Biçim, renk ve kokularıyla insanların fikir ve arzularını yansıtan, insanların düşünüşlerine, kültürlerine ayna tutan özel çiçekler vardır. Tarihin akışını neredeyse imparatorluklar kadar, savaşlar kadar, hastalıklar kadar etkilerler. Gül böyle bir çiçektir mesela. İnanılmaz bir çeşitlilik taşır. Duruma göre görüntüsünü değiştirir. Kraliçe Elizabeth döneminde açılıp saçılan büyüleyici gül, muhafazakâr Kraliçe Viktorya döneminde derlenip toparlanmış, kurallara uygun şekilde düğmelerini iliklemiş, resmî bir çiçeğe dönüşmüştür. Şakayık da böyle bir çiçektir, orkide de, lale de... Bu çiçekler estetik ve siyasi iklimdeki her değişikliğe uyacak biçimde kendilerini tekrar tekrar değiştirebilirler. Modern laleler hep lale soğanından yetiştirildiği için, lalenin büyüleyici geçmişini hayal etmek bize zor gelebilir. Oysa lale, tohumunda müthiş genetik çeşitlilik saklar. Tohumdan yetişen bir lalenin neye benzeyeceğini kimse tam olarak bilemez.
Geçmişte o kadar farklı laleler vardı ki…
Tarihte Türklerin, Fransızların veya Hollandalıların laleyi neden büyüleyici bulduklarını bize sadece ressamların çizdikleri resimler ve botanik illüstrasyonlar gösterirler. Çünkü gözden düşen bir lalenin soğanı uzun süre ekilmezse, o lale zinciri yok olur. Mesela, parklarda gördüğümüz laleler, ebru desenlerindekilere veya seramik tabakları süsleyenlere benziyor mu? Hiç benzemiyor. Osmanlılar zamanında laleyi öne çıkaran, uçları iğne gibi sivriltilmiş, abartılı taç yapraklarıydı. Çizimlerde, resimlerde, seramiklerde bu uzamış çiçekler, adeta cam üfleyiciler tarafından yaratılmış gibi gözükürler. Lalede aranılan mecaz, hançerdi. O laleler yok oldu. Hiç tanımadığımız bir sürü lale çeşidi gibi. Parklarda gördüğümüz lale cinsleri de fani. Gelecek senelerde farklı tür laleler moda olursa, başka cins soğanlar dikilirse, lale dendiğinde şimdi düşündüğümüzden çok farklı bir çiçek gelecek akıllara. Geçmişte o kadar farklı laleler vardı ki…
Türkler için dinî bir önemi vardı
Soğanlı ve otsu bir bitki olan lalenin ana yurdu Orta Asya’dır. 10. Yüzyılda İran’da ehlileştirilmiş. Lalenin, Türk göçleriyle Anadolu’ya gelmeden önce, Hindistan ve Uzakdoğu diyarlarındaki insanları ne kadar etkilediğini, yaptıkları sarayların duvar ve kapı işlemelerinden anlayabiliyoruz.
Lalenin Türkler için dinî bir önemi vardı. Arapça harflerle yazıldıklarında Allah, lale ve hilal ebced hesabında eşittir, hep 66 ederler. Geçmişte, lalenin tek bir sap üzerinden sadece tek bir çiçek vermesi de Allah’ın birliğine işaret etmesi olarak yorumlanırdı.
(Ebced hesabı, her harfe bir sayı atayıp, kelime, cümlecik veya cümlelerin sayısal değerini hesaplama ve bundan anlamlar çıkarma işlemidir. Benzeri Yahudilikte de vardır. Gematria’da İbrani alfabesinin her harfine numerik bir değer verilir.)
Laleye yüklenen anlamlar ve stilize edilmeye çok elverişli oluşu, sanatın pek çok dalında kullanılmasına neden oldu. Anadolu’da 12. yüzyıldan itibaren el sanatlarında süsleme motifi olarak kullanılmaya başlandı, sonrasında minyatürde ve tasavvufta bir ana konu olarak işlendi. Fatih Sultan Mehmed’in kendisi, lale üzerine şiirler yazarak, yeni bir gelenek başlatmıştır. Şairler, her senenin yeni lalelerine onları tasvir eden büyülü ve romantik isimler verirlerdi: Gönül Yarası, Tir-i Müjgan (kirpik oku) gibi…
Kanuni Sultan Süleyman zamanında seçme ve melezleme yoluyla yüzlerce çeşit lale yetiştirildi. Lalezarlar (lale bahçeleri) moda oldu. Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin cenneti andıran bahçesinde yetiştirdiği ve “nûr-ı adn” (cennet nuru) ismini verdiği ilk lale çeşidinin ardından çeşit çeşit laleler ortaya çıktı. Örneğin Lâle-i-Rûmî (Osmanlı lalesi / İstanbul lalesi) bu devirde yetişen en önemli lalelerdendi. Yine aynı devirde, lale Avrupa yolculuğuna çıktı. Muhteşem Süleyman’ın sarayındaki Habsburg Büyükelçisi Ogier Ghislain de Busbecq, 1554’te İstanbul’a geldikten bir müddet sonra Avrupa’ya bir lale soğanı sevkiyatı yaparak çiçeği Avrupa saraylarına tanıttı. Lale, bir saraydan ötekine yolculuk etmeye başladı.
Hollanda’da Tulipomania – lale çılgınlığı
Lalenin Hollanda’daki yükselişinin ardında bir hırsızlık öyküsü yatar. Avrupa’ya gelen ilk laleleri satın alanlardan Carolus Clusius, ender lalelerine çok önem veriyor, hiç kimseciklere vermiyordu -para karşılığında bile. Bunun sonucunda, bir gece hırsızlar bahçesine girdiler ve lalelerini çaldılar. Lale tohumu hem “anneden”, hem “babadan” genetik materyal taşır. Tohumdan yetiştirme çok daha uzun zaman alır ve döller geldikleri laleye benzemez. Oysa lale soğanları, “klon” laleler yaratır. Çalınan laleler tohumdan yetiştirilince, Hollanda bir zaman sonra çeşit çeşit lalelerle tanıştı.
Hollanda o dönemde düz ve monoton bir bataklıktı. Kanal yapımıyla toprak elde etme çalışmaları başlamıştı, ama yine de toprak az ve pahalıydı. Hollandalılar bahçelerine mücevher kutusu gibi özen gösterirlerdi. Laleye sanki sihirliymiş gibi baktılar. Ne öncesinde, ne sonrasında bir çiçek -bir çiçek!- tarihin ana sahnesinde, lalenin 1634-1637 yılları arasında oynadığı yıldız rolünü üstlenmemiştir. Hollanda’da sonradan adına Tulipomania denilecek bir çılgınlık yaşanmıştır. 1635’ten önce lale fiyatları fahiş de olsa, az çok mantıklıydı: fiili çiçekler için nakit para. Sonrasında lale spekülatörleri türedi. İnsanlar lale borsasında oynamak, gelecekte elde edilecek lalelerin özelliklerini belirten senetleri satın almak için işlerini sattılar, evlerini ipotek ettiler. Çılgınlık tepeye vurduğunda, bir Semper Augustus lale soğanı, Amsterdam’da kanal kenarında bir ev fiyatına el değiştiriyordu. (Kırmızı beyazlı Semper Augustus doğadan yitip gitti, resimleri kaldı. Hollandalılar satın alamadıklarında kıymetli lalelerin resmini yaptırıp, evlerine asarlardı; modern lale o çiçeğin görkeminin yanına bile yaklaşamaz!)
Balon büyüdü, büyüdü, ta ki patlayana kadar. 1637’de bir gün, lale borsası her gün gibi açıldı. Ama soğanlar alıcı bulamadı. Fiyatlar indi ama yine alıcı bulunmadı. Birkaç gün içinde lale soğanları hiçbir şekilde satılamaz oldu. İflas edenler, intihar edenler oldu. Çılgınlık bitmişti.
O günlerle ilgili birkaç ilginç anekdot:
- Ünlü ressamların tablolarında yaşayan “kırık lale”ler var. En beğenilen laleler bunlardı. İnanılmaz renk patlamalarıyla süslü çok gösterişli çiçeklerdi. Hele hele desenleri simetrikse, soğanları çok para getirirdi. Çeşitli “simya” deneyleri yapılarak yetiştirilirlerdi. Hollandalıların bilemeyeceği şey, kırık lalenin sihrinden bir virüsün sorumlu olduğuydu. Virüs enfekte ettiği soğanı zayıflatıyordu. 1920’lerden beri, böyle kırılmalar görüldüğü anda yok ediliyor.
Johannes Bosschaert - Laleli Natürmort, 1628 (Ulusal Müze, Stockholm)
- Belki siyah lale arayışını duymuşsunuzdur. Alexandre Dumas, siyah lale yetiştirme yarışı üzerine koca bir roman yazmıştır. (Ben romanın dizisini seyretmiştim.) Çılgınlığın zirve yaptığı günlerde bir ayakkabıcı gerçekten siyah bir lale yetiştirmiş. Haarlem çiçekçiler birliğinden yetkili şahıslar ayakkabıcıyı ziyaret etmiş ve fahiş bir fiyattan soğanı satın almışlar, sonra da soğanı ezerek yok etmişler ve ayakkabıcıyla alay etmişler. Siyah lale soğanı onlarda da varmış, ama başka hiçbir kralda, imparatorda veya sultanda yokmuş. Soğan paha biçilemezmiş. Dünyası başına yıkılan ayakkabıcı üzüntüden ölmüş. Bugün çok çok koyu mor / bordo laleler var, ama siyah lale yok.
Lale Devri
Avrupa ve özellikle Hollanda’ya giden lale soğanları, onları Osmanlı Devleti’ne rakip kıldı. Osmanlılar Hollanda’dan lale almaya başladı.
Lalelerden bahsedip Lale Devri’ni anlatmamak olmaz. Lale Devri Osmanlı Devleti’nde 18. yüzyılın başlarında, yaklaşık 1718-1730 arasında yaşanan, nispeten barışçıl bir dönemdi. İlk matbaa bu devirde açılmıştı. Çeşitli imar ve ıslahat hareketleri yapılmıştı. İstanbul’un en güzel yerlerine köşkler ve kasırlar inşa ettirilmişti. Evliya Çelebi, Kâğıthane’de bir Lalezar bahçesinin olduğunu, burada Kâğıthane lalesinin yetiştirildiğini anlatır. Baştaki Sultan III. Ahmet ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa laleye, yaşamaya, yeniliğe, şiire, güzelliğe tutku duyuyorlardı. Şair Nedim başta olmak üzere, şairler en güzel şiirlerini yazıyorlardı. Halk kızgındı, çünkü paranın çöpe atıldığını düşünüyorlardı. Başka diyarlara seferler yapılması beklentisi içindeydiler. Oysa devir barış, zevk ve sefa devriydi. Hollanda’dakinden daha küçük çapta bir lale çılgınlığı bu zamanda da yaşanıyordu. Saray bahçeleri her bahar Türk, Hollanda, İran laleleriyle doluyordu. Varaklı kafesler içindeki ötücü kuşlar müziğe müzik katıyor, sırtlarında mumlar taşıyan dev kaplumbağalar hantal hantal dolaşıp sunumu aydınlatıyorlardı. Bu, keyifli ancak israfkâr devir, Patrona Halil İsyanıyla gürültülü bir şekilde kapandı. İsyancılar her yeri yaktı, yıktı; başa I. Mahmut geldi.
Günümüzde
Bugün Hollanda, dünyanın açık ara en büyük lale yetiştiricisi olmaya devam ediyor. Laleler, Hollanda ekonomisinin çok önemli bir parçası. Hollanda her sene dünyaya yaklaşık 3 milyar lale ve lale soğanı satıyor. Lale satışından yaklaşık 250 milyon Euro gelir elde ediyorlar.
Şimdi mevsim yine bahar, yine lale zamanı.
Şayet Türk Sanat Müziği severseniz, bestesi Münir Nurettin Selçuk’tan, güftesi Vecdi Bingöl’den güzel bir şarkıyla noktalayalım yazıyı.
“Erdi bahar, sardı yine neşe cihanı a canım
Eğlenelim, raks edelim, lale zamanı…”
Şarkıyı dinlemek için alttaki linki tıklayabilirsiniz
https://www.dailymotion.com/video/x15mb8c
Kaynaklar:
Arzunun Botaniği - Michael Pollan - Domingo Yayınları
https://en.wikipedia.org/wiki/Main_Page
https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/lalenin-iktidar-sirlari-22607236
https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/lale-vahdeti-temsil-eder/1116977
https://www.europeana.eu/en/blog/how-the-tulip-became-a-symbol-of-turkey-and-the-netherlands
http://www.turkiyecicekcilerbirligi.com/haber/gecmisten-gunumuze-lale-cicegi.html
https://www.dvidshub.net/news/439910/bits-benelux-dutch-tulips-emerge-with-colorful-history