Haber fotoğrafı: "Nora"

Sezonun, büyük çoğunluğu kaçırılmaması gereken işleri arasında en çok etkilendiğim 10 oyunu paylaşmak istiyorum.

“Nora”
Sezonun en önemli olayı, DasDas Sahnede yıl boyunca devam edecek olan kentimizin yeni tiyatro şenliği İO Uluslararası Tiyatro Festivali.
İKSV Tiyatro Festivalinin efsane direktörü Dikmen Gürün’ün ardından yepyeni doruklara taşımış olan Leman Yılmaz’ın proje direktörlüğünü üstlenmiş olduğu festivalde, kurduğu Attis Theatre’da Theodoros Terzopoulos’un yeniden yorumladığı İbsen’in “Nora”sı 8 Ocak’ta Maximum Uniq’de olacak. Kaçırmayın.


BeReZe’nin
“Cimri”si
Molière’in, parayı tüm insani değerlerin üstüne koyan, para karşısında özgürlüğünü yitirerek kendisiyle yabancılaşan burjuvazisini ve para temelinde biçimlenen toplumsal ilişkileri hicvettiği “Cimri”sini BeReZe’nin kurucularından Elif Temuçin farklı ve çağcıl bir anlayışla sahneliyor.
Yapım geçen sene prömiyer yapmış olsa da, Temuçin’in tüm fazlalıklardan ve sarkmalardan ayıklayarak 80 dakikaya indirgediği, dur durak bilmeyen, tempolu, hınzır ve müthiş eğlenceli yorumu, fenomen oyuncu Erkan Uyanıksoy’un olağanüstü Harpagon’u, Firuze Engin’in nefis çöpçatanı tüm ekibin müthiş uyumlu takım oyunculuğu için defalarca izlenmeye değer.


“Saatleri Ayarlama Enstitüsü”
Yine geçen sezon prömiyer yapmış olan bir diğer yapım da yenilikçi ve araştırmacı tiyatrocu Serdar Biliş’in Hamdi Tanpınar’ın romanından uyarladığı “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”.
Biliş’in hibrit bir üstün yapım olarak yönettiği oyun, sinema ile tiyatroyu iç içe geçiren, tüm kişileri Serkan Keskin’in canlandırdığı çağdaş bir görsel işitsel yorum.
Tek oyuncusunun kalabalık bir kadro oluşturduğu oyunda, durmaksızın kılık, peruk, bıyık değiştiren, bedeni canlandırdığı her karakterle dönüşüme uğrayan Serkan Keskin, ekrandaki film aracılığıyla “klonlanarak” oyunun bütün kişilerini var ediyor.



“Flu Lysistrata”
Kocalarının savaştan dönmesini beklemekten usanan Atinalı ve Spartalı kadınların, barışı sağlamak amacıyla erkeklerine karşı başlattıkları “barış yoksa cinsellik de yok” olarak özetlenebilecek aşk grevini ele alan, tiyatro tarihinin ilk savaş karşıtı komedisi, Aristofanes’in “Lysistrata”sını Bakırköy Belediye Tiyatroları, Barış Arman ve Ceren Ercan tarafından yeniden düşlenmiş çok farklı ve etkileyici bir yorumla ele alıyor. Savaşla cinsellik arasında, Freud’dan neredeyse dört buçuk bin yıl önce paralellik kuran antik metin, savaşan erkekleri, erkeğin silahıyla erkekliğin silahı arasında, kılıç, hançer, mızrak gibi dönemin delici silahlarıyla penisleri arasında tercih karşısında bırakıyor. Bu güncel yorumda “Lysistrata”yı BBT’nin ekibinden 8 oyuncu atölye çalışması olarak sahnelerken, ilk provaları anımsıyorlar, metni tartışıyorlar, kişisel deneyimlerini sahneye taşıyorlar, konu ve olaylar hakkında ne düşündüklerini sordukları seyircileri de sürecin bir parçası hâline getiriyorlar. Yeni mevsimin en önemli işlerinden biri olmaya aday... Sezonda Yunus Emre Kültür Merkezi’nde. Kaçırmayın.



“Çirkin”
Beyoğlu’nun ve sinema tarihimizin önemli yapılarından, yenilerde restore edilen Alkazar Sineması’nda izleyiciyi çevreleyen yenilikçi bir deneyim olarak tasarlanan “Çirkin”, anlatı tiyatrosu ile dijital enstalasyonu birleştiren bir oyun. Anadolu’nun gelenek ve masallarından ilham alan bu gerçeküstü ihanet hikâyesinde bin yıllardır yaşayan, çirkin mahlûk Şiva, kendisiyle birlikte lanetlenerek ölümsüzlük cezasına çarptırılan Tavuk’la beraber geçmiş ve bugün arasında gezinir. Zamanın dışına atılmış iki karakterin didişmeleri, sahnedeki anlatı evreninde gerçekleşirken hikâyenin geçmişine ait parçalar izleyiciyi çevreleyen duvarlardaki etkileşimli görüntü evreninde canlanıyor.
Sezon boyunca Hope Alkazar’da. Mutlaka izlenmeli.



“Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı”
Yazar-çevirmen-dramaturg Ferdi Çetin’le yönetmen-oyuncu Kayhan Berkin’i ilk kez bir araya getiren “Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı”, geleneksel anlatıya odaklanmak yerine düşsel bir atmosferde anların, imgelerin ve duyguların peşinden giden bir oyun. Bu rüya gibi oluşum, Ferdi Çetin’in tüm metinlerinde yaratmış olduğu, bizimkine benzer, ancak kuralları ve anlamları biraz farklı bir paralel evrenin parçası. İzleyici bu evrene girdiğinde, bir anne-kız ilişkisi üzerinden geçmişe açılan öykünün kıvrımlarında kaybolur, hayatımıza giren bu yeni gerçeklikleri anlamaya çalışır, bu soyut gerçekliğin içinden zamanımızın canlı bir tablosunu ortaya çıkararak bugünü anlamlandırmaya, yaşadığımız çağ üzerine sorular sormaya çabalar.
Özgün ve ayrıksı bir metnin benzersiz bir mekânda farklı ve çok etkileyici sahnelemesi, yılın en ilgi çeken, en çok konuşulan tiyatro olaylarından biri olmaya aday. İzlenmesi şart.
Sezon boyunca Metro Han’da.



“Savaş ve Barış”
İBBŞT sezonu Lev Tolstoy’un, Napolyon’un 1812’de Rusya’yı işgalinin hemen öncesinde hayatları tümüyle değişen Rus aristokrasisini konu edinen, birçok yönüyle bir tarih anlatısının özelliklerini taşırken, yaşama, inançlara, insanın yaşama amacına dair felsefi düşünceleri de barındıran, siyasi ve toplumsal çıkarımların yer aldığı destansı eseri “Savaş ve Barış”ın görkemli sahne uyarlamasıyla açtı.
Makedon yönetmen Aleksandar Popovski’nin, çağcılla klasiği ustalıkla iç içe geçiren, geçmişten günümüze bakan, öykünün klasik tarzda gelişimini izlemekte olan seyirciye göz kırparak ona tiyatroda olduğunu hep anımsatan modern sahnelemesi ilginç ve etkileyici. Tempolu yönetimiyle de 200 dakikalık süresine karşın sarkmayan, ilgiyle, sıkılmadan izlenen bir gösteri oluşmuş.
Dünya edebiyatının bilinen ve sevilen bir klasiğini başarıyla sahneye aktararak daha da geniş izleyici kitlelerine açan, bunu da edebi tadını korurken salt tiyatro olmayı başaran bir biçemde yapan bir çalışma. Mutlaka izlenmeli. Sezon boyunca İBBŞT sahnelerinde.



“Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı”
Mürüvet Esra Yıldırım’ın yazdığı Onur Ünsal’ın yönettiği “Selmin Zeki Hanım: Hasta Adamın Kızı”, alaturka seçkinler zümresinin kültürlü bir kadınının üzerinden, İmparatorluğun son yıllarındaki siyasi durumun gündelik yaşamda aile ve kadın-erkek ilişkilerini etkileyişini aktarırken, dönemin erkek egemen bakışının, eğitimli kadınının farkındalığını engellediğini başarıyla yansıtıyor.
Çevresindeki erkekler, dönemin çalkantılı siyasi yaşamında kaçınılmaz olarak politikleşirken, babasının Abdülhamid’in istibdat yönetimiyle kurduğu ikircikli ilişkinin duygusal takipçisi olan Selmin Zeki, hep dışında kaldığı politikayı ve toplumsal olayları algılayamaz, sadece büyük üzüntüyle bunların beklenmedik sonuçlarını, inandığı değerlerin, yücelttiği kişilerin yerlerinden edildiğini fark eder. Oyun, etrafındaki dünya yok olur, yeni bir dünya var olurken, olayları fiilen yaşayan Selmin’in durumu algılayamayışını, farkında bile olmayışını büyük başarıyla yansıtıyor.



“Ders”
1950’lerde, öncelikle Fransa’da yaygınlık kazanan absürt tiyatro, II. Dünya Savaşı’nda yıkılıp yakılan kentlerin, toplu kıyımların, milyonlarca ölümün ardından değer yargılarını, umutlarını yitiren insanlığın içine düştüğü anlamsızlığı, yaşamın saçmalığını, tekinsiz bir atmosferde, parçalanmış bir dil, saçma bir varoluş biçemiyle aktaran, çarpıtılmış ama yine de gerçekçi bir yansımasıdır.
Absürt Tiyatronun esas öncüsü Eugène Ionesco’nun komik dram” olarak adlandırdığı ikinci oyunu La leçon / Ders”, hizmetçisiyle birlikte yaşayan öğretmenin yeni kız öğrencisiyle evindeki özel dersini aktarır. Başlarda fars ve burleskin hâkim olduğu ders, sonunda trajediye dönüşür; daha doğrusu trajedinin parodisine…
“Ders”i, kumbaracı50’de yöneten ve kostüm tasarımını yapan Candan Seda Balaban, dramaturgiyi üstlenen Aylin Alıveren’in desteğiyle uçuk kaçık bir fars olarak sahnelemiş.
Absürdün kendine has benzersiz tadını başarıyla yansıtan, olabildiğince hınzır, eğlenceli, edepsiz bir çalışma. Sezonun izlenmesi şart oyunlarından.



“Eksik”
“Eksik”, yılın en sıcak gününde Datça’da hiçliğin ortasındaki bir çiftlik evine, annesinin bir trafik kazası sonucu komaya girdiğini haber vermek için, sevgilisiyle birlikte babasının yanına gelen oğlu arasında geçer. Geçmişten gelen sırlar, aile içi hesaplaşmalar, hep eksik kalmış iletişimlerle ilişkiler, gidenler, kalanlar, konuşulamayanlar, nihayet konuşulabilenlerle 24 saat içinde her şey tepetaklak olur.
“Eksik”i benzerlerini izlemiş olduğumuz aile dramalarından ayıran önemli özelliği, hiçbirinin simsiyah ya da bembeyaz olmadığı, grinin tonlarında gelişen duygu ve düşüncelerde herkesin aynı derece haklı ve haksız olduğu, her izleyicinin kolayca özdeşleşebileceği üç karakter var eden yazar yönetmen Aksel Bonfil’in öyküsünün ve kişilerinin inandırıcılığı ile doğallığı. Bonfil’in kadına biçilen “anlayışlı, erkeğini destekleyen” rolü reddeden, edilgenden etkine yol açan Derya’sını özellikle çok beğendim.
Bildik gibi görünen bir konuya, taze ve çağcıl bir bakış açısı getiren sağlam bir metinden yola çıkan, iyi yönetilmiş, çok iyi oynanmış bir oyun. Kaçırmayın derim.