“NOUVELLE VAGUE” Yön: Richard Linklater - Sen: Holly Gent - Lætitia Masson - Vincent Palmo Jr. - Gör: David Chambille - Kur: Catherine Schwartz
Oyn: Zoey Deutch - Guillaume Marbeck - Aubry Dullin - Adrien Rouyard -Matthieu Penchinat - Alix Bénézech - Paolo Luca Noé - Jonas Marmy
1960 Houston (Texas) doğumlu Amerikalı yönetmen Richard Linklater, 1990’ların Amerikan bağımsız film rönesansı sırasında öne çıkan ilk ve en başarılı yeteneklerinden biriydi. Gençliğin isyanını dile getiren, nadir görülen şefkat ve anlayışla kuşaklar arası ritüellere ve geleneklere ince ayrıntılarla odaklanırken, dönemin 20’li yaşlardaki kültürünü sinemaya taşıdı. Auteur filmleri ile araştırma filmleri üzerindeki parlak filmografisiyle Richard Linklater bilinen bir sinefil. “Nouvelle Vague” bizleri 1959-60 yıllarının Yeni Dalga Akımının ilk filmlerini verdiği yıllara keyifli bir yolculuğa götürüyor. Amerikalı yönetmen bu akıma saygı duruşunda bulunduğu filmiyle, Jean-Luc Godard’ın yaratıcı sürecini, sinema tarihine olan ilgisini ve farklı anlatım biçimlerine olan merakını ortaya koyma başarısını gösteriyor. Sinema dünyası bu ikonik Fransız yönetmenini bu filmiyle keşfetti.
65 yıl önceki bir konuyu ele almasına rağmen “Nouvelle Vague” asla naftalin kokan bir film değil; tam tersine ince mizahıyla yönetmeninin sarsılmaz sinema sevgisini gösteren bir film. Fransız Yeni Dalga Akımının doğuşuna konu alan bu biyografik drama, Jean-Luc Godard’ın 1960 tarihli kült filmi “Serseri Aşıklar / A Bout De Souffle”un yapım sürecini, dönemin ruhunu ve sinema tarihindeki dönüm noktasını anlatıyor. Linklater sadece bu filmin çekim sürecini aktarmakla yetinmiyor; sinema tarihinin en gizemli yönetmenlerinden biri olan Godard’ın tarzına, ruhuna, kişiliğine de odaklanıyor. Linklater, tamamı Fransızca çektiği bu ilk filmini, siyah-beyaz ve 4:3 formatında çekerek dönemin estetiğine de sadık kalıyor. Film, Truffaut (Adrien Rouyard) ve Chabrol’un (Antoine Besson) desteğini arkasına alan Godard’ın yaratıcı vizyonunu, dönemin sinema anlayışını gözlere seriyor. Filmde ayrıca, Roberto Rossellini (Laurent Mothe), Robert Bresson (Aurélien Lorgnier), Juliette Greco’nun (Alix Bénézech) da aralarında bulunduğu dönemin ünlü figürleri de yer alıyor.
Fransız kültürüne hayran kişiliğiyle Richard Linklater’ın adı “Frankofon Amerikalı” yönetmene çıkmıştı. Bu kültürel bağlarını, Éric Rohmer tarzı düşünsel aşk anlatısını “Before Sunrise” üçlemesinde kullanarak, Godard etkisinde kaldığını “Boyhood”da göstererek, Yeni Dalga Akımını benimsediğini son filminde açıkça yansıtarak sergilemiştir. Amerikalı yönetmenin en iyi filmi olduğunu düşündüğüm bu duygu yüklü film, postmodern bir Fransız Yeni Dalga Akımı mirası. Linklater, arşivlik bir miras bıraktığı bu filmiyle, izleyicisini Yeni Dalga Akımının kalbine nostaljik bir sinema yolculuğuna davet ediyor. Godard’a ve sinema sanatına saygı duruşu niteliğindeki bu heyecan verici film, sinefillerin kalp atışlarını hızlandıran unutulmaz bir kült film olacak. Godard’ın deneysel yaklaşımlı filmi “Serseri Aşıklar” üzerinden Linklater, sinema aşkını yansıtan olağanüstü bir film yapmış.
LINKLATER: FRANKOFON AMERİKALI
“Mayıs 68 Olayları” sırasında Cannes Festivali ana salonunda, Godard’ın perdenin açılmasını engelleyen grupta başı çektiğine tanıklık ettim. Cannes serüvenimde kendisini basın konferanslarında sürekli somurturken, antipatik gözükmek için ekstra çaba sarf ederken gördüm. Ancak bu özellikleri Godard’ın sinema sanatının en önemli, en yenilikçi, en özgün yaratıcılarından biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sinema tarihinin önemli kilometre taşlarından biri olan “Serseri Aşıklar” filminin çekiliş aşamasını anlatan filmin Amerikalı bir yönetmen tarafından perdeye aktarılmasını önemli buluyorum. Film, bizlere François Truffaut ve Claude Chabrol gibi iki efsanenin Godard’a senaryo yazılımında katkı vermelerini, Roberto Rossellini gibi bir dehanın Yeni Dalga yönetmenlerini yüreklendirme çabalarını, filmde oynamayı kabul eden yönetmen Jean-Pierre Melville’in (Tom Novembre) rolünü doğaçlama oynamasını, filmin görüntü yönetmeni Raoul Coutard’ın (Matthieu Penchinat) Godard ile tanışmasını, filmin yapımcısı George Beauregard’ın (Bruno Dreyfürst) kendisini takmayan Godard ile takışmasını, filmin çekimi sırasında Godard’ın aynı bölgede kendi filmini çeken Robert Bresson ile tanışmasını gösterirken, kendimizi sinema sanatı içinde bir gezide hissettik.
Linklater’ın filminde, 1959 Cannes Film Festivali’nin eski Festival Sarayı’nın balkonunda, “400 Darbe”yi izlemek için gelen Yeni Dalga Akımının önde gelen kuramcılarını bir arada görmek, projeksiyonun sonunda Jean Cocteau’nun (Jean Jacques Le Vessier) François Truffaut’yu başarısı için tebrik ettiği sahnenin çok inandırıcı bir şekilde çekildiğini söylemek lazım. Filmi izlerken Godard’ın gizemli kişiliği ve bazı sırları hakkında ilginç bilgiler öğreniyoruz: Godard, film çekmeye başlayan Cahiers du Cinéma’daki Eric Rohmer (Côme Thieulin) dahil eleştirmen arkadaşları ve Yeni Dalga Akımına katılan birçok yönetmenin film üretmelerine rağmen kendisinin henüz bunu başaramadığından yakındığını söylüyor. (İlk uzun metrajlı filmi “Serseri Aşıklar”ı 30’unda yaptı). Otto Preminger’in “Günaydın Hüzün / Bonjour Tristesse” filmiyle büyük prestij kazanan Jean Seberg’e (Zoey Deutch) Godard’ın: “Benimle o filminin devamını oynayacaksın” dediğini, oyuncularından filmin senaryosunu sakladığını, kendilerine çekilecek her sahneden önce rollerini anlatmakla yetindiğini öğreniyoruz.
Godard’ın, Humphrey Bogart’ın parmağını dudağında gezdirdiği ünlü tikini Jean-Paul Belmondo’ya öğreten kişi olduğunu, filmin final sahnesinde polis kurşunuyla vurulan Belmondo’nun tökezleyerek yere yuvarlanırken, yoldan geçen bir polisin olaya müdahale etmek istediği gibi detayları öğreniyoruz. Jean Seberg’in yerde yatan sevgilisinin dudak tikini taklit ettiği görüntüyle film noktalanır. Godard’ın “Serseri Aşıklar”ın çekildiği platolara gazetecileri sokmadığını, ilk günün kısacık bir çekim sürecinden sonra: “Tamam, bugün başka bir fikrim yok, yarın görüşürüz” diyerek herkesi şaşırttığını, teknisyenlerine, filmin yapımcısına karşı kaba ve saygısız davranışlarıyla antipatik kişiliği hakkında filmde ince detaylara rastlıyoruz. Hemen aklımıza “Godard ve Ben / Le Redoutable” ile yönetmeni perdeye taşıma fırsatını kötü kullanan Michel Hazanavicius geliyor. 1968’de Cannes Festivali’nin yarıda kalmasında başrolü oynayan Godard’ın ve destekçilerinin eylemlerini görüntülerle vermek yerine, Hazanavicius bu tarihî olayı radyo ajans haberiyle geçiştirmek gibi bir ucuzluğa baş vurarak düş kırıklığı yaşatmıştı.
MÜKEMMEL CASTING ÇALIŞMASI
İsviçre kökenli burjuva bir aileye mensup, bir özel klinik sahibi varlıklı bir babanın oğlu olan Godard, sinemaya başlangıç yapmada, yaşıtları Alain Resnais, Louis Malle, Jacques Démy, eşi Agnes Varda, Rohmer, Truffaut, Chabrol’un gerisinde kaldı. Ancak sonraları, kısasıyla, uzunuyla 300 film üretti. Aralarından bazıları filme çekilmeyi değil, sadece yayımlanmayı hak eden edebi ve felsefi metinlerdi. Bunların bazıları, sinemanın en prestijli festivalleri olan Cannes, Berlin ve Venedik dahil 50 ödül aldı. Kendisine verilen Onursal Oscar Ödülü’nü almaya gitmeyişini kimse yadırgamadı. Cannes Film Festivali Direktörü Thierry Frémaux “Nouvelle Vague” filmi için: “Bir akımın oluşum hikâyesini anlatan bir film. Truffaut ve Chabrol ilk filmlerini çoktan yapmışlardı; Godard kendi filmini yapmak üzereydi ve ardından Rohmer ve Rivette geldi. Bu, çok ama çok heyecan verici bir film ve muhtemelen birkaç yıl önce bu şekilde yapılması mümkün olamazdı. Şimdi, gelişen teknoloji sayesinde, 1959-60 yıllarının Paris’inde olduğunuzu gerçekten hissedebiliyorsunuz. Gençliğin güzel olduğunu, güçlü olduğunu söyleyen bir film. Ve bu gençlik, 1960’tan itibaren modern sinemada devrim yaratan bir filmin ortaya çıkması için yaratıcı süreçte özgürlüğün ne kadar önemli olduğunu söyledi.”
Mükemmel bir casting çalışmasıyla, filmde Yeni Dalga Akımına yön veren sanatçıların hemen tümünün fiziksel benzerliği olan oyuncular tarafından canlandırılması filme inandırıcılık katıyor. Filmin tek ünlü oyuncusu Amerikalı Zoey Deutch dışında kalan tüm oyuncular, büyük ölçüde tanınmamış Fransız oyunculardan oluşturuldu. Başrollerdeki iki hiç tanınmamış oyuncudan, Godard’ı canlandıran Guillaume Marbeck evvelce sadece iki küçük rolde gözükmüş bir aktör. Belmondo’ya henüz bir film ve bir TV dizisinde yer alan Aubry Dullin can veriyor. Truffaut’ya çok benzeyen Adrien Rouyard, Chabrol’de Antoine Besson da önceleri adları duyulmamış aktörler. (“Godard ve Ben”de Godard’ı ünlü Louis Garrel canlandırmıştı). Daha önce “Everybody Wants Some” filminde Linklater ile çalışan Zoey Deutch Jean Seberg’ı oynuyor. Amerikalı aktris son olarak geçen yıl Clint Eastwood’un “Juror # 2” filminde yan rollerin birini üstlenmişti. Jean Seberg gerçek hayatta, Kara Panter ve diğer radikal gruplarla bilinen bağlantısı nedeniyle FBI’ın tacizi sonuncu 1979’da Paris’te intihar etmişti. Talihsiz aktris Jean Seberg ilk evliliğini ünlü Fransız yazar Romain Gary, ikincisini Fransız yönetmen François Moreuil, sonuncusunu Amerikalı aktör, senaryo yazarı ve yönetmen Dennis Berry ile yapmıştı.
Yazımı Amerikan Bağımsız Sinemasının karizmatik temsilcisi, zaman temasını derinlemesine işlemesiyle ünlü Richard Linklater ile bitirmek istiyorum. Linklater sinemada benzeri az rastlanan, aynı oyuncu kadrosuyla 12 yıl boyunca çekilen, Oscar’a 5 dalda aday gösterilen “Boyhood”da (2014) bir çocuğun gözünden bir büyüme hikâyesi anlattı. “Before Üçlemesi”nde, gerçek zamanla ilerleyen 9 yıllık aralıklarla çekilen karakterlerin olgunlaşması doğrudan izlendi. “Before Sunrise” (1995), “Before Sunset” (2004) ve “Before Midnight”ta (2013) hep aynı oyuncular, Fransız Julie Delpy ve Amerikalı Ethan Hawke yer aldı. Neredeyse tamamen, bu iki karakterin yürürken, otururken sohbet etmeleriyle geçen “Before Sunset”te olduğu gibi, Linklater klasik olay örgüsü yerine, karakterlerin uzun, felsefi, entelektüel diyalogları üzerinden filmini ele alır. Yenilikçi teknikler (uzun dönem çekim, rotoskop animasyon), diyalog temelli anlatım, yönetmeni benzersiz kılar. “Nouvelle Vague” dokü-draması, siyah-beyaz arşiv görüntüleri, özgün olma özeliğiyle, klasik biyografik filmlere meydan okuyor. Bu yönüyle de, Sam Mendes’in işlevsiz Amerikan ailesini anlattığı, beş Oscar’lı “Amerikan Güzeli / American Beauty”sini akla getiriyor.
“Nouvelle Vague” ABD’de 10 Ekim’de vizyona giriyor. Ancak İKSV sinemaseverlere bu emsalsiz filmi izleme fırsatını sunacak. İKSV’nin düzenlendiği “filmekimi festivali” bu filmi Ekim ayında İstanbul, Ankara, İzmir ve Eskişehirli sinefillerin beğenisine sunmak için programına aldı.