2024 yazı, özellikle erkeklerin TV karşısından kalkmadığı bir yaz olarak kalacak anılarımızda. Önce Avrupa Futbol Şampiyonası, ardından Paris Olimpiyatları… Böylelikle insanlığın spora verdiği önemin de altının çizildiği bir yaz oldu.
Bugün spor, insanlık kültürünün, gelişiminin bir parçası oldu artık. Toplumu, toplum bireylerini oluşturan saygı, adalet, mükemmellik, dürüstlük ilkeleri temelinde başarısızlıkla sonuçlansa dahi zafer kazanılana kadar çabalara tekrar tekrar geri dönüş azminin, insanlara yaşamın olumsuzluklarına karşı ne olursa olsun direnme, tekrar ayağa kalkma gayretinin öğretisi. Her ne kadar son yıllarda bu ilkelerin de artık gittikçe umursanmadığı spor karşılaşmaları görüyorsak da…
İlk insanların yaşamlarını idame ettirmek için ava çıkmaları, kovalamaları, boğuşmaları vücutları için bir çeşit spor sayılsa da toplu yaşam ile birlikte toprak hakimiyeti önem kazanınca, modern spor anlayışını yansıtacak savaş oyunları ile toplumun genç erkekleri birbirleriyle bir şekilde üstünlük yarışına girerlerdi.
Endüstri toplumuna dönüşmemizle, mekanizasyonla, toplumun içine düştüğü atalet, rahatlık, aslında spora verilen önemi de arttırdı. Bugün artık güncel yaşamda spor, sağlıklı bir yaşamın simgesi haline geldi.
Antik çağlarda Olimpiyat M.Ö. 766’da Yunanistan’ın Olimpos Dağında, rivayetler muhtelif elbette ama esasen tanrıları memnun etmek için yapılan güç ve rekabete dayalı yarışmaların da yapıldığı şenliklerdi ve sadece ve erkekler için düzenlenirdi ancak kadınların “Hera Oyunları” adı verilen kendi oyunları vardı. Kadınların erkeklerden daha zayıf ve daha az atletik olduğu klişesi, endüstri devrimi ile kadının da toplumsal statüsünün tartışılmaya başlanması ile yıkıldı. Kadın sporcular ilk kez 1900 Paris Olimpiyat oyunlarında yarıştı. Ancak köklü tabular öyle kolay-kolay yıkılamıyordu ve kadınlar, uzunca bir süre bu ayırımcılığa karşı durmak zorunda kalacaktı, konumuz örneğinde göreceğimiz gibi.


Kathrine Switzer


Azmin zaferi
Kendi ifadesiyle,Tanrı’nın ilk kez karı ‘icat ettiği’ ve asla bırakmadığı çok soğuk bir yer olan New York, Syracuse Üniversitesi’nde” 19 yaşında bir gazetecilik öğrencisiydi, Kathrine Switzer. Koşuya da meraklı, kadın koşu takımı olmadığı için erkekler kros takımı ile gayrı-resmi antrenmanlara katılıyordu. İşte orada tanıştı, 15 adet Boston Maratonu koşmuş üniversitenin postacısı Arnie ile.
Arnie, kızın koşuya düşkünlüğünü görünce onu kanatları altına almıştı, ta ki Maraton hikâyelerini dinlemekten usanan Kathrine bir gün ona, “Hadi Boston Maratonu hakkında konuşmayı bırakalım da şu lanet şeyi koşalım!” diyene kadar.
“Boston Maratonu’nu hiçbir kadın koşamaz,” diye karşılık vermiş Arnie. “Maraton bir kadının koşabilmesi için fazla uzun!”
“Neden olmasın? Ben her gece 10 mil koşuyorum!”


Arnie

Esasen bütün bu kıvırmalar Kathrine’nin şevkini kamçılamak içindi. Antrenmanlara devam ettiler. Maratona üç hafta kala, Arnie ile Kathrine maratonun parkuru olan 26 mil denemelerini koştular, hatta son düzlüğe yaklaşırken Kathrine yolu beş mil daha uzattı. Öylesine, hani kendilerini daha özgüvenli hissetmeleri için. Gel gör ki, koşunun sonunda Arnie gibi bir eski kurdun bile nefesi kesilmişti.
Gece boyunca kafasını kurcalayan düşüncesini ertesi sabah kampüse giderek Kathrine’e açtı: “Maratonu koşmaya hazırsın!”
Olayı enine boyuna ele aldılar. Önce kaydını yaptırmalıydı. Kural kitabını ve giriş formunu kontrol ettiklerinde maratonda cinsiyetle ilgili hiçbir ibare yoktu. Kathrine, adını K.V. Switzer olarak kaydedince komite üyelerinin dikkatini çekmemiş, erkek olarak algılanmıştı. Aradan iki hafta geçmişti ki, erkek arkadaşı, 235 kiloluk eski bir Amerikan futbolu oyuncusu ve millî çekiç atıcısı “Big Tom Miller”, alanı olmadığı halde, “Madem bir kız Maratonu koşabiliyor, o halde ben de koşabilirim” dedi. Ardından kros takımından arkadaşı John Leonard “Ben de varım” deyince, zorlu bir ekip oluşturmuş oldular.


Kathrine Switzer (1967)


1967 Boston Maratonu
Massachusetts, bir Amerikan yerli kabilesinin adıdır ve “Büyük Tepeler Bölgesi” demektir. İşte bu Amerikan eyaletinin en büyük şehri olan Boston’da maraton, “Vatanseverler günü” olan 19 Nisan’da koşulurdu. Katherine nereden bilsindi ki, bu tarihî günün bir parçası olacağını! Bir şeyi kanıtlamak için koşmayacaktı. O sadece maratonu koşmaya hevesli bir çocuk gibiydi.
Maratona bir gün kala motele yerleştikten ve akşam yemeğinden sonra saat neredeyse 22.00 olmasına ve dondurucu soğuk ile yağmura rağmen Arnie takıma arabayla parkuru tanıtmakta ısrar etti. Saatte 40 mil hızla gitmelerine rağmen koşu parkuru 26 mil, onlara sonsuz gibi gelmişti. Tamamen moral bozucu... Katherine odasına döndüğünde ailesini arayıp bu ani kararını açıkladı, tam desteklerini aldı.
Ertesi sabah soğuk bir gün olduğundan çok fazla “yakıta” ihtiyaçları olacaktı dolayısıyla kahvaltıda pastırma, yumurta, krep, meyva suyu, kahve, süt, ekstra tost, her şeyi yediler. Garip bir şekilde hava Kathrine’i hiç ilgilendirmiyordu. Beş aydır böyle havalarda antrenman yapıyordu. Onun o an derdi, yeni ütülenmiş bordo şortu ve üstüyle, başlangıçta güzel ve kadınsı görünmek istemesiydi. Dikkatlice makyajını yaptı, altın rengi kulak tıkaçlarını taktı, hazırdı!
Başlangıç noktası Hopkinton Koleji’ne vardıklarında Arnie gidip ön ve arkasına takması için iki tane numara kartonu ile geldi: ‘261’. Maratonu 741 kişi koşacaktı, büyük bir yarış!
Girişte, Boston Atletizm Birliği görevlileri dahil kimse onu fark etmedi. Numaraları kontrol ediyorlardı. Kathrine’i bir el ileri itti. Etraftaki erkek atletler bir kadın yarışmacıyı görünce yadırgamamışlar, “Hey, sahi bütün mesafeyi koşacak mısın?” diye takılanlar bile olmuştu. Her maratonun ilk birkaç mili eğlencelidir. Koşu kolaydı, kalabalığın gürültüsü heyecan vericiydi, yarışmacılar yan yana geldiklerinde şakalaştıkları bile oluyordu.

Görülmemiş bir şey!
Yaklaşık dört mil koşmuşlardı ki, korna sesleri ile birinin, “Koşucular! Sağa çekilin!” diye bağırdığı duyuldu. Küfürlerle karışık yarışmacılar kenara çekilirken kameramanlarla dolu bir kamyonet, arkasından da bir şehir otobüsü çıkageldi. Kathrine’nin fotolarını çektiklerinde yarışta bir kadın gördükleri için çekim yapıyorlar diye düşünen yarışmacılar da gülüp el sallamaya başlamışlardı. Ne var ki, sonradan yarışın eş direktörü olduğunu anladıkları Jock Semple, basın otobüsünden Kathrine’i tespit etmişti. Otobüsten fırladığı gibi yarışmacıların arasından ona doğru atladı. Yolun ortasında paltolu ve keçe şapkalı birinin parmağını sallayarak arkasından onu tutmaya çalıştığını gören Kathrine, önce onu çılgın bir seyirci sandı, ama yakasındaki BAA (Boston Athletic Association) Boston Atletizm Birliği şeridini fark etti.


Jock Semple, Kathrine'e saldırıyor...

Hayatında gördüğü en korkunç yüzdü. Dişlerini gösteren adam tam onu gömleğinden yakalamıştı ki, kurtulmaya çalışırken yanından turuncu bir ışık geçti. Bu ışık, turuncu bir tişört giymiş olan Tom’du ve gümmm!!! Çapraz bir gövde darbesi ile adamı yol kenarına buruşuk bir giysi gibi yığdı. Kız, “Eyvah, öldürdü adamı, işte şimdi hapı yuttuk” diye panikle çırpınırken, Arnie’nin sesini duydu. “Koş!” diyordu, “Koşşş!”
Tom, Arnie, John hep birlikte deli gibi koşarken arkalarından gazetecilerin şoföre, “Peşlerinden git!” diye bağırdıklarını duydular. Ancak tam gaz verdikten sonra debriyaja basan kamyonet yerine çakılınca kameramanlar, tripodları ve kameraları da yere döküldü. Küfürler, bağırtıları arkalarında bırakarak koşarken Tom, Kathrine’nin yakasına yapışan Jock Semple için, “Onu öldüreceğim” diye bağırıyordu burnundan ateş püskürtürcesine.


Tom, Jock Semple'yi yol kenarına itiyor...

Kathrine bu prestijli yarışı mahvetmek istemiyordu. Ama eğer bırakırsa, hiç kimse kadınların 26 milden fazla koşabileceğine inanmayacaktı. Eğer bırakırsa, herkes bunun bir reklam hilesi olduğunu söyleyecekti. Eğer bırakırsa, Jock Semple ve onun gibiler kazanacaktı. Korkusu ve aşağılanması öfkeye dönüştü.
Bu arada basın kamyoneti onlara yetişmiş, gazeteciler arkadan ve yandan saldırgan sorular sormaya başlamışlardı. Fotoğrafçılar da tetikte... Tonları ne kadar da çabuk değişmişti. Şimdi sorular, “Ne kanıtlamaya çalışıyorsun?” ve “Ne zaman bırakacaksın?” gibiydi. Bu arada otobüs de onlara yetişmişti. Dış kapı korkuluğuna asılı Jock Semple’yi gören Kathrine onu sağ görünce rahat bir nefes aldı. Adam hala öfke kusuyor, yumruğunu sallayarak yanlarından geçip giderken, “Hepinizin başı belada, göreceksiniz siz!” diye bağırıyordu.
Arnie bir ara Kathrine’e yaklaşıp, “Şu Jock denen adam muhtemelen bitişte polislerle bizi tutuklamak için bekliyor olacak” dedi. Kathrine yanıtladı: “Arnie, ne olursa olsun, ben bu yarışı bitirmeliyim ellerimin ve dizlerimin üzerinde sürünsem bile!”

Bitiş çizgisi
Tom, yarı yolda Jock Semple’ye vurmasının sporculuğuna olumsuz sonuçlarının idrakinde Kathrine’e yersiz öfke kusup onlardan ayrıldı. John, Arnie ve Kathrine ise birbirlerine sarılmış vaziyette geçtiler ‘Bitiş’ çizgisini. Ne tutuklama ne alkış. Sadece diskalifiye edildiler. AAU, ısrarla kadınların erkeklerle yarışmasını yasakladı, Boston Maratonu’nda resmî olarak kadınların da koşması ise 1972’ye kadar gerçekleşmedi.

Hani bazı filmler ya da romanlar vardır, finalde kahramanlarının sonraki akıbetlerine de yer verilir. Hadi biz de bu kez anlatımızı öyle bitirelim.
Kathrine, kariyeri ile sporu yıllarca birlikte başarı ile yürüttü. 39 maraton ile onlarca uzun yol koşusuna katıldı, iyi dereceler aldı. Jock Semple ile yolu kesiştiyse de adam hiçbir zaman özür dilemeye yanaşmadı, aksine 1973’teki bir koşuda başlangıç çizgisinde yanına geldi, arsız bir tavırla yanağına kocaman bir öpücük kondurdu ve harika İskoç aksanıyla, “Hadi kızım, biraz ün kazanalım,” dedi ve omuzlarından tutarak onu bir dizi televizyon kamerası ile basın muhabirlerine doğru çevirdi.

Jock Semple'nin, yıllar sonra Kathrine'e sarılarak basına poz verişi