Kapak Resmi: İrvin Mandel
Bir anne için, bir baba için ne yürek parçalayıcı bir şey, iki karış ötesinde ama beton yığınları altındaki evladının bu çağrısına yetememek! Öte yandan ne büyük mutluluk onun hayatta olduğunu görmek!
Yaşamayan bilemez.
Hep kaderci bir millet olageldik. “Güneye doğru indikçe,” demişti bana temsilcisi olduğumuz bir Danimarka şirketinin Ortadoğu dolayısı ile Türkiye sorumlusu, “iklimsel bir etki sonucu, insanlar daha bir rehavet içinde yaşar. Biz kuzeyliler, etkisinde olduğumuz sert kış şartlarında hayatta kalmak için çok büyük bir mücadele veririz. Evlerimiz mesela daha kalın duvarlı olmalı, daha kalın giysiler üretmek, daha çok yakıt tüketmek durumundayız, bunları temin etmek için de daha çok, daha çetin şartlarda çalışmalıyız. Bu da bizi mücadeleci yapar. Ama güneye doğru indikçe, iklim yumuşadıkça, insanların kendini daha fazla saldığını görürüz. Bak Akdeniz kıyısı ülkelere!” demişti. Elbette ki, insanı kaderciliğe, adam-sendeciliğe yönelten sadece iklim şartları değil, yetişme şeklimiz, varlığımızı elde etmek için ne kadar zorlandığımız, sosyal ve ekonomik etkiler gibi bir dolu neden var, burada konumuz olmayan. Bu ay Şalom DERGİ’nin ana konusu, elbette ki istisnasız, hepimizi derinden yaralayan, kanatan, acıtan, yabancı basının “asrın felaketi” diye adlandırdığı güney-doğudaki illerimizde yaşanan inanılmaz şiddette ve çaptaki deprem olacaktı!
Böylesi ilk kez yaşandı
Lübnanlı jeolog Dr. Tony Nemer’e göre, kırılan 350 km uzunluğundaki fay hattı, Lübnan’ın toplam alanının iki katı kadar.
6 Şubat sabaha karşı Kahramanmaraş merkezli ve 7,8 büyüklüğündeki deprem Hatay, Maraş, Antep, Urfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Malatya, Osmaniye, Kilis illerini yerle bir etti. Yetmedi, saat 13.24’te gelen Elbistan merkezli ve 7,6 büyüklüğündeki ikinci bir deprem, ayakta kalan hasarlı binaları da yıktı. Aynı bölgede, yaklaşık aynı şiddette arka arkaya iki deprem… böylesi ilk kez yaşanıyordu. Birbirinden bağımsız, ama birbirini tetikleyen iki eşdeğer şiddette deprem.
ABD Ulusal Deprem Bilgi Merkezi’ndeki jeofizikçiler, depremi, 1906’da San Francisco’yu harap eden 7,9 büyüklüğündeki sarsıntıya neredeyse rakip, 20. yüzyılda kaydedilen en güçlü depremlerden biri olarak tanımladılar.
Benim neslimdekiler bilir, depremlerle aşina büyüdük biz. Arada bir sallanır, annem bizi bir kirişin altına toplar, durmasını beklerdik. Ama 1999 yılı depremi gibisini hiç yaşamamıştık.
Basit anlatımı ile Türkiye depremleri
7 Şubat Washington Post’taki makalenin de belirttiği gibi, Türkiye hareketli bir deprem kuşağı üzerinde. Colorado Deprem Bilgi Merkezi’nden sismolog Yaareb Altaweel’e göre üç tektonik levha üzerindeyiz. “Arap, Anadolu ve Afrika levhaları. GPS (küresel uydu navigasyon sistemlerinden biri) verilerine göre, bu bloklar birbirlerine doğru fay boyunca yılda yaklaşık 15 mm hareket etmekte. Güneyden Arap levhası yukarı, şimdilik sabit Yunanistan yarımadasındaki Avrasya plakasına doğru kayarken, önünde yolunu kesen Anadolu plakasını sıkıştırıyor. Anadolu plakası, Avrasya yarımadasında dirençle karşılaşınca hafif bir aşağı, Akdeniz istikametinde dönüş yapmak zorunda kalıyor” diyor eğitimci gazeteci Jamy Gourmaud bir videosunda. İtiş gücü ile yerinden oynayan Anadolu plakasında basınç hangi fayda yoğunlaşmışsa, o kırılıyor. Hele bölgedeki neredeyse 500 yıllık sismik sessizliği dikkate alırsak, o bölgede nasıl bir gerginlik olduğunu tahmin edersiniz.
Birkaç faktör vardı depremi bu denli ölümcül kılan. Bir kere, nispeten yüzeysel yani yerin sadece 18 km altında olması, sismik dalgalarının enerjisine fazla dağılma fırsatı veremedi. Bir diğer neden, binalar bir kez sallanmaya başlayınca, USGS (United States Geological Survey) verilerine göre bölgenin yumuşak tortul zemini Gaziantep (özellikle Nurdağı çevresi), deprem esnasında katıdan çok sıvı gibi davrandı. Bir diğer faktör, depreme dayanıksız yapılaşma yanında, sabaha karşı, insanların uykuda olması nedeniyle kaçamaması. Yine USGS verilerince, binaya esneklik kazandıracak yeterince demirle desteklenmemiş (donatısız) duvarlar ve alt katları ticari amaçlı kullanımda (dükkân) binaların depremde korkunç bir çökme olasılığı olması…
Ya sonra?
Her şeyden önce, bu kez 4. seviye yardım alarmı ilanı. Uluslararası yardımı da içeren bir alarmdır, demiş İçişleri Bakanı Süleyman Soylu. Elbette, dünyada geniş yankılanan felaketimize inanılmaz maddi ve parasal yardımlar yağdı. Bilinenleri hariç tutarak şöyle bir bakarsak, Gürcistan, Malezya, Hindistan, Cezayir, Meksika gibi mesafede ülkeler de varken, sık sık gerginlik yaşadığımız İsrail 8 uçakla profesyonel ekipman, yüzlerce asker, kurtarma ekipleri, doktor hemşire ve bir sahra hastanesi, Yunanistan da Euro News’a göre yaklaşık 40 bin tonluk insani yardımın yanında ekipleri ile beton yığınlarının altında tabiri caizse tırnakları ile yaşamlar kurtardılar. Bu arada Twitter, Facebook, Instagram gibi iletişim kanalları, doğrusu ve-yanlışı ile binlerce fotoğraf, bilgi, komplo teorileri bombardımanına başlamışlardı. Yedi günlük yas ilanını, o bölgede üç aylık OHAL ilanı takip etti. Bütün TV kanalları gün boyu görüntü paylaşımları yanında, açık oturumlar ve konunun eksperleri ile geniş çaplı röportajlara giriştiler.
Hatay’daki Yahudiler
Afetler olmayagörsün, din, dil ırk ayırımı olmaksızın verir zararını. Ayırım biz günahkârlara mahsustur çünkü, Tanrı’nın, tabiatın böylesi bir ayırımı yoktur. Nitekim Halep’teki Katolik Rahip Imad Daher’i esirgemediği gibi Antakya Yahudi Cemaati Başkanı Şaul Cenudioğlu ve eşi Fortuna’yı da esirgememişti. Tele-1 şu cümle ile duyuruyordu Antakya’daki Yahudi cemaati ile ilgili bildirimini: Hatay’da 2500 yıllık Yahudi varlığının sonu.
Al Monitor’da Rina Bassist’in tanıttığı Antakya’nın Yahudi cemaati, Türkiye’nin güneyindeki en eski topluluklardan biriydi ve yaklaşık 2.500 yıl önce Suriye’deki Halep kökenli Yahudiler tarafından kurulmuşken, parmakla sayılacak kadar minik bir topluluk olarak kalan cemaatin başkanını da deprem alınca, ağır hasar gören sinagogdan derlenen kutsalları ile kalan genel yaş ortalaması 60-70’i bulan 25 kişi de toplanıp güvenli bir yere nakledildi.
Ne dediler?
Bu depremle tanıdığımız, yaklaşık 16 yıldır Türkiye’de yaşayan Japon deprem uzmanı Yoshinori Moriwaki, yaşanan felaketi tamamen hatalı yapılanmaya bağlarken, bazı soruları cevapsız bırakmakla aslında genel karakterimiz olan ataletimiz ve kaderciliğimize imalar gönderiyordu.
Yine sosyal medyada paylaşılan 1939 tarihli Erzincan Depremi ile ilgili gazeteler de hepimize şu veciz cümleyi hatırlatıyordu: Sabrın sonu selamet ama bu kadar sabretmek de tembelliğe alamet! Evet, 84 yıldır bizde değişen bir şey olmamış. Ne şehirlerimizi ne insanlarımızı korumak için fazla bir yol almamışız. Japonya’da çocuk yaşlardan okullarda deprem eğitimi verildiğini söyleyen Moriwaki, okullarında sıraların altına giren çocuk görüntülerini örnek alan spikere, “Yalnız, sıraların altına girme Japonya şartları için geçerli, Türkiye şartlarında masa altı kurtarmaz, sabit büyük eşyaların yanına, mesela yataklar boyunca yere uzanmak gibi ‘yaşam üçgeni’ yaratacak koşullar aranmalı” dedi.
Bu arada Jeolog ve Deprembilimciler arasında da yer-yer fikir ayrılıkları yaşanıyordu. Bir TV programında bir araya getirilen Yoshinori Moriwaki için, bir tektonik uzmanı olan Şener Üşümezsoy, “Ne bilir o yahu, gönderin onu, benim haritayı getirin bana ben size anlatayım” demesi izleyenleri şaşırtırken, Moriwaki olanları bir Japon’a has soğukkanlılıkla, gülümseyerek izlemeye devam ediyordu. Öte yandan Prof. Celal Şengör sık-sık sözü edilen komplo teorisi HAARP adlı tektonik silahla ABD’nin depremi kasten tetiklediği söylemini kesin bir dille reddederken, 10 Şubat tarihli Reuters de onu doğruluyordu.
Komplo teorileri
“HAARP -High-frequency Active Auroral Research Program- (Yüksek Frekanslı Aktif Aurora Araştırma Programı), İyonosferi incelemek için yapılanmış dünyanın en yetenekli yüksek güçlü, yüksek frekanslı vericisidir, üstelik radyo dalgaları mobil telefonlarınkinden yüz kat düşüktür dolayısı ile bu konudaki yüzlerce komplo teorilerinin aksine, bu tür suni radyo dalgalarının iddia edildiği gibi küresel ölçekte depremlere, kasırgalara, sellere, kar fırtınalarına ve diğer felaketlere neden olabilecek gücü yoktur, dolayısıyla HAARP bir silah değildir ve olamaz,” diyor Alaska Üniversitesi Jeofizik bölümü müdürü Robert Mc Coy.
Peki, neden büyük depremler gece yaşanıyor? Hava çok sıcak oldu muydu, “Deprem mi geliyor?” korkusunun aslı var mı?
Hassas cihazlar tarafından tespit edildiği üzere, dünya çapında yılda yaklaşık 500.000 deprem oluyor. Bunların yaklaşık 100.000’i hissedilebilir ve her yıl 100 kadarı hasara neden olur.
Bu konuda ay ile güneşin çekimlerinin yer kabuğunda belirli gerginliklere sebep olduğu, mesela Şili-Concepción şehrini sallayan 8,8 şiddetindeki depremin şehri 3 m kadar batıya kaydırarak gezegenin dönüşünü biraz etkilediği ve dünyada gündüz süresini kısalttığı söylenirken, bilim bunların yer kabuğunu etkilese dahi ciddi bir deprem sebebi olamayacağı kanaatinde. Ancak, bilim, tabiat gücü ile sürekli sınansa da mücadeleyi bırakmıyor. ABD’nin batı kıyısında halen üzerinde çalışılan ve deprem hareketinin ilk dalgalarını algılayarak ardından esas sarsıntıya neden olan ardıl setinin ne zaman geleceğini hesaplama esasında çalışan DeepShake Alert adındaki bir tür yapay zekâ, depremi engellemeyecekse de öncesinde bize birkaç saniye kazandıracak bir teknoloji.
Ardından yaşanan kaos ortamı
Etki alanının çok geniş olması nedeniyle, göz göre-göre yıkıntılardan gelen sesleri kurtarmaya yetememek insanları en çok yaralayan duygu oldu. Bu depremin şaşırtıcı özelliklerinden biri de kurtarılan yüksek çocuk sayısı! Bunun henüz nedeni tartışmaya açılmış değil ama çocukların şaşırtıcı bir diğer özellikleri de büyük adam metaneti içinde olmaları. Ekibe, “Acele etmeyin, biz iyiyiz” diyen Sare’den tutun da, “Daha muayene olmadım” diyerek verilen suyu reddeden Hazal’a!
Bir trajedi yaşanmayagörsün, tonla komplo teorileri yanında, bilgi kirliliği içinden de doğru ile yanlışı ayırmak imkânsız görünüyor. Sahipsiz çocukların güvende olmadığından tutun da doğruluğu tartışılan kayıp çocuk listelerinin ortalıklarda dolaştığı, gerçeği yansıtmayan veya eski depremlerden alınmış fotoların paylaşımı, yaygın talan suçlularının halk tarafından cezalandırılması, ilaç yok denirken mobil eczanelerin ortaya çıkması yanında, açığa çıkan en kesin gerçek, ne yazık ki koordinasyon nosyonu eksikliğimiz. Dolayısıyla geceyi dondurucu bir soğukta yakınlarının feryatlarını dinleyerek geçiren yurttaşların, arama-kurtarma çalışmalarının gecikmesi, yetkililerin ilgisizliği ve gelmeyen yardımlara isyanı çok doğaldı. Burada Şengör Hoca, eğitim eksikliği konusunu da vurgulamakta.
Mesela İsrail timinin ellerinde simülasyon aletleri ile önce binayı tarayıp yıkım şeklini tespiti, kurtarma planı ardından cep ısıtıcıları ve canlının vücut değerlerini dengeye sokacak besin takviyesi sonrası dışarı alınması yerine, halkımızın vicdani dürtü ile yıkıntıların arasından insanları bir an önce dışarı çıkarmak kaygısı sonucu oluşan Crush Sendromu (zedelenen kaslarda hücre dışı sıvının birikimi, akut böbrek yetmezliği ve bir dizi medikal olumsuzluklar neticesindeki şok sonucu) canlının ani kaybına sebep olmaları.
Ne olacak şimdi?
Dış ticaret verilerine bakıldığında depremden etkilenen bölge Türkiye’nin toplam ihracatının %8,5’ini, toplam ithalatın %6,7’sini gerçekleştiriyor. Gaziantep tek başına Türkiye ihracatının %4,4’ünü, Hatay %1,6’sını, Adana ise %1,2’sini gerçekleştiriyor. Bu durumda bütçeden bazı yatırımların bu bölgelere kaydırılması, deprem mağduru illerin imarı için milyarlarca dolarlık bir maliyetle bu yıl öngörülen büyümeden en az %1 belki %2 puanlık düşüş olmasını bekleyeceğiz. Önümüzdeki seçimin yüksek maliyetinin, seçim sürecini etkileyip etkilemeyeceği de ayrı bir soru olarak ortaya çıkıyor.
İstanbul depremi konusuna hele hiç girmeyelim!