Haber resmi: Asurbanipal Kütüphanesi
Anadolu’da ve dünyanın değişik yerlerinde antik şehirleri gezerken, amfiteatrların yanı sıra bir o kadar da kütüphanelere rastlarız. Kütüphanelerin çokluğu; bilimde, felsefede, matematikte, tıpta ne kadar ileri olduklarının bir göstergesi değil midir? Kütüphane anlamına gelen ve genellikle Batı dünyasında yaygın olarak kullanılan ‘bibliothek’ kelimesinin aslı Eski Yunancadır ve biblion kitap, theke saklandığı yer demektir. Türkçedeki kütüphane ise, Farsça ve Arapça kökenli kütüb (kitaplar) ile Farsça hane(ev) kelimelerinden türemiştir ve kitapların evi anlamına gelmektedir. Her iki dilde de kütüphane terimi, kitapların saklandığı yer anlamında kullanılmaktadır. Yüz yıllardır toplumlar, ülkeler kütüphanelerine önem vermişlerdir. Eski çağlarda savaşlarda, bir ülke başka ülkeye zarar vermek istiyorsa, kütüphanelerini ateşe verirmiş. Bu davranış, bu yapıların insanlar için ne kadar değerli olduklarını gösterir.
Atalarımız “Söz uçar, yazı kalır” demiş. Bu yüzden de bildikleri ve bilinmesini istedikleri şeyleri yazıya geçirmişler. Gelin, Antik çağlardaki tarihi önemli kütüphanelere bir göz atalım.
İlk kütüphane Asurbanipal
Asurbanipal Kütüphanesi, M.Ö 7. yüzyılda Asur Devleti’nin başkenti Ninova’da Kral Asurbanipal tarafından kurulmuştur. Bilime ve kültüre önem veren Asurbanipal kendi ülkesinde yazılmış bütün eserler ile Akadlar, Sümerler ve Babilliler tarafından yazılmış binlerce eseri, kurduğu bu kütüphanede topladı. Ortadoğu’nun sistemli biçimde toplanıp kataloglanmış ilk kitaplığıdır. Bu kitaplıktan günümüze kalan yaklaşık 20.720 tablet, British Museum’dadır.
Asurbanibal Kütüphanesi tabletleri, British Museum
Asurbanipal’in yazıcıları onun emri üzerine tapınak kitaplıklarında buldukları her türden metnin aslını ya da kopyasını topladılar. Bunlar; Asur, Kalah (bugün Nimrud), Irak ve Ninive’den getirilen tablet koleksiyonuna eklendi. Bunların çoğu gözlenen belli olaylara; insan, hayvan ve bitkilerin özellikleri ile davranışlarına; Güneş, Ay, gezegen ve yıldızların hareketlerine dayanan fal metinlerinden oluşur. Ayrıca, yazıcıların eğitimi için gereken Sümerce, Akadça ve başka dillerde sözlükler de vardır. Asurbanipal, büyü, ayin, dua, masal, atasözü gibi metinlerin yanı sıra gerek dinsel gerek din dışı pek çok yapıtı da kitaplığına getirtmiştir. Yaradılış, Gılgamış, Irra, Etana ve Anzu gibi geleneksel Mezopotamya destanlarının günümüze kadar gelebilmesinde, onun kurduğu bu kitaplık çok büyük bir rol oynamıştır.
M.Ö 612’de Ninova şehri Babilliler ve Medler tarafından işgal edilince kütüphane yakıldı. Kütüphanede bulunan yazma eserlerin bu yangından dolayı yok olduğu, ancak kil tabletlerin de bu sayede “fırınlanarak” binlerce yıl korunduğu düşünülüyor. 19. Yüzyılın ortalarında bölgede yapılan kazılar sonucu 30.000’den fazla kil tablet bulundu. Aralarında Gılgamış Destanı’nın yazılı olduğu tabletlerin de yer aldığı bu eserler günümüzde Londra’daki Britanya Müzesinde sergileniyor.
Yeni İskenderiye Kütüphanesi
İskenderiye Kütüphanesi
M.Ö 330 dolaylarında kendi adını taşıyan bir şehir kuran İmparator Büyük İskender, dönemin en büyük kütüphanesini de inşa etmek ve İskenderiye’yi medeniyetin başkenti yapmak istiyordu. Büyük İskender’in Ninova’daki Asurbanipal Kütüphanesini gördüğü ve ondan ilham aldığı düşünülüyor. Büyük İskender dileğini gerçekleştiremeden hayatını kaybedince, ondan sonra tahta geçen I. Ptolemaios bu kütüphane için çalışmalara başladı. Bazı görüşlere göre I. Ptolemaios, bazı görüşlere göre ise oğlu II. Ptolemaios İskenderiye Kütüphanesini kurdu. Büyük İskender’in istediği gibi, farklı ülkelerde yazılmış eserler Yunancaya çevrilerek tek bir çatı altında toplandı. Tarihin ilk kütüphane kataloğunun da, İskenderiye Kütüphanesinde bulunan eserler için (400.000 ila 700.000 parşömen) Kallimakus tarafından M.Ö 3. yüzyılda Pinakes adıyla hazırlandığı düşünülüyor.
Yeni İskenderiye Kütüphanesinin içi
Eski metinleri kopyalamanın yanında Akdeniz’in dört bir yanından gelen bilim insanlarının araştırmaları da bu kütüphanede kendine yer buldu. Farklı zamanlarda Strabon, Öklid ve Arşimet akademisyenler kütüphaneye eserler kazandırdı. Burada Yunan, İbrani ve Mezopotamya’ya ait binlerce papirüs bulunması, Yunan, Roma, Yahudi ve Süryani kültürlerini öğrenmek isteyen dünyanın her yanından bilim ve devlet adamını buraya çekiyordu. Yunanlı yazar Galen’e göre, limana gelen yabancıların, yanlarındaki kitapları teslim etmeleri istenirdi. M.Ö 2. ve M.Ö 1. yüzyıllarda altın dönemini yaşayan kütüphanede, yaklaşık 500 bin papirüs tomarı bulunuyordu. İskenderiye Kütüphanesinin yok olmasına sebep olan yangının, bazı kaynaklarda M.S 270 yılında Roma İmparatoru Aurelian tarafından, bazı kaynaklarda M.Ö 48 yılında Jül Sezar tarafından, bazı kaynaklarda ise M.S 391 yılında İskenderiye’deki fanatik Hıristiyanlar tarafından çıkarıldığı yazmaktadır.
İskenderiye Kütüphanesinin yeniden kurulması için 34 yıl önce UNESCO’nun da bir parçası olduğu “Yeni İskenderiye Kütüphanesi” projesi başlatılmıştı. 1988’de yeni bina için UNESCO önderliğinde bir tasarım yarışması düzenlendi. Kütüphanenin tamamlanıp hizmete sunulması ise 16 Ekim 2002’yi buldu.
Pergamon (Bergama) Kütüphanesi
Tarihin en zengin kütüphanelerinden biri olan Bergama Kraliyet Kütüphanesi, (M.Ö 197-159) yıllarında Pergamon Kralı II. Eumenes tarafından yaptırılmıştı. Kültür ve Sanatın merkezi olan Bergama’da, klasik mimarinin en güzel örneklerinden biri olan kütüphanede, şimdi Berlin Müzesinde bulunan 3,5 metre yüksekliğindeki Athena heykelinden başka, tanrı heykelleri, önemli yazar ve şairlerin büstleri yer alıyordu.
Kitaplıkları heykellerle süslemek, kitapları dikine raflara yerleştirmek geleneği Bergama’da başlamıştır. Çünkü kitap, yaprak, sayfa ve fihristi bu kütüphane icat etmiştir. Rivayete göre, bu rekabetten rahatsız olan İskenderiyeliler, o zamanın tek yazı malzemesi olan papirüsü ihraç etmeyi durdururlar. Bu da Bergamalıların parşömeni (üzerine yazı yazmak veya resim yapmak için kullanılan özel hazırlanmış hayvan derisi) icat etmesini hızlandırır. Parşömen ismi Bergama’dan gelir ve ‘Bergama Kâğıdı’ anlamında Latince Charta Pergamena’dan türemiş ve bütün dillere de buradan geçmiştir. M.Ö 133 yılında Romalılar, Bergama Devletini ele geçirir ve kütüphane istiladan sonra önemini yitirir. Söylentiye göre, Roma İmparatoru Marcus Antonius, bu kütüphanedeki kitapları, Sezar’ın yaktığı İskenderiye Kütüphanesinin tekrar güçlenmesi için Mısır Melike’si Kleopatra’ya hediye eder. M.S 3. yüzyılın sonunda Aurelianus zamanında çıkan bir savaşta kütüphane yerle bir olur.
Trajan Kütüphanesi
M.S 112 civarında, İmparator Trajan, Roma şehrinin kalbinde genişleyen, çok kullanımlı bir bina kompleksi inşaatını tamamladı. Bu Forum, plazalar, pazarlar ve dini tapınaklarla doluydu. Ancak Roma İmparatorluğu’nun en ünlü kütüphanelerinden birini de içeriyordu. Trajan Kütüphanesi teknik olarak iki ayrı yapıdan oluşuyordu. Biri Latince, diğeri Yunanca çalışmalar için ayrılmıştı.
Her iki bölüm de zarif bir şekilde beton, mermer ve granitten yapılmış ve büyük merkezi okuma odaları ve tahmini 20.000 kaydırma içeren iki seviyeli kitaplıklı raflar barındırmaktaydı. Antik dönemin en modern ve ihtişamlı kütüphanesinin Trajan Kütüphanesi olduğu düşünülmektedir. M.S 5. Yüzyıla kadar kayıtlarda bu kütüphanenin varlığından bahsedilmektedir ancak sonrasında kütüphane faaliyetlerini durdurmuştur.
Celsus Kütüphanesi
Tanrıça Artemis’e adanmış Efes şehrinde inşa edilen Celsus Kütüphanesi, İskenderiye ve Pergamon Kütüphanelerinden sonra tarihin en önemli ve en büyük kütüphanelerinden biridir. Şehir, gemicilik ve kara trafiğinin yoğun olduğu merkezlerden biri olarak tarihe adını yazdırmıştır. Döneminin en önemli merkezlerinden biri olarak zengin ve kalabalık bir nüfusa sahiptir. Kütüphane, M.S 135 yılında, Asya eyaletinin yöneticisi Tiberius Julius Celsus Polemaeanus onuruna oğlu Gaius Julius Aquila tarafından yaptırılmış anıtsal bir yapıdır. Celsus Kütüphanesi günümüz kütüphanecilik anlayışına ek olarak sanatsal bir yapı özelliği de sergilemiştir. Cephesi çok zengin şekilde, skenefrons mimarisinin esaslarına uyularak süslenmiştir. Süs olarak kullanılanlar arasında heykel, kabartma ve bunları çevreleyen sütun ve alınlıklar bulunmaktadır. Ancak bu eserlerin çoğu şimdi Viyana Müzesindedir. Mermer bir merdiven ve sütunların yanı sıra Bilgelik, Fazilet, Zekâ ve Bilgi’yi temsil eden dört heykele sahiptir. Kütüphanenin iç kısmı dikdörtgen bir odadan ve kitaplık içeren bir alandan oluşuyordu. Binanın en çarpıcı özelliği bir süs lahit içine gömülmüş olan Celsus’un kendisidir.
Celsus Kütüphanesi
Beytülhikme Kütüphanesi
Beytülhikme kendi döneminin bilim ve kültür merkezi olması amacıyla 8. yüzyıl sonu ya da 9. yüzyıl başlarında Bağdat’ta kuruldu. Felsefe ve bilimle ilgili eserlerin Arapçaya çevrilmesi ve yeni eserlerin yazılması için bilim insanlarının bir araya geldiği bir merkez oldu. Hint rakamlarının -ve en önemlisi sıfırın- Arap dünyasına ve oradan da tüm dünyaya yayılması Beytülhikme’deki çeviriler sayesinde gerçekleşti. Abbasi Halifesi Me’mûn zamanında en parlak günlerini yaşayan Beytülhikme, Orta Çağ’ın en zengin kütüphanesi ve bilim merkezi hâline geldi ve 500 yıldan uzun bir süre hizmet verdi. 1258’de Cengiz Han’ın torunu Hülagu Han Bağdat’ı ele geçirince Moğollar Beytülhikme’yi de şehrin geri kalanı gibi yakıp yıktı. Hatta bazı kitapların şehirden geçen Dicle Nehri’ne atıldığı ve nehrin günlerce mürekkep renginde aktığı rivayet edilir.
Günümüzde gelişen tablet, IPad gibi teknolojilerle, insanlar daha az kitap okur oldular. Bu uygulamaların yanı sıra, kitaplardaki hikâyeleri beyaz perdeye aktaran Hollywood filmlerini ve dizilerini de unutmamak gerekiyor. Ama her şeye rağmen kitapseverler için kitap okumak, sayfalara el sürmek zevki üstün geliyor. Onlar için kütüphaneler, adeta bir ibadethane, bir deniz, okyanus, bilinmeyene açılan bir kapıdır. Büyüleyici görkemli yapıların sessizliği huzur verir onlara. Bu yüzden toplumlar, ülkeler, dünyanın her tarafında, muhteşem kütüphaneler inşa etmişler yıkılan antik kütüphanelerin yerine. Günümüzün ünlü kütüphaneleri başka bir yazının teması olabilir. Hiçbir ülke, şehir ve ev kütüphanesiz kalmasın.
Umberto Eco’ya kulak verelim, ne güzel anlatmış kütüphaneleri:
“Kütüphaneler büyüleyici yerlerdir; kimi zaman bir demir yolu peronunda gibisindir, egzotik ülkeler hakkında araştırma yaparken uzak kıyılara yolculuk ediyormuşsun duygusunu yaşarsın.”
Not:
Bu yazı, Ester Almelek'in "Hayatımızdaki Işık Sanat" (Gözlem) kitabında yer almıştır.