Haber Fotoğrafı: Yapışık ikiz olan Abby ve Brittany evliliklerini bir de bebekle taçlandırdıklarında merak dolu gözler bir anda onlara döndü
Tıbbın sınıflandırdığı, toplumun dışladığı bir gerçek vardır: “anomali.” Yani normalin dışında yer alan. Normal nedir? Toplumsal kabulle, “en çok ve en yaygın olan”. Oysa her beden, kendi hikâyesini taşır. Yapışık ikizler, albinizm, cücelik ve benzerleri… İnsanlık, bu hikâyeleri anlamak yerine, yıllarca bilet keserek izlemeyi tercih etti.
Yapışık ikizler bebek sahibi oldular
Geçtiğimiz aylarda bu konuyu yeniden gündeme taşıyan bir haber dünya basınında geniş yer buldu: 1990 doğumlu yapışık ikizler Abby ve Brittany bir bebek sahibi olmuştu. Siyam ikizi olarak dünyaya gelen ve cerrahi olarak ayrılmaları riskli görülen kardeşler, tek bedende yaşamayı seçmişti. Abby’nin 2021’de eski bir asker olan Josh ile evlenmesiyle medya ilgisinden uzaklaşan kardeşler, bu kez dünyaya getirdikleri çocukla “farklı olmanın” sınırlarını bir kez daha hatırlattılar.
Benzer bir örnek birkaç yıl önce Türkiye’de yaşanmıştı. Kamerunlu yapışık ikizler, ülkemizde gerçekleştirilen 27 saatlik bir operasyonla birbirinden sağlıklı biçimde ayrılmıştı. Aynı dönemde Kahramanmaraşlı Ayşe ve Sema kardeşler de ayrılmadan üniversite eğitimlerini tamamlayıp kütüphanede çalışmaya başlamışlar ve basının yoğun ilgisine mahzar olmuşlardı.
Tıpta ikizlik, anne rahminde birden fazla embriyonun gelişmesiyle açıklanır. Ancak hücre bölünmesindeki aksaklıklar bazen tek yumurtanın tam olarak ayrılamamasına yol açar. Böylece “yapışık ikiz” adı verilen durum ortaya çıkar. Bu olgunun nedenleri tam olarak bilinmese de, tarih boyunca hem bilimin hem toplumun ilgisini çekmiştir.

Siyam İkizleri kavramına adını veren Chang ve Eng Bunker kardeşler…
“Siyam ikizi” terimi, 1811’de Siyam’da (bugünkü Tayland) doğan Chang ve Eng Bunker kardeşlerden gelir. Bir İskoç tüccarın ilgisini çeken bu kardeşler, 1829’da bir denizciyle Amerika’ya götürülmüş ve “ucube gösterileri”nin yıldızları hâline getirilmişlerdir. 25 sent karşılığında halk, bu ikizleri sahnede izler, şaşkınlıkla alkışlardı. Kardeşler zamanla kendi şovlarını düzenleyip evlenmiş, toplamda 21 çocuk sahibi olmuşlardı. Sadece göğüs ve karaciğer kısmından bağlı oldukları bilinen Chang ve Eng’in, bugün modern cerrahiyle kolayca ayrılabilecekleri düşünülüyor.

“Fil Adam” Joseph Merrick
“Ucube Gösterileri” ve “Ucube Müzesi”
“Ucube gösterileri (ing. Freak show)”, 18. ve 19. yüzyıl Amerika’sında giderek popülerleşmişti. İnsan farklılığı bir tür eğlenceye dönüşmüş, merak ve istismar arasındaki çizgi silinmişti. Bu dönemin en hüzünlü figürlerinden biri de “Fil Adam” olarak bilinen Joseph Merrick’tir.
1980 yapımı, sekiz dalda Oscar adayı The Elephant Man filmine de konu olan Merrick, Proteus sendromu denilen nadir bir hastalıktan mustaripti. Çocuk yaşta yetim kalan, vücudu giderek deforme olan Merrick, uzun yıllar boyunca panayır panayır dolaştırılmış, bir “sergi malzemesi” gibi gösterilmişti. Ancak yaşamının son yıllarında Dr. Frederick Treves’in korumasına alınmış ve 27 yaşında, büyük olasılıkla kendi ağırlığı altında nefes alamayarak ölmüştü.
Proteus sendromu, genetik bir bozukluk sonucu dokuların anormal büyümesiyle seyreder. Dünyada yalnızca yaklaşık 200 vaka tanımlanmıştır. Hastalığın adı, denizin değişken yüzünü temsil eden Yunan tanrısı Proteus’tan gelir. Belki de insan bedeninin çeşitliliğini anlatan en sembolik referanslardan biridir.

P.T Barnum’un sirki anomalili insanları gösteri malzemesi haline getirmede oldukça ustaydı
Bu dönemin önemli bir ismi de P. T. Barnum’dur; farklı bedenleri, alışılmadık görünümleri bir araya getirerek “ucube müzesi”ni kuran adam. Onun gösterilerinde “Amiral Nutt” lakaplı cüce George Nutt’tan, 2 metre 29 santimetrelik dev kadın Anna Haining Bates’e kadar birçok insan “sergilendi.” Bates’in muhtemelen hipofiz bezi tümöründen kaynaklanan boyu, o dönemin tıbbı tarafından çözülememişti; ama Barnum için bu farklılık bir “gösteri değeri”ydi.
Bugün dönüp baktığımızda, o dönemin ahlaki zaaflarını yargılamak kolay. Ama belki de mesele, insanın farklı olana nasıl baktığında gizli. Bir zamanlar “ucube” diye sergilenenler, bugün bilimsel literatürde ya da beyaz perdede “özel” sıfatıyla anılıyor. Fakat isimler değişse de bakış aynı kaldıysa, insanlık gerçekten ilerledi mi?
Artık sahnede insanlar değil, hayvanlar var ama alkış hâlâ aynı ellerden çıkıyor. Foklar, yunuslar, aslanlar gösteri merkezlerinde, sahte safari turlarında “seyirlik” birer varlığa dönüştürülürken, medeniyetin ölçüsünü yeniden düşünmek gerekiyor. Belki de insanlık değişmedi; yalnızca vitrini yeniledi.






