönüşümler ve hediyeler bulunabilir mi? Bence bu öğelerin farkındalığı, bireyleşme sürecinin başlangıcıdır.