KAPAK HİKÂYESİ – Ömür Şenol*

Fotoğraflar: Nadir Özkan


Yetiştiğimiz aile yapısının kültürel ve sanatsal dünyamızda nasıl bir etki yarattığını AKSEL BONFİL’den okuyalım…  33 yıllık ömrüne oyunculuk, senaristlik ve yönetmenlik ekleyen Bonfil ile, henüz 15 yaşındayken yazdığı
“Kâğıttan Gemiler” isimli tiyatro oyunu, şu an izleyici ile buluştuğu “GALATA 42”, “EKSİK” isimli senaristliğini yaptığı oyunlar hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Sanatsal üretimin azaldığı ve tüketim odaklı bir yaşamın var olduğu 21. yüzyılda, üretmenin verdiği haz paha biçilmez. Kendilerine, düşün dünyamıza katkılarından dolayı teşekkür ederiz.


Aksel Bonfil ve Ömür Şenol

Arzu ederseniz bireysel hikâyeniz ile başlayalım. Kendinizden bahseder misiniz? Nasıl bir ailede büyüdünüz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Sevgi dolu bir aileye doğan şanslı insanlardan biriyim. Bunun ne kadar önemli olduğunu bugünlerde daha iyi anlıyorum. Günlerimiz mutlu başlardı, herkes birbirine günaydın derdi, müzik çalardı, neşeliydik. Bunlar ne kadar doğal ve normal olsa da günümüzde yitirilmeye başlandığını hissediyorum. Seslerin yükselmediği, sorunların konuşularak çözüldüğü, her şeyin sevgi ve saygı çerçevesinde ilerlediği, kadın ve erkeğin eşit olduğu, eğitime ve gelişime önem verilen bir aile yapısı bugünlerde bulunmaz Hint kumaşı. İzmir Alsancak’ta mahalle kültürü ile büyüdüm. Taksiciden, kuruyemişçiye, bakkaldan kasaba herkese selam vere vere yürürdüm. Kalabalıktık. Arkadaşlar, aile… İstanbul nüfusu daha yoğun bir şehir ama buralarda daha yalnızız gibi geliyor nedense. Kalabalık bayram yemeklerini özlüyorum mesela, İstanbul’a taşınınca onlardan biraz uzak kaldım.

Yazarlık ve oyunculuğunuzu nasıl keşfettiniz? Bu konuda sizi kim teşvik etti.
Kültür sanata meraklı, gezmeyi görmeyi seven bir aileye doğunca bendeki yaratıcılık içgüdüsü erken yaşta kendini göstermeye başladı. İlkokuldan itibaren küçük hikâyeler yazmaya başlamışım. Yurtdışı seyahatlerinde beni götürdükleri tiyatrolarda, müzikallerde uyuyakalırmışım. Orada bilinçaltına işlemeye başlamış herhalde küçük küçük. İzmir’e turneye gelen tiyatroları kaçırmazdım. Ailem beni teşvik etmiştir ve her kararımda da arkamda durmuştur.


Yazdığınız senaryolar, oynadığınız diziler, yönetmenliğini yaptığınız film ve oyunlar hakkında bizleri bilgilendirir misiniz?
Ufak tefek yazı işlerim, yönettiğim amatör kısa filmler olsa da hayallerim oyunculukla başladı. İstanbul’a Bilgi Üniversitesi Sinema & Televizyon bölümünde okumaya gelmiş olsam da aklımda hep oyunculuk vardı. BKM Mutfak’ta Yılmaz Erdoğan’ın öğrencisi oldum. Orada hali hazırda yazabiliyor oluşum önümü çok açtı. Üniversite son sınıfta da beni yine senaryo yazmaya teşvik eden bir hocam vardı. Dört senenin sonunda kendimi en çok rahat hissettiğim alanın yazmak olduğuna emin oldum. “Güneşi Beklerken” adlı bir dizide stajyer olarak başladığım serüvenin on ikinci senesindeyim. Televizyon için birçok dizi yazdım. Oyunculuk da zaman zaman kendini hatırlattı. “Deliha 2” filminin başrollerinden biri oldum. Netflix için de çalıştım, İstanbul Tiyatro Festivali’nde de tiyatro oyunumla yer aldım. Tek tek saymak mümkün değil ama genel bir çerçeveye almak gerekirse bu şekilde. Hayatım tiyatro, film, dizi ve yazarlık, yönetmenlik, oyunculuk üçgeninde tur atıyor.

Tiyatro, sinema ve dizilerde bilinen çok çalışmanız var. Gösterime giren, izlenen ve oynanan bu çalışmaların içinde size, en çok hangisi keyif veriyor?
Yaratıcı insanlar iki türlü işle meşguldürler: sipariş işler ve kendi işleri. Sipariş işler faturayı öder, kendi işleriniz de gönlünüzü zengin eder. İkisinin dengesini bulmak da epey zor. Ben de elbette kendi işlerimi yaparken daha özgür ve yaratıcı hissediyorum. Sipariş işlerde memnun etmeniz gereken çok kişi varken kendi işlerinizde önceliğiniz kendinizdir. İdeal bir ülke düzeninde, ekonomik şartların düzgün olduğu bir yerde bir yaratıcı, devletinin desteğini de arkasına alıp hiç bu siparişlere falan bulaşmak durumunda kalmaz. Buradaki popüler kültür manyaklığını ve alternatif sanat dünyasının darlığını iğne deliğinden ancak bu kadar özetleyebilirim.

Türk dizilerinde oyunculuk, sinema filmlerinde yönetmenlik ve tiyatro oyunlarında yazarlık yapmaktasınız. Geçmiş çalışmalarınızı incelediğimde bu çalışmalarda Yahudi kültür ve geleneklerine çok rastlayamadım ve genel olarak popüler kültürü ilgilendiren meseleler üzerine çalışmalar yaptınız. Fakat son dönemde Yahudilerin yaşadığı sorunlara değiniyorsunuz. Sizin geçmişte veya şu an yaşanan bu problemlere yönelmenizi etkileyen nedenler nelerdi?
Aslında on beş yaşında arkadaşım Caki ile birlikte yazdığım ilk tiyatro oyunu “Kâğıttan Gemiler” Yahudi bir aileyi anlatır. O oyun İzmir AKM’de iki gece üst üste oynamış bir oyundur. Göztepe Kültür Derneği ile de yaklaşık on senedir birlikteyiz ve orada da sıklıkla kendi kültürümüzü ve hikâyelerimizi anlattık. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nı konu alan dört oyun yaptık. Bunların bir tanesi dışında hepsi Türkiye’de geçen hikâyelerdi ve henüz hiç anlatılmamıştı. Çünkü hiç yazılmamıştı. Bu hikâyeleri ben yazdım. Struma, Varlık Vergisi, Kortejolar… 2013 yılında İzmir Sefarad Düğünleri belgeseli yaptım, anne ve babamla birlikte. Şimdi saymaya başlayınca epey bir mesai harcamışım, daha da harcayacağım. Yıllardır bütün jenerasyonlar “Buna da şükür” düşüncesiyle büyüdü ve büyütüldü. İşin aslı, o kadar da şükürlük bir durum olmadığı. Bu hikâyeler daha çok anlatılmalı.


Ocak ayında oynanan ve senaryosunu yazdığınız “GALATA 42” oyunu nasıl kaleme alındı ve bu oyunda nelerden beslendiniz? Hangi konulara değindiniz?
Varlık Vergisi ile ilgili, İstanbul Tiyatro Festivali’nde ses tiyatrosu olarak yer alan bir oyun yazmıştım. Pandemi sebebiyle sahneye çıkamayıp sadece bir dinleti olarak kısa bir süreliğine seyirciyle buluşabilmişti. Varlık Vergisi’ni dolu dolu anlatmak içimde ukde kalmıştı. “Kulüp” dizisi değinip detaylarına pek de inmemişti. Hala bu konuda bir eksiklik olduğunu düşündüm, dernekle de iki senelik kapanma sonrası böyle bir oyun ile dönmenin iyi olacağını konuştuk. Hiçbir şeye sahip değilken her şeye sahipmiş gibi yaşayıp hayal kuran insanlara hep bir hayranlığım olmuştur. Dayanışma ve mücadele hikâyeleri de ilham verir. “Galata 42” oyununu da böyle bir çerçevenin içine oturttum. Birbirini tanımayan insanlar, aile olurlar ve Varlık Vergisi belasından birlikte kurtulmaya çalışırlar. Evlerini barklarını satıp metruk bir binaya sığınırlar. Binanın en alt katında kapanmış olan restoranı kimseye haber vermeden işletmeye başlarlar. Amaçları para biriktirip borçlarını ödemektir.


Galata 42 oyununun yönetmeni Betsy Bahar ile

Yahudi gelenek, kültürünü anlattığınız aynı zaman da Yahudilerin yaşadığı problemlere de değindiğiniz “Galata 42” oyunu ile ilgili senaryoyu kaleme aldığınızda sizi destekleyenler oldu mu? Bu oyunları sahnelerken aksi durumlar ile karşılaştınız mı
?
1940’lar, Yahudiler ve Türkiye denince okunabilecek birçok kitabı zaten okumuştum. Libra Kitap bu konuda bir hazine. Bu yüzden ekstra bir hazırlık yapmama gerek kalmadı. Ben yazarken herhangi bir aksi durum ile karşılaşmadım. Bu röportajı yaptığımız sırada ilk oyun hali hazırda oynandı ve oldukça beğenildi anladığım kadarıyla, ki Ocak ayının tüm biletleri tükenmiş. Bu röportaj çıktığı sırada umuyorum ki yeni tarihler konmuş olur ve okuyanlar da oyunumuzu izlemeye gelebilir.

Yakın zaman da sahnede koyulacak olan ve röportajımızın en önemli bölümünü oluşturan oyununuz ile ilgili konuşmak isterim. Yazarlığını yaptığınız “EKSİK” oyunundan bahseder misiniz?
Pandemi zamanı hepimizin eve kapandığı dönemde aklıma düşen bir-iki fikir “Eksik”in temelini oluşturdu. Bunlar da aslında erkek olmakla alakalı düşünceler. Erkeğin güçlü görüntüsünün altındaki çaresizliği, omuzlarındaki yük, kadınsız erkeklerin düştüğü acınası haller vesaireler… Yaklaşık iki senenin sonunda oyunu sahneleyebiliyoruz. Yapımını yeni kurduğum KADAR üstleniyor. Daha bağımsız olmak için tiyatro alanında kendi oyunlarımı kendim sahneye koyacağım. Levent Can, Hande Doğandemir, Aytaç Şaşmaz gibi çok yetenekli ve rüştünü ispatlamış oyuncularla yola çıkmanın konforunu yaşıyorum. Şubat ayının ortası itibariyle prömiyerimiz gerçekleşmiş olacak ve İstanbul’un hem Anadolu hem Avrupa yakasında mutlaka evinize yakın bir sahnede oyunu oynuyor olacağız. Bunun yanı sıra havalar ısındığı noktada Türkiye’yi de yavaş yavaş turne oyunlarıyla gezmeye başlayacağız. Şu aralar bütün zamanımı bu oyun alıyor. Yönetmesi ayrı yapımcılığı ayrı. Gönlü hoş etmek çalışmaların en güzeli.

Sorularımıza cevap olduğunuz için çok teşekkür ederiz. Bol Gişe’li ve üretimin daha da çoğaldığı bir yaşam diliyorum.

*
Sefarad Müziği Belgeseli'nin yönetmeni ve müzikolog