2017 yılının sonlarına doğruydu. Şalom Gazetesi’nin hem yazar hem okur kalitesini güçlendirmek gibi 30 yıldır devam eden arayışım o günlerde bir ışık süzmesine rastlamıştı.
Twitter’da şöyle bir mesajı hatırlıyorum hayal meyal: “Prof. Dr. Metin Sarfati ve Modern Zamanlarda Spinoza ile Yürümek.” Algıda seçicilik çift kez gerçekleşmişti. Hem bir Spinoza hayranı olarak tarihin belki de en önemli düşünürünü, hem de hiç tanımadığım -evet o güne kadar hiç tanımadığım bir Tük Yahudisi akademisyeni birlikte görünce kafamda şimşekler çakacaktı.
Sonrasında ise, onunla tanışma gayretlerimi ve daha sonra da adeta bir çölü andıran Türk Yahudi entelektüel hayatını bir nebze suyla beslemek adına felsefi ve entelektüel dünyasını okura yansıtmasını rica ettiğim birkaç zorlu iletişim anlarını hatırlıyorum.
Çok şaşırmıştı bu istikrarlı davet anlarında. Zira Şalom’un, bilinen veya algısı oluşan şekliyle onun yazılarına yer verebilmesinin imkânsız olabileceğini düşünmüştü.
Haklıydı, zira herhangi bir Türk entelektüelinin kafasındaki Şalom imajı hep, muhafazakâr ve içine kapanık etnik bir toplumun aynasını temsil eden bir basın organı görünümündeydi.
Bu algıyı kırmak zordu, zira Şalom geniş topluma da ulaşma gibi değişim sürecinde olmasına rağmen bu ayna vazifesini yerine getirmekten başka ne tür bir vizyonu olabilirdi ki dışardan bakan için?
Ama Metin Sarfati’yi sonunda ikna ederek aslında bilinmeyen ve hala keşfedilmeyi bekleyen, kendisini sadece Türkiye’de değil Türk Yahudi Toplumu içinde bile ‘öteki’ olarak hisseden bir entelektüeli topluma tanıtmayı başarmanın sevinci içine girecektim, tereddütler eşliğinde.
Tereddütler vardı, evet zira Metin Sarfati, Moşe Sarfati olarak anılmasından keyif almakla birlikte, Türk Yahudi toplumunun, tarihten gelen olumsuz etkiyle entelektüel ikliminin genel topluma göre çok zayıf kalmasını ve Türk Yahudilerinin kendi entelektüellerini bir türlü yaratamamasını kendisine dert eden bir düşünce yapısına sahipti. Bu eleştirel düşünce yapısı yazılarına yansıdığı takdirde ‘muhafazakâr okur’ ne diyecekti, nasıl tepki gösterecekti? Spinoza’nın erdemli olmanın yolunun sadece kutsala tamamen bağlı kalmaktan öte, insan aklının onu oralara götüreceği inancı muhafazakâr bir toplumda nasıl karşılanacaktı acaba?
Zira Sarfati bu toprakların tarihini iyi hatırlıyordu. Avrupa Yahudiliği kendi aydınlanmasını gerçekleştirdikten tam 100 yıl sonra bile Osmanlı Yahudileri laik eğitime geçememiş ve 1850’lerde ünlü banker Avraham Kamondo yarı dinî yarı laik bir okul açmak isteyince, kimi dindar Osmanlı Yahudileri ‘din elden gidiyor’ diyerek sokaklarda nümayişler yapmış, Kamondo’nun evine saldırmışlardı. Laik okulların devreye girme mücadelesi tam tamına on yıl sürmüştü…
O günden bugüne çok şey değişmişti tabii ama muhafazakârlık nüvesi her daim toplum hayatına hâkim olacaktı. Böylesi bir ortamda entelektüel Yahudi, toplumdan farklı düşünen bir entelektüel Yahudi nasıl yetişirdi veya yetişse bile ne derece kabul görürdü toplum nezdinde?
Sarfati şöyle diyecekti Şalom yazılarında:
“Modernitenin uzağında kalan Yahudi toplumu, içinde yaşadığı büyük toplumla, Osmanlı-Türk Toplumu ile uyum halinde olacak ve bilincini kutsaldan devralmayı düşünmeyecektir! Zaten bu nihayet iki bin yılı aşkın bir zamandır bildiği tek yol değil midir? Yahudilik yaşantısı böylece kutsal metine ve onun tek yorumuna bağlı kalacaktır. Batıda Spinoza, Deutscheer, Buber ile yeni Yahudilik biçimleri tartışılırken bu toprakların üzerinde böyle bir çoğulculuk da mümkün olmayacaktır.
Aklın uzağında ve onun pırıltısından mahrum kalan Yahudi Toplumu böylece batıdaki dindaşlarının içinde yaşadıkları topluma ve uygarlığa olan katkılarını da gerçekleştiremeyecektir.
Kantsız kalan bu topraklarda Mendelson da olmayacaktır. O zaman Arendt de olmayacaktır. Kafka da burada gün yüzü görmeyecektir.”
(‘Tarihsel bir eksikliğin bunalımı’ - 23 Mayıs 2018)
“…Kaçınılmaz bir şekilde Kabala, Zohar ve genel olarak Tora çevresinde oluşacaktı yüzyıllar boyu düşünme biçimi; bu doğrultuda şükran ve minnet duygularının harcında yoğrulan yararlı halk kısa zamanda sadık tebaa unvanını da kazanacaktır.
Ama ne hazindir ki, sadık tebaa olmak, Spinoza bir yana, ‘Herkes hayatında bir kez de olsa düşünmeli, bir kez de olsa felsefe yapmalı’ diyen Levinas’ı bile üretmeye yetmeyecektir…”
(‘Misafir Olmak’ - 20 Mayıs 2022)
“Laiklik; aydınlanmasız, Mendelssohnsuz, Lessingsiz topraklarda resmi gün kıyafetleri gibi bir görüntüden ibaret kalacaktır.”
(‘Freud, Post Yahudilik, vs.’ - 26 Mayıs 2021)
Yazılarından da görüldüğü gibi Sarfati bu toprakların entelektüel Yahudi çıkaramamasını dert edinmişti, öteki olmanın sıkıntısı arasında.
Hem genç neslin Ladino dilini bilmemesini de kendisine dert edinirken, diğer taraftan toplum içinde ayrıksı olmanın bedelini ödemeye hazır olmuş ve kendi deyimiyle ödemişti de son tahlilde.
***
Metin Sarfati vefatından sadece üç ay önce, dört senedir yazdığı Şalom yazılarını derleyerek bir kitap haline getirecekti. Yahudi İnsan’dan İnsan Yahudi’ye adını verdiği ve adeta vasiyet kitabı olan eserinde Yahudilikte tek seslilikten çok sesliliğe giden yolun kodlarını hepimize çok değerli bir miras olarak bırakmış oldu.
Ve son olarak mayıs ayında Şalom Dergi’yle yaptığı röportajda şöyle diyecekti:
“Özgürlük ancak şüphenin kanatlarında büyür. Üzerinde yaşadığımız topraklarda kuşku erdem içermez, erdemli olan inançtır. Ama bu, yazgının kabulü anlamına gelir. Aklın içinde büyümediği kader, insan kaynaklı olmadığından, tabii ki erdemli değildir. Akıl, kaderin zorunluluğu içinde, kadere müdahale edebilen ve etmesi gerekendir çünkü. Erdem, Baudelaire’in dediği gibi, gökyüzündeki albatrosun kanatlarında taşınabilir... Ancak oradan yeryüzüne indirebilir…”
Sarfati yazılarında özgürlüğün simgesi büyük kanatlı albatrosu hep peşinden sürükler. Spinoza’nın albatrosu aslında onun özgürlük arayışındaki rehberi olmuştu.
***
Hümanizmanın parlak çocuğu Metin Sarfati özgürlük ve erdem arasındaki kopmaz bağı anlatmaya çalıştı yıllar boyunca, hümanist bir gerçek entelektüelin yüreğinden ve aklından çıkan ışıklı sözcüklerle.
Dert edindiği, bu toplumdaki entelektüel eksikliğini gideren biri olarak tarihe geçti, Moşe Sarfati.
Yazdıklarına tepki gösterenler bir yazıyla dünyanın değişmediğini de gördüler. Çok seslilikten korkmanın beyhude olduğunu anladılar mı, emin değilim…
Lakin, Moşe’nin ışıklara doğru yürüyüşüne devam ettiğine şahidiz.
Zira bıraktığı eserler ve cesurca yaratmaya ve anlatmaya çalıştığı çok sesli düşünce iklimi bizlere ışık saçmaya devam edecek.
Her konuda onunla aynı fikirde olmak zorunda değiliz.
Lakin, çok seslilikten korkanların kaderimizi belirlememesi için onun parlak ışığını takip edeceğiz.
Her şey için teşekkürler Moşe Metin Sarfati…