Fotoğraflar: Teri Erbeş
“İnsanın içinde iz bırakmak nesnelerin doğasında vardır. Her nesnenin, sahibi üzerinde bir etkisi vardır ve ondan bir iz taşır. Sadece takılar değil giysiler, günlük kullanım eşyaları da; ayakkabıdan otomobile kadar her seçim, kişinin karakterini yansıtır. Birlikte kişisel bir izlenim, bir iz yaratır.” Avedis Kendir
Denizin eski İstanbul ile buluştuğu bir yerde, her zaman çaldığı kaliteli müziklerle dinginliğin hakim olduğu sanat, üretim dolu atölyesinde, büyük usta AVEDİS KENDİR ile söyleşme şansına eriştim. Sözü hemen ustaya bırakıyorum.
Avedis Kendir ve Ranan Koen
Kapalı Çarşı Mektebi nasıldı? Eminim kelimelere sığamayacak bir usta-çırak ilişkisi vardı. Orada çok yalın nüanslar olduğunu tahmin edebiliyorum. Bir el hareketiyle ya da bir jestle dünyayı anlatan… Siz bu incelikler, bu yalınlık hakkında neler söylemek istersiniz? Kaç yaşında girdiniz bu okula?
8-10 yaşlarında girdim, okula gitmedim. Okul çok cazip gelmedi. Çalışmak daha cazip görünüyordu. El sanatlarına karşı da çok ilgim vardı zaten. Okulda, en iyi dersim olan jimnastik hariç neredeyse bütün derslerim zayıftı. Yaz tatillerinde ise mutlaka bir işe girerdim. Çalışmayı o zamanlar da çok seviyordum, halen de öyle. Yazları farklı mesleklerde işe giriyordum, yani aslında yaz tatillerinde bir nevi okula gidiyordum. Bir süre sonra Kapalıçarşı’yı keşfettim. Büyülendim o dönemde. İçinde hep geziyordum, o zamanlar çoğu meslek grubu Kapalıçarşı’daydı, herkes alış veriş için oraya gelirdi. Malum, AVM’ler henüz yoktu. Bankacılar, gümüşçüler, halıcılar, kıyafetler, mobilyacılar, terlikçiler, gelinlikçiler, örücüler, mücevherciler ve şu anda aklıma gelmediği için sayamadığım diğerleri, hepsi Kapalıçarşı’daydı. Aşağı yukarı bütün İstanbul buradan beslenirdi. Sarayın ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuş olan Kapalıçarşı, çok uzun seneler neredeyse İstanbul’un da tüm alışveriş ihtiyacını karşıladı. Ben bu büyülü yerden çok etkilenmiştim. Özellikle mücevherlerden. Onların cıvıltılı ışıltıları, renkleri çok etkileyiciydi. Nasıl yapılıyordu bunlar, çok meraklanmıştım. Öğrenmem lazımdı. Şabuh Kalıpcıyan ve Mateos Şnorkyan adlı iki ustanın yanında çıraklığa başladım. Aslına bakarsanız çıraklık halen devam ediyor.
Bu okulda çok fazla da insana dair gözlem de yaptınız mutlaka...
Orada o zaman çok gözlem yapma fırsatım oldu tabii. Çok daha kaliteliydi. Kapalıçarşı’nın gelenekleri görenekleri, bir terbiyesi vardı. Evet, orası bir okuldu. Okulda göremediğimiz eğitimleri, ilişkileri orada görebiliyordunuz. Çünkü çok kaliteli müşterileri vardı. Onların ve o dönemin ustalarının yaşamış olduğu hayat hikâyelerini dinlerdik. Hepsi gusto sahibiydi. O zamanlar çok sanat akımları da vardı. Ermeniler, Rumlar, Museviler vardı. Bunların hepsi ayrı bir kültür, ayrı bir nehirdir. Onlarla yaşadığım için çok mutluyum. Bugün artık çok farklı bir ortam var. Kötü değil elbette ama benim yetiştiğim zamandan daha farklı. Sevgi ve saygının ön planda olduğu o dönemde, ustamıza karşı para düşünmek aklımıza bile gelmezdi. Ne yaparsak büyüklerimizin gözüne girmek amacıyla yapardık. Büyüklerimiz, müşterilerimiz, ustalarımız bizi takdir ediyorlarsa, bize en büyük ödül oydu. Eski İstanbul aileleri gelirlerdi. Benim ustam opera sanatçısıydı aynı zamanda, lakabı da “Opera Şabuh” idi. Aryalar söylerdi. Biz bütün gün klasik müzik içindeydik.
O yüzden bu atölyede müzik her zaman ön planda ve çok kaliteli…
Müzik her zaman çok güzel zaten. Ruhun ana temellerinden bir tanesi de müzik. Müzik aynı zamanda bir matematik. Eski kubbeli dükkânlar, pelerinli müşteriler, uzun eldivenli, şapkalı hanımlar, ustalar ve diğer her şey Kapalıçarşı’nın dokusunu oluşturuyordu.
Bu gözlemler daha sonra yaptığınız müthiş koleksiyonlara nasıl etki etti?
Bu okulun, bu terbiyenin bu üslubun bir etkisi diyelim. Zaten iyi bir eğitim alırsanız, bir de işinizi severseniz o sizi farkında olmadan dalga dalga bir yerlere getiriyor, kendiliğinden oluyor. Sadece eğitim de değil elbette, bütün çevrenin de rolü çok büyük. İlişki kurduğunuz insanlar çok önemli. Siz onlardan da besleniyorsunuz. Profesyonel görüşleri olan müşterilerle çalıştığınız zaman, fikirleri derin dostlarınız olduğu zaman, siz onlardan ister istemez besleniyorsunuz. Onlardan da etkilenip bir yere geliyorsunuz yani. Bu çok önemlidir; kimlerle ilişki kurduğunuz, kimlerle çalıştığınız…
1983 senesinde “Biriz” adlı mücevherat dükkânınız vardı. Neydi “Biriz” kelimesinin sizdeki anlamı?
Evet, askerden geldikten sonra dükkânımı açtım. Yapmış olduğum işler iz bıraksın gibi bir düşünceyle, iş olarak değil bir iz olarak anılsın diye bu isim geldi aklıma.
“Hayal etmek Kendir için ilk adımdır. Eserlerini önce kafasında tasarlar, sonra hayal ettiği gibi yaratır. Takı yapımında onun için bir diğer önemli konu ise yaptığı işi sevmek ve sevdiği objeleri yapmaktır.” (Avedis Kendir web sitesinden alıntı)
Doğanın, dünyanın dört bir yanından gelen kültürlerin, şehirlerin, İstanbul’un ilham kaynaklarınız olduğunuzu okudum. Ama sanırım en çok da ilham kaynaklarınızın içinizde oluşturduğu zenginlikle birlikte hayal gücünüz… Hayal ettikleriniz sizin asıl rehberiniz. Art Nouveau, Art Deco üsluplarını Osmanlı geleneği ile buluşturarak “ArtAvo” ekolünü oluşturdunuz. Biraz bundan konuşmak isterim, nasıl oluştu ArtAvo, özellikleri nelerdir, her alandan yeni nesil tasarımcılara nasıl bir yol açar ve mirastır? Çok kıymetli olduğu kesin…
Okuyarak sanat eserlerini öğreniyorsunuz. Hangi müzede hangi eserler var araştırıyorsunuz, keza sanat akımlarını biliyorsunuz. Bütün bunlar bir malzeme ve bir birikim oluşturuyor bir yerde. Bütün bunlarla birlikte hayal ettiklerimi yapınca kendi yolum çıkıyor ortaya, ArtAvo.
Mesela “Narsist” diye bir koleksiyonunuz var; bu koleksiyon eminim ki tarihin, psikolojinin, felsefenin sizde rafine olmuş hali. Nasıl doğdu bu koleksiyon?
Narsistik insanları, narsist kadınları çok seviyorum çünkü kendine özgüvenleri oluyor. Ne istediğini bilen, kendi karakterini ortaya koyan insanlar yormuyor. O zaman siz de onlarla çok daha güzel, daha uçuk şeyler yapabiliyorsunuz.
Tom Cruise’dan Kraliçe II. Elizabeth’e herkes onun takılarının güzelliğine gönlünü kaptırmış
Okurlarımız sizin web sitenizden de göreceklerdir; Kraliçe Elizabeth için yaptığınız tasarım serisi, “Objeler” “Derinliğin Gizemi” “Doğanın Uyanışı” “Vanitas / Anlamsızlık” “Harem’in Sessizliği” koleksiyonlarının doğa, tarih, felsefenin ürünleri olduğu çok belli…
Vanitas / Anlamsızlık… Yaptığınız, belki de düşündüğünüz şeylerin bir anlamı da yok. Bu dünyaya geldik ve gidiyoruz. Herkes bir şeyler yapıyor. Ne yaptığımız da aslında çok belli değil. Ne yapıyoruz ki…
Kendir’in Santa Maria’sında 23,5 kilogram altın ve gümüş, 37 karat elmas ve 1,6 karat yakut kullanılmış
Ben bir de yaptığınız o müthiş sanat eseri olan Santa Maria gemisi üzerine konuşmak isterim sizinle. Malzemeleri, sizdeki anlamı, ortaya çıkarkenki ritmi…
Küçükken masal kitapları okurdum. Biraz büyüyünce kendi oyuncaklarımı yapmaya başladım. Hayalimde hep Kristof Kolomb’un gemisini mücevherlerle yapmak vardı. Ve de bu hayalimi gerçekleştirdim. Bir süre Kolomb’un naaşının bulunduğu Sevilla Katedrali’nde sergilendi. Çok sık görmeye giderdim ben de, hatıra defterine neler yazıldı, hangi milletlerden kimler geldi diye merak ediyordum. Daha sonra İstanbul’a getirdik. Galataport mağazamızda sergileniyor halen.
Her ne hayal ediyorsam yaptığım için çok şanslı hissediyorum kendimi. Çok çok yetenekli olabilirsiniz, çok şey isteyebilirsiniz ama bazen o şans gelmez ayağınıza. Bu yüzden de Kapalıçarşı’dan bir İZ bırakarak gidelim diyoruz…