Hayalet olmak” bir duygu, bir durum olabilir mi?
“Hayaletleşmek” psikolojik ve sosyolojik anlamda yaşanabilen bir his mi? Bir mekân hayalet olabilir mi? Fransız filozof Jacques Derrida, 1993 yılında yayınlanan “Marx’ın Hayaletleri” kitabında yarattığı “hauntology” terimiyle hayaletleşmeyi anlatıyor. Derrida’nın yarattığı terimin kendisi bile başlı başına ilginç. “Hauntology” terimi, Karl Marx’ın Komünist Manifesto’da yazdığı ünlü “a spectre is haunting Europe - the spectre of communism” cümlesinden geliyor. Derrida, buradaki “haunt” kelimesinin sonuna -ology ekini getirerek usta bir kelime oyunu yapmış oluyor. Derrida’nın anadili Fransızcada kelimenin başındaki “h” harfi okunmaz, yani “hauntology” kelimesini Fransızcada sesli okuduğumuzda “ontoloji” diye okuruz. Ontoloji dediğimiz de felsefede varoluşu araştıran disiplindir. Yani “hauntology” terimindeki h harfi, yazıda okununca var olur, sesli söylenince yok olur; var ve yok arasında gidip gelen bir hayalettir. Mesele, bu terimi Türkçeye çevirmeye çalışınca daha da karmaşık oluyor. “Haunt” kelimesinin kesin bir Türkçe çevirisi yok, inanın ki aradım. Örneğin Marx’ın yukarıda yazdığım cümlesi, Türkçeye “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor - komünizmin hayaleti” olarak çevrilmiş. Dolaşmak, hortlamak, ziyaret etmek, dadanmak gibi kelimeler yakın olsa bile ne yazık ki “haunt” kelimesine eş değil. Bu kelime İngilizcede var, Türkçede yok. Ben İngilizce okurken ve yazarken var oluyor, Türkçede yok oluyor. Yani “haunt” kelimesinin kendisi bile Türkçede bir hayalet.
Ulaşılamayan geleceğin sızısı
Hauntology terimi Türkçeye çevrilemese de Türkiye’de kişisel olarak sıkça yaşadığım bir deneyimi betimliyor. İngiliz filozof Mark Fisher, Kasım ayında okuduğum “Ghosts of My Life: Writings on Depression, Hauntology and Lost Futures” kitabında bu terimi büyüleyici bir biçimde anlatıyor. Mark Fisher için hauntology kısaca: “kaybedilmiş gelecekler için hissedilen nostalji”. Mark Fisher’e göre 21. yüzyılda yaşayan bizlerin zihinlerinde sadece geçmişin değil, kaybedilen geleceklerin de hayaletleri dolaşıyor. Hayaletlerin zihinlerimizde dolaşmasının yarattığı duygu, yani “haunt” edilme hissi, hiçbir zaman gelmemiş bir geleceğin özlemini duymaktır. Ulaşılamayan geleceklerin hissettirdiği sızlamadır.
Zihinlerimizde dolaşan ve peşimizi bırakmayan hayaletler, kaybedilmiş gelecekleri temsil eden yerler, kişiler, şeylerdir. Ve bu “şeyler” bize çok yoğun bir melankoli hissettirir. Mark Fisher, bu melankolinin “geleceğimizin yavaş iptalinden” kaynaklandığını söylüyor. Fisher’in burada anlatmak istediği, gelecekten kesilen umuttur, bir şeylerin değişebileceğine dair beklentilerimizin bir balon gibi yavaşça sönmesidir. “Haunt” edilmek, geleceğimizdeki yaşanacak beklentilerin ve ihtimallerin ölümü ve bizim bu ölüme karşı başarısız bir yas tutma eylemi göstermemizdir. Umduğumuz geleceğin gerçekleşmeyeceğinin farkındayızdır, ama yine de ihtimallerin heyecanına tutunuruz. Hauntology, Büyük Ev Ablukada’nın sözleriyle, asla gerçekleşmeyecek, gerçekleşemeyecek ihtimallerin heyecanına üzülmek, bu ihtimallerin melankolisini ve nostaljisini yaşamaktır.
Geç kalmışlık hissi
Benim bu “hayaletleşmeyi” en yoğun hissettiğim yer şüphesiz Taksim. Mark Fisher’e göre hayaletleşmedeki his, “geç kalmışlık, altın keşfinden sonra yaşamışlık” hissidir. Benim Taksim ile ilişkim herhalde bundan daha iyi anlatılamazdı. Ben Taksim’in ihtimallerini, bana sunabileceklerini, lisenin son yıllarında sadece çok kısa bir süre yaşayabildim. O senelerde Asmalımescit ve İstiklal Caddesi’nde sokaktaki masa ve sandalyeler kaldırılmaya başlanmıştı bile. Benim Taksim’i keşfetmeye başladığım seneler, büyüklerimin “artık eski Taksim kalmadı” dediği senelerdi. Taksim eskiden bir altın ise, ben kesinlikle bu altının keşfinden sonra yaşamaya başlamıştım. Buna rağmen büyüklerim Eski Taksim’den bahsettiğinde yine de gözlerimde canlanan bir şey var. Taksim’i 2011 senesinde yaşamak, Taksim’in sunabileceklerinin farkında olmak fakat onları asla yaşayamamaktır. Eski Taksim dendiğinde neden bahsedildiğini anlıyorum ama bilmiyorum. Hayaletleşmek, kırık bir hafızaya maruz kalmaktır. Eski Taksim dendiğinde gözümde canlanan gerçekten benim hatırladıklarım mı yoksa bir yerlerde gördüğüm Ara Güler fotoğrafları mı emin olamıyorum. Küçükken kaybedilen bir aile ferdi gibi, zihnimdekiler benim yaşadıklarım mı yoksa bana anlatılanlar mı?
Hayaletleşmek geleceğimizin yavaş iptalidir - Taksim’deki geleceğim de aynen bu şekilde iptal edildi. Art arda yaşanan terör olayları, eğlence mekânlarının kapatılması, Batılı turistlerin kaçması, İstiklal Caddesi’ndeki silahlı polisler, TOMA araçları ve bariyerlerle beraber Taksim seneler içinde yavaş yavaş iptal edildi. Bu iptalin geri dönüşünün gerçekleşeceğini düşünmüyorum. Hayaletleşmede gelecek sadece yaşanmamakla kalmaz, gelecekteki farklı ve yeni ihtimallerin gerçekleşme olasılıkları bile tamamen ortadan kalkar. Hayat değişmeden devam eder, politika mevcut sistemlerin uygulamaları dışına çıkamaz. Mark Fisher’in dediği gibi, “geleceğin kaybı toplumsal hayal gücünün çürümesi demektir: Bugün yaşadığımız dünyadan farklı bir dünya hayal etme kapasitesinin çürümesidir.” İnsan ve toplum, bu kaybı çok yoğun bir şekilde yaşar. Bu dayanılmaz melankoli, temelinde politikleşmiş bir melankolidir.
Taksim gayri-mekâna dönüştürüldü
Şimdi o Eski Taksim nerede? Bir mekânın hayaletleşmesi, o mekânın güçlü anılarla lekelenmesidir. Çoğu büyüğüm için bu leke, gençlik yıllarının neşesinin melankolik lekesidir. Benim için ise Taksim’de geçirdiğim lise yıllarımın ve kaybettiğim geleceklerin birbirine karışan lekeleridir. Günümüzde Taksim, Mark Fisher’in terimiyle bir “non-place” yani gayri-mekâna dönüştürüldü. Gayri-mekânlar, alışveriş merkezleri ve havaalanları gibi tek tip, kendine ait hiçbir özelliği olmayan, seri üretilmiş, sonsuza kadar tekrar tekrar çoğaltılabilen mekânlardır. Şu anki haliyle Taksim, tam anlamıyla bir gayri-mekân; rant peşinde koşan, çevreyi önemsemeyen, inşaattan başka bir şey bilmeyen sistem dışında bir seçeneğimizin olmadığının somut kanıtı. O Eski Taksim, şimdi İstanbul’daki herhangi bir yerden farksız.
Ne yapılabilir
Hauntology, yani hayaletleşme karşısında yapabileceğimiz iki şey var: geleceğimizin kaybını reddetmek ya da depresif melankolik bir kabulleniş. Bugün ben ve benim akranlarım bu melankoliyi köklerimize kadar hissediyoruz. Çaresizce yurt dışına gitmeye çalışan arkadaşlarım ve gittiklerinde çaresizce yurt dışında tutunmaya çalışan arkadaşlarım Türkiye’deki geleceklerinin yavaş iptalinin, Türkiye’deki ihtimallerin ölümünün yasını tutuyorlar. Ve gerçekten de Taksim’de bir hayalet dolaşıyor - benim hayaletim, benim neslimin hayaleti…