Haber Fotoğrafı: Nouvelle Vague
Mayıs ayında sinemanın kalbinin attığı Cannes Film Festivalinde, 4.000’i basın mensubu olmak üzere 150 ülkeden 35.000 sektör ilgilisi bir araya geliyor. Bu yıl 78. Festival birkaç ilke imza attı. Festival afişi ilk kez iki resimden oluştu: 60 yıl öncesinin Altın Palmiye Ödülü galibi “Bir Erkek ile Bir Kadın” filminin kahramanları Jean-Louis Trintignant ile Anouk Aimée’yi birbirlerine sarılırken gösteren iki ayrı resim. Açılış Galasında ilk kez bir kadın yönetmenin filmi gösterildi. Genç yetenek Amélie Bonnin’in “Partir Un Jour” adlı müzikal filmi galanın izleyicilerine keyifli bir seyirlik yaşattı. Festival yönetimi sinema tekniğinin ulaştığı zirveyi, festivalin ana salonu Lumiere’e Dolby Atmos sistemiyle taşıyarak izleyicilere, projeksiyon sırasında görsel ve işitsel bir şölen sundu. 2.309 koltuklu Louis Lumiere salonu, Dolby Atmos teknolojisini uygulayan Avrupa’nın en büyük salonu oldu.
Yönetmen Burak Çevik'in objektifinden, Viktor Apalaçi, ilk Cannes yılı - 1966 afişi önünde
78. Festival galalarda ilk kez kıyafet kurallarında dikkati çeken değişiklikler yaptı. Festival yönetimi, vücudu gösteren transparan elbiseler ile büyük kuyruklu, gösterişli kıyafetlerin kırmızı halıda yasaklandığını duyurdu. Yayımlanan yönergede, “nezaket” gerekçesiyle kırmızı halıda çıplaklığa ve aşırı hacimli elbiselere izin verilmeyeceği ve kurallara uymayanların kırmızı halıya erişimi festival görevlileri tarafından engelleneceği açıklandı. Her yıl genç yeteneklere imkân tanıyıp sinemaya yeni keşifler kazandıran Cannes Film Festivali, bu yıl sadece filmler ve starlar ile değil, aynı zamanda dünya siyasetinin gölgesinde geçen tartışmalarla da gündemdeydi. ABD’de ikinci başkanlık dönemine fırtınalı bir başlangıç yapan Donald Trump’ın “yabancı ülkelerde çekilen filmler”de getirmeyi planladığı gümrük tarifeleri festivalde konuşuldu.
Leonardo di Caprio ve Robert de Niro
Festivalin ikinci günü gösterilen Tom Cruise’un “Görevimiz Tehlike: Son Hesaplaşma / The Final Reckoning”in, tıpkı üç yıl önce aynı aktörün “Top Gun: Maverick”inde olduğu gibi fırtınalar estirdi. Cannes’da Altın Palmiye Ödülü kazanan iki filmin (“Taksi Şoförü” ve “Misyon”) başrol oyuncusu olarak sahneye çıkan Robert de Niro, bu kez Onursal Altın Palmiye Ödülü ile taçlandırıldığı için Açılış Galası’nın yıldızı oldu. Leonardo Di Caprio, De Niro’ya ödülünü takdim etmeden önce uzun bir konuşma yaptı. Kendisini henüz 15’indeyken keşfeden kişinin De Niro olduğunu, kendisine yol göstericilik yaptığını ve kariyerini ona borçlu olduğunu anlattı. Elli yıldır Robert de Niro’nun fotoğrafını her gördüğümde, “Taksi Şoförü” rolünü oynarken aynanın karşısına geçip kendine “Benimle mi konuşuyorsun?” diye hitap eden, kafasını sıyırmış Vietnam gazisi Travis Bickle aklıma gelir.
Cannes Film Festivali, sinema dünyasının uluslararası film festivallerinin en görkemli Açılış ve Kapanış Galalarını tertiplemedeki ayrıcalığıyla tanındı. 78. Festivalin açılışı ve ödül töreni seremonilerinin takdimcisi, Fransız sineması ve tiyatrosunun prestijli ismi, Comédie Française aktörü Laurent Lafitte oldu. Uzun bir girişle başlattığı konuşmasını, ana yarışmanın Oscar ödüllü başkanı Juliette Binoche’u, jüri üyeleri İtalyan oyuncu Alba Rohrwacher, Amerikalı yönetmen- oyuncu Halle Berry, G. Koreli yönetmen Hong Sang-soo, Meksikalı yönetmen ve senarist Carlos Reygadas, Fransız-Faslı yazar Leïla Slimani, Kongolu yönetmen ve belgeselci Dieudo Hamadi, Hintli yönetmen ve senarist Payal Kapadia ve Amerikalı oyuncu Jeremy Strong’u tanıttı. Fransız- Kanadalı şarkıcı ve söz yazarı Mylène Farmer tek bir şarkı söyledi.
Ana yarışmada dört filmle temsil edilen Amerikan sineması, yarışma dışı gösterilen filmleriyle de ağırlığını hissettirdi. Bunlardan “High and Low” ile Akira Kurosawa’dan esinlenen Spike Lee, çok sevildiği bu festivalde öne çıkmayı başardı. Filminin başrolünde yine fetiş oyuncusu Denzel Washington vardı. Ağabeyi Joel’in gölgesinden çıkıp, senaryosunu yazıp yönettiği filmi “Honey Don’t” ile Ethan Coen başarılı bir gizemli cinayet gerilim filmi örneği sundu. Tebessümüyle ekranı renklendirirken izlemeye alışık olduğumuz Amerikalı süperstar Scarlett Johansson, ikinci yönetmenlik denemesi “Eleanor The Great” ile festivalin yan bölümü Belirli Bir Bakış’ta boy gösterdi. Johansson kadar güzel ve yetenekli ikinci bir Amerikalı süperstar Kristen Stewart senaryosunu yazıp yönettiği “The Chronology of Water”da ilk kez oturduğu yönetmen koltuğunun hakkını verdi. Bu biyografik drama filmi de Belirli Bir Bakış bölümünde yer aldı.
Kariyerinin ilk üç filmiyle fırtınalar yaratan Ari Aster ilk kez katıldığı Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında modern westerni kara komedi “Eddington” ile düş kırıklığı yaşattı. Tümü tanınmış bol sayılı oyunculu filmleriyle ünlenen Wes Anderson, gizemli komedisi “The Phoenician Scheme”de Roman Coppola ile birlikte yazdığı senaryo ile, çizgi dışı, özgün taklit edilemez sinemasının yeni bir örneğini verdi. Festivalin en merak edilen filmi “Nouvelle Vague” ile Amerikan Bağımsız Sinemasının öncülerinden Richard Linklater, hayranlarını ve Fransız Yeni Dalga Akımının özlemini çeken benim gibi sinefilleri mest etti. Son Amerikalı yarışmacı Kelly Reichardt, 1970’te geçen bir müze hırsızlığını anlattığı “The Mastermind” ile yeteneğini kanıtladı.
Ev sahibi Fransa’yı ana yarışmada temsil eden dört filmin dışında, Açılış Galasında genç bir Fransız kadın yönetmeni Amélie Bonnin, “Partir Un Jour” ile Fransız sinemasının prestijine hizmet etti. “Cherbourg Şemsiyeleri” ve “Emilia Perez” gibi iki Fransız müzikali başyapıtını akla getiren film izleyicilere hoşça vakit geçirtti. Dünya prömiyerini Cannes’da yapan “Görevimiz Tehlike: Son Hesaplaşma / The Final Reckoning” izlenmesi son derece yorucu bir film. Türden hoşlanmayanlar sayısız entrika ve teknolojik bilgi bombardımanı altında kalabiliyorlar. Ancak filmin son yarım saatindeki baş döndürücü uçakla takip ve uçaktan uçağa geçme sekansı, “Son Hesaplaşma”yı bu son bölümüyle izlenmeyi hak eden bir film yapıyor. Fatih Akın’ın “Amrum” adlı filmi Cannes Classics bölümünün açılışını yaptı. Fatih Akın ve oyuncusu Diane Kruger salona girerken ve filmin sonunda izleyiciler tarafından uzun uzun alkışlandı. Fatih Akın çok sevdiği hocası Hark Bohm’un çok çekmek istediği ancak bu arzusunu gerçekleştiremediği konuyu bizzat filme aldı. 1945 ilkbaharında, Almanya’nın savaşı kaybettiğinin belli olduğu ve Hitler’in ölüm haberinin geldiği günlerde yaşanan travmayı anlatıyor. Film, babası savaşta esir düşen, Nazi hayranı annesinin yeni doğum yapmasına rağmen açlık grevine girmesini engelleyemeyen, 12 yaşındaki Nanning’in bakış açısından anlatılıyor. Bir yeniyetmenin büyüme hikâyesinde, Nazizm’e körü körüne inanan insanların yaşadığı travma ile, saçma buldukları bir ideolojiyle alay eden Almanların karşı karşıya gelmelerini izledik.
Dominik Moll, “Dossier 137”de Paris’ten doğum yeri Haute-Marne bölgesine bir olayı soruşturmak için gelen polis müfettişi Stéphanie’nin adalet arayışını anlatıyor. Paris’te sarı yeleklilerin protesto nümayişine katılan bir gencin polis tarafından ağır yaralanması konulu “131 no’lu vakayı” yardımcısıyla soruşturan Stéphanie eline geçirdiği bir videoda, ateş eden iki polisi teşhis eder. Ancak, polisin üst düzey yöneticileri ve İçişleri Bakanlığı suçluların cezalandırılmalarını engeller. Fransa gibi bir hukuk devletinde, dokunulmazlık sağlanan polisin koruma altına alınması ayıbını, Dominik Moll çok etkileyici bir mizansen eşliğinde gözlere seriyor. Maiwenn’in Cannes’dan Jüri Ödülü sahibi film “Polisse”i (2011) akla getiren konusuyla, cinayet draması “Dossier 137”, Fransız polis teşkilatının iç yapısını ve bireysel vicdan muhasebesini derinlemesine incelemeyi sürdürüyor. Sergei Loznitsa’nın “İki Savcı / Deux Procureurs”ü 1937’nin Stalin dönemi Sovyetler Birliği’nde, rejim tarafından haksız yere suçlanan on binlerce mahkûmun yazdığı mektupların yakılmasıyla başlıyor. Yanmaktan kurtulan bir mahkûm mektubunun idealist bir savcının eline geçmesiyle başlatılan soruşturmayı merkezine alan film, dikta rejimlerinin acımasızlığını gözlere seriyor. Kolay tahmin edilebilir sürprizli finalli filmiyle, Loznitsa, eleştirel sinemasını sürdürüyor. Politik filmleriyle ünlenen Ukraynalı usta, hukuk kuralarını hiçe sayan, dokunulmazlığı olan gizli polisin marifetlerini anlatırken, bizlere yurttaşlık görevimizin demokrasiye sahip çıkma mücadelesi olduğunu hatırlatıyor.
“Partir Un Jour”
Ünlü oyuncu Hafsia Herzi dördüncü yönetmenlik denemesi olan “La Petite Dernière”de çok cesur bir konuyu, eşcinsel eğilimi olduğunu keşfeden dindar bir Müslüman kızın yaşadıklarını anlatıyor. Bir erkekle platonik bir ilişki yaşarken internetten tanıştığı bir kızla ilk eşcinsel tecrübesini yaşayan Fatima, Koreli bir kıza âşık olur ancak terk edilince bunalıma girer. Lezbiyenlerin devam ettiği bir barda tanıştığı kadınlarla ilişkilerini sürdürür. Dinî vecibelerini sürekli yerine getiren Fatima bir imamdan yardım talep eder. İmam, erkek görünümlü genç kıza dişiliğini kullanıp erkeklerin ilgisini çekmesini önerir. Fatima’nın eski erkek arkadaşıyla yaşadığı cinsel ilişki işe yaramaz. Film çok gerçekçi bir final bölümüyle noktalanır. Ana yarışmanın ilk filmi, Alman yönetmen Mascha Schilinski’nin “Sound Of Falling”i, dört farklı kuşaktan kadınların yaşamlarını, Almanya’nın Altmark bölgesindeki aynı çiftlikte geçen yüzyıllık bir zaman diliminde birbirlerine bağlayan bir anlatı sunuyor. Bu son derece iç karartıcı, karamsar, karanlık, kasvetli, ağır atmosferli ve fazla iddialı film beklentilere cevap veremiyor. Sembol yüklü, izlenmesi zor, Haneke’nin Altın Palmiye ödüllü “Beyaz Bant / The White Ribbon”u akla getiren filmin en uzun bölümü 9 yaşındaki masum bir kızın gözünden anlatılıyor. Oliver Laxe dramatik gerilim filmi “Sırat”ta, oğlunun eşliğinde kayıp kızının izini süren bir babanın, kuzey Afrika çöllerinde geçen içsel ve fiziksel yolculuğunu anlatıyor. Luis (Sergi López), kızının 5 ay önce Fas’ta bir parti sırasında kaybolmasının ardından, çölde düzenlenen bir başka partiye katılarak, bir grup gençle birlikte Atlas Dağlarını aşmaya çalışır. Bu son derece zorlu ve tehlikeli yolculuk, sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve ruhsal bir keşif halini alır. Başrollerden birini tek kolu kesik bir amatör aktör, diğerini de takma bacaklı bir başka engelli oynuyor. “Sırat” çok özgün, tansiyonu fevkalade yüksek, özgün bir distopya filmi olarak alkışlandı.
FESTİVAL ÖDÜLLERİ
Altın Palmiye: Un Simple Accident (Jafar Panahi)
Büyük Ödül: Sentimental Value (Joachim Trier)
Mizansen Ödülü: Kleber M. Filho (Gizli Ajan)
Jüri Ödülü: Sirat (Olivier Laxe) ve Sound of Falling (Mascha Schilinski)
Özel Jüri Ödülü: Resurrection (Bi Gan)
Senaryo Ödülü: Dardenne Kardeşler (Jeunes Mères)
En İyi Kadın Oyuncu: Nadia Melliti (La Petite Dernière)
En İyi Erkek Oyuncu: Wagner Moura (Gizli Ajan)