Fotoğraflar: Teri Erbeş (İstanbul, Temmuz 2016)
Yazarımız Nelly Barokas’ın, Temmuz 2016’da Hahambaşı Rav İsak Haleva ile gerçekleştirdiği söyleşiyi yayınlarken, toplumumuzun değerli dinî liderini sevgi ve saygıyla anıyoruz...
-----------
O bir eğitmen, iyi bir baba, samimi bir dost, toplumunun her ferdine ve her sorununa içtenlikle yaklaşan, dindarı veya az dindarı her zaman sevgiyle kucaklayan bir lider. Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Hahambaşısı RAV İSAK HALEVA ile yaptığımız söyleşiyi Şalom Dergiʼnin sayfalarına taşıma onurunu yaşıyoruz.
Sayın Hahambaşım, Türkiye Yahudi Toplumu sizi çok seviyor ve sayıyor. Bir o kadar da sizi daha yakından tanımak istiyor. Siz Rav İsak Haleva’yı nasıl tarif edersiniz?
“Sizi çok seviyorlar” ifadesi üzerinde durmak isterim. İsrail’deki eğitimden döndükten sonra beni yetiştiren bazı hocalar Türkiye’ye gelmişlerdi. Bana şöyle dediler, “Toplum seni çok seviyorsa, demek ki çok fazla taviz veriyorsun.” ‘Sevilmek’ olayı bir lider için karmaşık bir durumdur. Moşe Rabenu’nun ölümünün ardından, “Bnei İsrael ağladı” ifadesi kullanıldı. Oysa kardeşi Aron öldüğünde “Tüm Bnei İsrael ağladı” ifadesi yer aldı. Moşe bir lider olduğu için prensiplerini ayakta tutabilmek adına tabiri caizse çok kişinin nasırına bastı. Aron’un ise liderlere özgü sorumluluğu yoktu, insanlarla dostluk ilişkisi içindeydi. Ben ‘Halaha’yı zorlayarak karşımdakinin isteğini yerine getirmeyi prensip edindim. Ayrıca tüm cemaatimizin hahambaşısı olmaya çalışıyorum, dindarın, dinden uzaklaşmış olanın… Herkesi kucaklamaya çalışıyorum. Ama onları kucaklarken taviz mi veriyorum, sanmıyorum… Sevilen bir lider her zaman başarılı olur.
Nelly Barokas ve Hahambaşı Rav İsak Haleva (Foto: Teri Erbeş, 2016)
Nasıl bir ailede yetiştiniz? Nasıl bir çocukluğunuz oldu?
Bütün Sefarad aileleri gibi geleneklerine bağlı bir ailede büyüdüm. Babam her gün duasını ederdi. Doğal olarak bu beni etkiledi, benim de hayatımın bir parçası oldu. Öyle ki, 6-7 yaşımdan itibaren dinî bir kültür alarak yetiştim. Bunu sürdürebilmemin en önemli sebebi sinagogdaki arkadaşlarımla, dışarıda vakit geçirdiğim arkadaşlarımın aynı kişiler olmasıydı. Yani iki farklı seçenek arasında seçim yapmak durumunda kalmadım. Rahmetli Rav Nisim Behar’ın yanında yetiştim.
Sizi din adamı olmaya yönelten neydi?
Din adamı olma kararını ben kendi başıma almadım, annem ile babam beni bu şekilde yönlendirdiler. Onlara gece gündüz duacıyım. İsrail’de tipik bir Sefarad Yeşivası’nda altı yıl eğitim gördüm.
Sayın Hahambaşım müsaadenizle biraz özel bir soru sormak istiyorum. Rabanit Recina Hanımefendi ile nasıl tanıştınız? Evliliğiniz nasıl gerçekleşti ve kaç yıldır evlisiniz?
İsrail’deki eğitimden döndükten sonra Rav Nisim Behar’a, “Eğitimimi tamamladım, din adamı oldum, şimdi de evlenmek istiyorum, bana bir kız bulun” dedim. Ona o kadar çok güveniyordum. Bir kız bulundu. Bizleri tanıştırmak için vesile aramaya başlandı. Amikal’de bir konser var. O konsere kız da davet edildi. Piyanonun bir yanında ben, diğer tarafında başka bir genç oturuyor. Kızın teyzesi beni işaret ederek, “İşte bu çocuk” dedi. Aksilik kız bana değil, pek de yakışıklı olmayan öbür gence bakıp yüzünü buruşturdu. Sonra kıza, “Yok o değil öbür yandaki” dediklerinde kızın yüzü güldü. “Besiman Tov” o oldu. 52 yıldır evliyiz. Yeni nesil ile eski nesil arasında bir karşılaştırma yapıyorum bazen. Yeni nesil evlenmeden birbirlerini çok iyi tanımayı, birbirleri hakkında her şeyi öğrenmeyi, birkaç yıl beraber olmayı tercih ediyor. Evleniyor, altı ay sonra boşanıyorlar. Hani birbirinizi çok iyi tanıdınız da ne oldu?
Oğlunuz Rav Naftali Haleva’nın din adamı olarak yetişmesinde sizin etkiniz oldu mu?
Naftali’ye liseyi bitirmeden, ne olmak istediğini sordum. “Baba ben din adamı olmak istiyorum” dedi. Ben onun çok eğitimli, çağın gençleri ile iyi iletişim kurabilecek bir din adamı olmasını istedim. “Öyle iyi bir eğitim al ki, gençler seni eşiti olarak görsünler” dedim. Böylece ABD’de Yeshiva University’de eğitim gördü. Kıymetli bir eleman olarak ülkeye dönüp cemaatimize hizmet vermeye başladı.
Peki, çocuklarınız ile ilişkileriniz nasıldır? Allah bağışlasın pek çok torun sahibisiniz. Aralarından kariyerlerini din adamı olarak yapmaya meyilli olan var mı, bunu ister misiniz?
Çocuklarımı yetiştirdim. Torunlar üzerinde ben söz sahibi olamam. Fakat dolaylı olarak tesir edebilirim. Torunlarım arasında ikisi din adamlığına meyilli görünüyorlar. Ben çocuklarıma hem dini sevdirdim hem de herkes gibi yaşamalarına izin verdim. Allaha şükürler olsun dördü de ananelerine, dinlerine bağlıdırlar, Şabat’ı gözetirler, Kaşerut kurallarına uyarlar.
İnanç sahibi olmak insanın daha mutlu olmasına yol açar mı? İnanç ile mutluluk arasında bir ilişki görüyor musunuz?
İnanç insanı tabii ki mutlu eder. Hepimizin sorunları, mutsuzlukları, çözümleyemediğimiz durumları vardır. İnançlı kişinin böyle durumlarda Tanrı’dan beklentisi olur. Bu beklenti ona güç, güç de mutluluk verir. Eğer kişi inanç sahibi değilse, her şeyi kendi mantığı doğrultusunda inşa ettiyse, bazı sorunlar karşısında çözüm bulamadığında çok mutsuz olur. Çözümsüzlük insanı intihara kadar sürükler. Geçmişte eşim İsrail’de çok ağır bir ameliyat geçiriyordu. O ameliyathanedeyken ben de dışarıda ‘Tehilim’ okuyordum. Adamın biri de ameliyatta olan bir yakınının çıkmasını beklemekteydi benim gibi. “Ne okuyorsun?” diye sordu. “Dua ediyorum” dedim. “Ben etmiyorum, çünkü Tanrı’ya inanmam. Ben sadece tıbba ve doktorlara inanıyorum. Ama senin bu kitabı okurken bir güç kazandığını hissediyorum” dedi. “Bu gücü kazanmak zor değil, al ‘Tehilim’ kitabını sen de oku” diyerek kitabımı ona uzattım. Okuyup dua etmeye başladı. Sonradan o inançlı ve dindar bir adam oldu. Yakın zamana kadar o kişi ile ilişkim vardı. Her insanın içinde ufacık bir kıvılcım vardır, üstünde durursan alevlenir, üstünde durmazsan söner gider.
Ruhani bir lider, Türk Musevi Toplumu’nun Hahambaşısı olmanız hayatta yapmak istediğiniz, örneğin denize girmek veya sinemaya gitmek gibi, bazı şeyleri engelledi mi?
Kariyer sahibi bir insan, kendi özel yaşamında da kariyerine saygılı olması gerekir. Hahambaşı olduğumdan beri ben de bu makama saygı gösteriyorum. Peki, hahambaşı olduğum için ben denize girmeyecek miyim? Ben denize girmeyi bir spor olarak algılıyor, müsait yerlerden denize giriyorum. Canım istediğinde yürüyüşümü yapıyorum. Rahmetli Hahambaşı Rav David Asseo ile de Küçüksu civarında beraber denize girerdik. Ben ve eşim Burgazada’da çocuklarımızı büyütürken onların her zaman temiz giyimli olmalarına özen gösterdik. Çocuk değil mi, kirlenir de kirli de dolaşır. Ama insanlar, “Hahamın oğluna bak” demesinler diye, insanlara iyi bir örnek oluşturmak amacıyla çocuklarımızın hep derli toplu olmasına çalıştık.
Futbol maçlarına merakınız var mı? Tuttuğunuz bir takım var mı?
Bunu bütün dünya âlem bilir, ben Beşiktaşlıyım. Oğlum Yeshiva University’de okurken bir sene Beşiktaş şampiyon olmuştu. Üniversitenin cephesine kocaman bir siyah/beyaz bayrak asmıştı. Beşiktaş aşığıyım, millî maçları TV’de izlemekten çok zevk alırım.
Cemaatimizin geniş toplumda Yahudi Müzesi, Şalom gazetesi tarafından veya Avrupa Yahudi Günü, Edirne Sinagogu konseri gibi düzenlenen etkinlikler sayesinde, hatta televizyon programlarında sıkça tanıtılmasını önemli buluyor musunuz? Bu girişimlerin, hayatında hiç Yahudi görmeden menfi görüşleri olan kimseleri olumlu yönde etkileyebileceğini düşünüyor musunuz?
Son cümleye cevap vereceğim. Olumlu etkiler mi? Bilmiyorum. Ancak, kendini bilen bir kişinin kafasında bir soru işareti uyandırır. Yahudileri niye sevmediklerini gerçekten bilmiyorum. Ne var ki ben Avrupa Yahudi Günü olsun, müzemiz olsun gerçekleştirilen tüm bu etkinliklerin son derece olumlu olduğuna inanıyorum. Bu sayede Yahudileri tanıma fırsatı bulamamış kişiler Yahudilerin özel hayatlarına girmekte ve onların kendilerinden farklı olmadıklarını bizzat görmekteler. Bir kere Konya Üniversitesi’nde konferans vermeye davet edildim. Hiçbir zaman amfinin bu kadar dolu olmadığını söylediler. Konuşmamın sonunda bir öğretim üyesi geldi ve elimi sıkarken, “Hayatımda ilk defa bir Yahudi’nin elini tutuyorum” dedi. Belki bunda biraz biz hatalıyız, kendimizi yeterince tanıtmadık. Çünkü korktuk. Kendimizi güvende hissetmediğimiz zamanlar oldu. Varlık Vergisi oldu, arkadan farklı olaylar oldu. Ancak şimdi biraz açılarak ilerde bunun neticesini göreceğimizi düşünüyorum. Yeni nesiller Yahudileri kendi bayramları, yaşamları, inançları olan bir toplum olarak algılayacaklardır. Belki bu tanıtımın müspet sonuçları olacaktır.
Bir dönem İlahiyat fakültelerinde ders verdiniz. İzlenimlerinizi ve o deneyimle ilgili bir veya birkaç anınızı paylaşır mısınız?
Toplum olarak içimize kapalı olduğumuz dönemde, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde ders vermem istendiğinde açıkçası korktum. Teklifi düşünürken çok zor bir haleti ruhiye içindeydim. Ancak fakülteye ders vermeye gittiğim yıllar süresince Türkiye’deki İslam âlemi ile Yahudi toplumu arasında çok önemli adımların atıldığına tanık oldum. Her ne kadar ‘İbranice dersi’ ismi altında olsa da sohbetlerimiz akademisyenler ile büyük ölçüde dinî konular üzerineydi. Her iki dindeki benzerliklerin farkındalığına vardık. Hatta derslerden sonra saatlerce oturup sohbet ederdik.
Galatasaray, Bilgi ve Ankara üniversitelerinde düzenlenen seminerlerde sunulan çalışma ve konuşmalar, ‘Yok Hükmünde’ başlığı altında bir kitapta toplandı. Kitabın ana fikri Hahambaşılık, Rum veya Ermeni Patriği gibi makamların ve dinî toplulukların tüzel kişilikleri olmadığından, hukuken ‘yok hükmünde’ olduklarıdır. Bu görüşe katılıyor musunuz? Devlet makamlarınca en üst düzeyde itibar görüyorsunuz, tüzel kişiliğin yokluğu bir kısıtlama getiriyor mu?
Laki Vingas’ın derlediği kitap ciddiye alınması gereken bir çalışmadır. Senelerin tecrübesini yansıtmaktadır. Ben ilk zamanlar açıkça söyleyeyim, tüzel kişilik konusuna muhaliftim. Ne demek tüzel kişilik, hahambaşı makamı yeterli değil mi diye düşünüyordum. Ancak sonradan konulara daha yakından baktığımda bir tüzel kişiliğe sahip olunması gerektiğini gördüm. Çünkü bu işlerin bir adresi olmalıydı. Cemaatin pek çok ihtiyacının bir kişilik, bir unvan, bir sıfatla takip edilmesi gerekmektedir. Kanunen sahip olunan hakların bir tüzel kişilik çatısı altında elde edilmesi daha isabetlidir. Bundan dolayıdır ki, Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı ismini cemaatimizi en geniş anlamda temsil edecek şekilde değiştirmek üzere başvurduk ve Türkiye Hahambaşılığı Vakfı ismini tekrardan kullanabilme teyidini aldık. Bu şekilde de Cemaat Başkanı ve Vakıf Yönetimine de resmi bir kisve kazandırdık.
Yahudi gençliğinin dinî aidiyeti ve Yahudi kökenlerini koruması açısından Judeo-Espanyol mu, yoksa İbraniceyi mi öğrenmelerini daha doğru bulurdunuz?
Eskiden Judeo-Espanyol konuşan bir insan yüzde yüz Yahudi idi. Bu lisanın kendi aidiyetimizi korumada çok yararı oldu. İbraniceye gelince, İbranice uzun bir yoldur. Uzun yolu mu, kısa yolu mu seçeceksin? Alef, Bet’i bilmiyor, alfabesini bilmiyor gençler. Gençlerin İngilizcesi, Fransızcası var. Judeo-Espanyol lisanını öğrenmek daha kolay ve bu lisan birleştirici bir görev görebilir. Okulda, ders verdiğim yıllarda Judeo-Espanyol bir kelime kullandığımda çocukların kıkır kıkır güldüklerini görünce “Bu lisan öldü” diye düşünmüştüm. Ama şimdi bakıyorum gençler harıl harıl İspanyolca öğreniyorlar. “Avla Espanyol” (İspanyolca konuşun) dediğimde kimse dinlemedi, oysa bu lisan diğer yabancı dillerin de öğrenilmesine yardımcı olurdu. Şimdi bir geriye dönüş var. Tabi ki, en doğrusu İbranice bilmektir ama bu uzun bir yoldur.
Türk Yahudi Toplumu’nun geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İzmir’de Yahudi nüfusu eskiden 35 bindi. Şimdi 1.500’lere düştü. Ama cemaat yaşıyor. Eski yaşantılarını ayakta tutmak için gayret gösteriyorlar. Bizim toplumumuz ufalan bir cemaattir. Doğumlar az, Avrupa’ya ve ABD’ye göç eden, okumaya giden gençlerimiz çok. Burada kalan nüfus da yaşlanmakta… Ancak Türkiye’de devamlı bir cemaat kalacaktır. Yahudi dünyası Türkiye’deki Yahudi cemaatinin varlığını, devamını ister. Çünkü İstanbul tarihte ve günümüzde Yahudiliğin merkezi olan bir kenttir. Az veya çok hep devam edecektir.
Toplumumuz bireylerine Şalom Dergi aracılığı ile vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Gençlere derim ki, ne olursa olsun dinî ananelere sahip çıkın. Tarih Yahudiliği sadece millî hislerin değil, ananelerin koruduğunu göstermiştir. İki bin yıldır dağınık bir şekilde yaşadılar. Onların bugüne gelmesi geleneklere bağlılıkları sayesinde olmuştur. Entegrasyon sonucu gençler kültürlerinden uzaklaşmaktadırlar. Benim tavsiyem, ne olursa olsun geleneklere, kültürlerine bağlı kalmalarıdır. Bizim cemaatte çok önemli bir gelenek ‘Noçe de Şabat’tır (Cuma Akşamı). Bu gelenek aileleri çocuklarına bağlamaktadır. Günümüzde gençler ailelerini Şabat gecesi yalnız bırakmamak için yemeğe gelmekte, yemeği bitirir bitirmez de kaçmaktadırlar. Peki, günümüz gençliğinin çocukları ileride ne yapacak, bilemiyorum. Aile mefhumu çok önemlidir. Ancak, bu geleneklerin sürdürülmesi için gençlerin hayat arkadaşlarının da aynı zihniyette olması gerekir. Çok muhteşem bir gençliğimiz var ve gençler bizim geleceğimizdir.