Haber fotoğrafı: Gomidas

Tiyatronun hasını yapan gençler İstanbul’da 100’ü aşkın oyun sahneliyorlar. Bunlara ödenekli tiyatroları da katarsak izlenebilecek 150 ilâ 200 arası yapım var. Üstüne üstlük bunların büyük çoğunluğu kaçırılmaması gerek çok etkileyici işler.
Sezonun olmazsa olmazlarına geçmeden, sadece geçen son yılların tiyatro olayını, Yolcu Tiyatro’nun tek kişilik nefes kesici lirik başyapıtı Gomidası hatırlatmak isterim.
Ermeni, Anadolu ve dünya kültüründe derin izler bırakmış Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşayan önemli müzisyen, besteci müzikolog rahip Gomidas Vartabed’in trajik yaşamının, duygularının, heyecanlarının, deliliğinin ardında nefes nefese bir yolculuğa çıkaran, edebi tadıyla okunması izlenmesi kadar zevkli müthiş şiirsel metnini yazıp yöneten Ahmet Sami Özbudak, Kumkapı’da, Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nin olağanüstü mekânında görkemli bir görsel-işitsel gösteriye dönüştürüyor. Anlatıya, Gomidas’ın müziğini canlı olarak seslendiren, 90 yıllık ünlü 40 kişilik Lusavoriç Korosu eşlik ediyor. Yapımın geçen yıl turneye gittiği Ermenistan’da ayakta alkışlanmış ilk ve tek Türk oyunu olduğunu da belirteyim.


İBBŞT - Hamlet

Sezonun bir güzel sürprizi de, Sanat Yönetmenliğini kurumun içinde yetişen Ayşegül İşsever’in üstlendiği İBBŞT’nin, “İstanbul Klasiklerle Buluşuyor sloganıyla Muhsin Ertuğrul’la başlayan öncü ruhuna dönüş çabası. Anlaşılan, Engin Alkan’ın son yıllardaki en sağlam çalışması, kimi kusurlarına ve aşırı Ostermeier esinlenmesine karşın özellikle genç oyuncularının başarısıyla epey etkileyici Hamleti; ustalıkla yönetilmiş ve oynanmış, çok başarılı müzikal Fosforlu Cevriyesi,; Cafer Alpsolay’ın yönettiği parlak antifaşist Çingene Boksörü; ve tabii ki Yiğit Sertdemir’in birbirinden başarılı Tartuffe ve Cadı Kazanı sahnelemeleriyle, İBBŞT tarihinin üçüncü kadın sanat yönetmeni, Gencay Gürün ve Ayşenil Şamlıoğlu’dan sonra kurumun üçüncü altın dönemini başlatıyor.


İBBŞT Cadı Kazanı

Özellikle Arthur Miller’in başyapıtının söylemini bile aşan müthiş etkileyici çağcıl yorumuyla Cadı Kazanı kanımca yılın yapımı. Etrafımızda kaynatılan ve kaynatılmaya devam eden tüm kazanlara “dur!” demek için defalarca izlenmesi gerekir.

Yiğit Sertdemir’den söz etmişken hemen kurucularından olduğu “altıdan sonra tiyatro”nun ana mekânı kumbaracı50’de sahnelenmekte olan çok etkileyici çalışmalara geçelim.


Tek Kullanımlık Hikâye

Volkan Çıkıntoğlu’nun yazdığı, Gülhan Kadim’in sahneye koyduğu, İstanbul varoşlarında, herkesin birbirini tanıdığı bir gecekondu mahallesinde, bir evinin çatı terasında geçen, Tek Kullanımlık Hikâye, iklim krizi ve ekolojik yıkımı ele alan, bu iki krizin birbiriyle örtüştüğü ortamda, kazananalar dünyasının üç kaybedeninin ortak hikâyelerine odaklanıyor. İşsizlik, geçim sıkıntısı ya da âşık olunan Müjgân’dan karşılık beklemek gibi sıradan sayılabilecek sorunlar yaşandıklarında o derece önem kazanırlar ki, kişisel kayıplarımız, dünyamızın kaybından daha fazla önem kazanır, gezegenin geleceğindeki büyük trajedini unutulur…
Özdeki iklim krizini ve kent yaşamının dönüşümü temalarını göz ardı etmeksizin, anlatının insani boyutunu ustalıkla öne çıkaran bu sımsıcak bir “kanka” öyküsünü yönetmen Gülhan Kadim, üç kankanın yakın dostlukları ve yaşadıkları mahalleyle ilişkileri üzerine oturtmuş.
Sahnelemede, oyunculuğu ve anlatıcılığı üstlenen, hem oyunun üç ana karakterini, hem mahallenin tüm sakinlerini ustalıkla var eden İsmail Sağır, Meriç Rakalar ve Murat Kapu üçlüsü mucizevi bir birliktelik oluşturuyor.


Çemberin Anası

“altıdan sonra tiyatro”nun ikinci yeni yapımı, Burçak Çöllü’nün yazdığı, yönettiği, müziklerini bestelediği Çemberin Anası, M.Ö 479’da Babil’in Pers Ordusu’na teslim olduğu ve Babil Kulesi’nin yıkıldığı günde geçen bu fantastik mesel, absürde selam çakan aykırı konusuyla şaşırtıcı, ama keyifle izlenen, çok iyi yazılmış, çok iyi yönetilmiş, çok iyi oynanmış, farklı bir tiyatro olayı.. İstanbul argosundan lübuncaya, ustalıkla kotarılmış, bol küfürlü sokak dilinin tüm oyuncular tarafından büyük doğallıkla kullanıldığı bu uçuk kaçık traji-komedide Çallı, çok farklı disiplinlerden gelen oyuncu ekibinden kusursuz birtakım oyunculuğu elde ediyor.


Hayat Seni Çok Seviyorum

Moda Sahnesi
’ne gelince, yeni yapımlarından Hayat Seni Çok Seviyorum, zorla, ağır işkence altında alınmış ifadelere dayanılarak, ispatlanmış suçu yokken haksız yere 28 yıldır aralıksız tutuklu olan İlhan Sami Çomak’ın mekânın sınırlarını ortadan kaldırarak, seyirciyi çocukluğuna, gençliğine, Bingöl’e, İstanbul’a, tutuklanışına, yargılanışına götürdüğü, tokat bir gibi belgesel oyun. İlhan Sami Çomak’ın metninin hem eril hem dişil enerjisi olduğu duygusuyla Kemal Aydoğan, metni tek bir anlatıcıya değil, birbirine sarmalanan, birbirini var eden, biri kadın diğeri erkek iki oyuncuya emanet etmiş, Çomak’ın kaleminin müzikle yoğun bağlantısı olduğu düşüncesiyle de müzikli olarak sahnelemiş. Türkiye’de çok az yapılmakta olan Siyasal Tiyatro’nun çok iyi yazılmış, çok doğru sahnelenmiş, çok iyi oynanmış, son derece düzeyli bir örneği.


Şirreti Evcilleştirmek

Moda Sahnesi, Shakespeare’in ünlü komedisi Taming of the Shrewyu isminin tam Türkçe karşılığı olan Şirreti Evcilleştirmek adıyla sahneliyor. Melis Birkan’la Timur Acar’ın başını çektiği olağanüstü başarılı bir kadro ile sahnelenen uçuk kaçık, müthiş keyifli ve eğlenceli güldürü, usta işi bir ön oyun ve bir prolog sayesinde, hem Shakespeare’in metnine sadık kalmayı, hem de kadın düşmanı “evcilleştirme” olgusunu tersyüz etmeyi başarıyor.


Kral Übü

Uzun süredir hasretini çektiğimiz Sarı Sandalye, Fransız yazar Alfred Jarry’nin 1896’da sahnelendiğinde hınzır ötesi mizah anlayışı ve tüm mantık sınırlarını zorlayan absürt bakış açısıyla dünya tiyatrosunda çığır açmış başyapıtı nün yepyeni bir yorumuyla tiyatroya nefes kesici biçimde döndü. Doğa Nalbanoğlu’nun yepyeni bir dramaturgi çalışmasıyla popülist iktidarların yükseldiği, siyasi ve toplumsal alanda muktedirlerin tüm kuralları hiçe saydığı, keyfiliğin arşa çıktığı çağımıza uygun şekilde yeniden yazarak güncelleştirdiği Kral Übü, Übü Ailesi’nin vahşi açgözlülüğü ve teklifsiz kabalığı üzerinden tarihteki tüm zorbalarla diktatörlere, özellikle de son yüzyılın muhteşem Übü’lerine selam gönderiyor. Tek aksesuarın yerdeki taç olduğu, tacı her kafasına geçirenin “Übü” oluverdiği, böylece fırsatı her ele geçirenin “übü”leşebileceğini simgeleyen yorumunda, zaten karmaşık olan öyküyü tam bir kaosa çeviriyor. Ama bu kaosu öylesine ustalıkla yönetiyor ki, sonuçta oyun kusursuz bir bütünlüğe, absürt, açık seçik bir anlaşılılığa dönüşüyor. Sezonun en etkileyici çalışmalarından biri.


Bir Tatlı Kaşığı Çamur

Nushu Tiyatro ve Echoes Sahne ortak yapımı Bir Tatlı Kaşığı Çamur, Elif Candan’ın yazdığı, Fiziksel Tiyatro Araştırmaları Topluluğu kurucularından Pınar Akkuzu’nun yönettiği, Alman köylüsü ya da taş bebek giysisini andıran kostümleriyle Bengisu İspir ve Cansu Canaslan’ın 60 dakikaya tüm kadınlık hallerini ustalıkla sığdırdığı, hem dokunaklı, hem rahatsız edici hem de müthiş etkileyici bir oyun. Sezonun en iyilerinden.

GalataPerform sezona, geçen yıllarda okuma tiyatrosu olarak sahnelediği, birbirinden etkileyici iki yeni oyunla girdi.


Kalanlar

Itır Karabulut’un yazdığı, Yeşim Özsoy’un yönettiği, Adana’da sıcak bir günde geçen Kalanlar, Şükran Hanım’dan kalanları toparlamak için onun evinde buluşan beş kadının eşyalarla ve birbirleriyle olan ilişkileri üzerinden eksilmek ve kalmayı konu edinen trajikomik bir oyun. Biri gidince arkasında ne bırakır? Geride bıraktıklarından ne kalır? Kim kimin kalanıdır? Kim kimde ne kadar kalır?...
İspanyol yazar, senarist yönetmen Joan Yago’nun çok para kazanma tutkusunu, başarı saplantısını ve neoliberal söylemleri sorgulayan kara komedisi Fairfly, hızlı tüketim ürünleri sektöründe çalışan, işsiz kalmak üzere dört beyaz yakalı üzerinden, günümüz iş dünyasındaki acımasız rekabete, startuplar ve girişimcilik kültürüne ironik bir bakış açısı getiriyor. Fairflyın, Atakan Akarsu, Begüm Akkaya, Tuğçe Altuğ, Barış Gönenen’den oluşan rüya kadrosunu Mark Levitas yönetiyor.


N’Olcak bu Yusuf Umut’un hâli

Hemhâl Tiyatro’nun yeni yapımı Hakan Emre Ünal ile Alis Çalışkan’ın yazdığı, Nezaket Erden ile Ayşe Draz’ın yönettiği N’Olcak bu Yusuf Umut’un hâli, Yusuf Umut’un tanımlayamadığı ama vaz da geçemediği özgürlüğün peşinde, çekyatlardan, kurallardan, sınırlardan kurtulma yolculuğunun öyküsü. Hakan Emre Ünal, olağanüstü sahne sempatisi ve bitmez tükenmez enerjisiyle, izleyici ile anlatıcı/oyuncu arasında interaktif bir özlem ve buluşma olayına dönüştürdüğü tek kişilik oyunda çıktığı yolculuğa, izleyiciyi de yol arkadaşı olarak götürüyor.

Sezon ortalarında mutlaka izlenmesi gerek bir düzine kadar oyun seçerken, emin olun ki, en azından izlenimlerimi sizlere aktaramadığım için hayıflandığım yirmi kadar yapım daha var.

Hepinize, huzurlu ve sağlıklı seyirler dilerim.