Erkek egemen bilim ve tıp dünyasının yüzyıllar boyunca kadınların ruhsal ve fizyolojik çalkantılarını anlamlandırma çabası çoğu zaman bir “bilmeceyi çözme”den ziyade, “bilmeceyi yok sayma”ya dönüşmüştür. Antik Yunan’dan Modern Çağ’a uzanan bu yolculukta, kadınların karmaşık duygusal dünyası çoğu kez “histeri” gibi muğlak, her derde deva (!) bir tanıya sığınarak etiketlenmiştir.

Yunancada “rahim” anlamına gelen “hystera” kelimesinden türeyen “histeri” terimi, kadınlarda görülen çeşitli psikolojik ve fiziksel semptomları açıklamak için kullanılıyordu. Hipokrat ve o dönemin diğer düşünürleri, kadınların yaşadığı bu rahatsızlıkların, “rahmin vücut içinde dolaşarak” sinirleri, ciğerleri veya kalbi sıkıştırması sonucu ortaya çıktığına inanıyordu. Bu inanç, kadının bekâr kalması veya cinsel olarak doyumsuz olması durumunda rahmin “yerini yitirdiğine” dair yanlış bir teoriye dayanıyordu. Bugün bile, özellikle ruh sağlığı alanında, bu tarihsel mirasın gölgeleri hissedilmektedir.


Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu kadınlarda yüzyıllar boyunca gözden kaçırılmıştır

Kadınlarda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu
Son yıllarda artış gösteren bir eğilim ise bu tarihsel yanılgının en çarpıcı örneklerinden birini sunuyor: Kadınlarda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) tanılarındaki artış. Yıllarca sadece “hareketli, ele avuca sığmaz erkek çocuklarının” bir sorunu olarak görülen DEHB’nin, aslında kadınları çok farklı ve sessiz bir şekilde etkileyebileceği, son çalışmalarda gösterilmektedir. Bu sessizliğin bedeli ise yıllarca süren yanlış teşhisler, anlaşılmama hissi ve içsel bir fırtınayla mücadele etmek zorunda kalan sayısız kadın hikâyesi olmuştur.

Burada, hastalığın belirti spektrumunun anlaşılmasında yaşanan paradigma değişimi büyük bir rol oynuyor. Klasik DEHB tablosu, genellikle dışa dönük hiperaktivite, dürtüsellik ve sınıfın en arka sırasında duramayan ve muzırlık peşinde koşan bir öğrenci imajıyla anılırdı. Bu tablo, özellikle küçük yaşlardaki erkek çocuklarının belirtileriyle örtüşüyordu. Ancak modern araştırmalar, DEHB’nin, kadınlarda genellikle “içe dönük” ve daha az göze çarpan semptomlarla kendini gösterdiğini ortaya koyuyor. Örneğin, bir erkek çocuğu fiziksel olarak hareket ihtiyacındayken, bir kız çocuğu içsel bir huzursuzlukla kıvranabilir. Dışarıdan bakıldığında sessiz ve sakin görünen bir kız aslında derslerine odaklanamayan, hayallere dalıp giden ya da zaman yönetiminde ciddi sorunlar yaşayan bir DEHB hastası olabilir. Bu belirtiler, sıklıkla yanlış bir şekilde “tembellik,” “dikkatsizlik,” ya da “utangaçlık” olarak yorumlanmıştır.

Kadınların sosyal beklentilerle baş etme çabası da bu sessiz fırtınanın bir başka boyutunu oluşturuyor. Toplum, kadınlardan düzenli, planlı ve sorumluluk sahibi olmalarını bekler. Bu beklentiler, DEHB semptomlarıyla mücadele eden kadınlar için ekstra bir baskı yaratır. Dağınıklıklarını, unutkanlıklarını ve içsel dağınıklıklarını gizlemek için aşırı çaba harcarlar. Bu “maskeleme” davranışı, onların durumunun fark edilmesini daha da zorlaştırır.

Yıllarca süren bu yorucu mücadele, DEHB’ye eşlik eden anksiyete ve depresyon gibi başka ruhsal sorunların ortaya çıkmasına da zemin hazırlar. Doktorlar bu ikincil sorunları birincil sorun sanarak, hastaya sadece anksiyete veya depresyon tanısı koyabilirler. Bu duruma psikolojide “çapalama yanlılığı” denir; yani doktorun ilk bulgulara saplanıp kalması ve asıl nedeni gözden kaçırabilmesi.


Freud, histeri tanımını rahat kullanması ile kadınlardaki rahatsızlıkları tek tipleştirmede önemli rol almıştır


Modern tıp uzun süre kadınları anlamada yetersiz kaldı
19. Yüzyılın sonlarında Viyanalı psikiyatrist Sigmund Freud’un “histeri” teşhisiyle tedavi ettiği kadınlar o dönem değerlendirmelerinde bu tanının fiziksel semptomlarını göstermekteydiler. Bugün, o dönemde histeri teşhisi konan pek çok kadının aslında DEHB, otizm spektrum bozukluğu veya travma sonrası stres bozukluğu gibi farklı nörogelişimsel farklılıkları veya ruh sağlığı sorunları olduğu düşünülmektedir. Bu, modern tıbbın ne kadar uzun bir süre boyunca kadınları anlama konusunda yetersiz kaldığının acı bir göstergesidir.


Memleketimizde de pek çok farklı olası tanı kadınlar açısından “onların halleri var” denerek geçiştirilmiştir

Ancak kesin olan bir şey var ki, DEHB’nin kadınlardaki görünümü, erkeklerdeki klasik tablodan çok daha karmaşık ve derindir. Artan tanı sayıları bir salgın durumundan ziyade, uzun süredir göz ardı edilen bir gerçeğin yüzeye çıkmasıdır. Bu, özellikle tıp dünyası için bir ders niteliği taşımalıdır. İnsan sağlığına yaklaşırken, cinsiyetler arası farklılıkları göz önünde bulundurmak ve tarihsel önyargılardan arınmak, doğru teşhis ve tedaviye giden yolda atılması gereken en önemli adımlardan biridir. Belki de bu artış daha eşitlikçi, daha kapsayıcı bir sağlık sistemine doğru atılan o ilk adım olacaktır. Ve bu sessiz fırtına, sonunda hak ettiği ilgiyi ve anlayışı bulacaktır.

Kaynakça:
https://www.epicresearch.org/articles/stimulant-prescribing-rates-remain-steady-for-patients-with-adhd
https://psychcentral.com/adhd/adhd-and-gender#prevalence