Melih Cevdet Anday, edebiyatımızda bir kırılmanın, bir dönüm noktasının adı olan “Garip Şiiri”nin, OrhanVeli ve Oktay Rifat’la birlikte anılan üç şairinden biridir.

1940’lı yıllarda Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat üçlüsü, dönemin şiir estetiğine egemen olan duygusallığa, şairaneliğe, basmakalıp söyleyişe ve aşırı formalist kurallara karşı çıktılar. Klasik şiirin nesnesini oluşturan kadının “kiraz dudaklı”, “elma yanaklı” bir “irreel” insan olmaması gerektiğini, sokakta yürüyen bir insanın da şiirin nesnesi olabileceğini savundular. Şiir ile güzel söz söylemenin (retorik) farklı söylem biçimleri olduğunu öne sürdüler. Şiirin, yalnızca burjuvazinin dili olamayacağını, küçük burjuvazinin gerçekliğinin de dili olabileceğini savundular.

Klasik şiire karşı yazdıkları şiirleri, “Garip” adını verdikleri bir kitapta topladılar. Bu “Garip” adı, süreç içerisinde bir akımın adı oldu ve bu üç şairin de kimliği haline geldi. Daha sonraki yıllarda, yollarını “Garip” bağlamında ayıran üç şair kendi şiirsel yataklarında akmaya başladılar. Orhan Veli genç yaşta yaşamını yitirmişti. Oktay Rifat ve Melih Cevdet, Garip şiir anlayışını terk ettikten sonra şiirlerini geniş bir yelpazede geliştirdiler.

Romanlar, oyunlar ve denemeler de yazan Melih Cevdet Anday, tarih, mitoloji, din gibi söylem biçimlerinden yararlanan bir şiire yöneldi. Şiirlerinde zaman, ölümsüzlük, yaşam, düşünce gibi izlekler yer aldı. “Düşünen” bir şiir yazdı.

“Gözlerine bakıyorum

Denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi

Dağınık köy evleri gibi orda burda

Sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli

 

Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi

Yarışı başlatan tabanca sesi gibi

Dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra

Duyuyoruz söylediklerimizi”

Melih Cevdet Anday’ın şiirlerinde saf düşünce ürettiğini öne sürmek anlamsızdır. Peki, öyleyse neden hep Melih Cevdet şiiri dendiğinde akla ilk gelen özellik düşünce oluyor? Şunu Melih Cevdet şiirinin genel özelliği olarak söyleyebiliriz: Melih Cevdet şiiri, imgesel bir şiirdir. İmge yapısı sakin, gerilimsizdir. Duygusal atmosfer, düşünceyle derine çekilmiş, yüzeyde, görünür olan düşünce olmuştur. Melih Cevdet, imgelerini yer yer duygusal (sentimental) çağrışım yükü olan sözcük ve kavramlarla değil, düşünsel çağrışım yükü ağır olan sözcük ve kavramlarla tasarlar. Hatta bazen “düşünce şiiri” haksızlığını davet edercesine, “düşünce” sözcüğünün kendisini kullanır. Enikonu İmge, anlamın görsel tasarımı değil miydi? O da öyle yapar: Anlamlardan yola çıkarak yeni düşünceler üretmez, o da bir şair olarak anlamların görsel karşılıklarını tasarlar.

Deniz en ince hayvanı belleğin 
bir kuşluk vakti tanrının sevdiği 
Görünür zaman yaratan.

Bir tekne her zaman düşüncelidir. 

Melih Cevdet Anday’ın şiiri, bir yanıyla da “zaman” sorunsalını içerir. Çünkü tarihsel ve mitolojik ilgisi, insanın ürettiği bir bilgi olan “zaman” a özgü kronolojik bir yapı içinde gerçekleşmediği için, ister istemez alımlayıcının (okurun, eleştirmenin) tepkisiyle karşılaşır. Oysa bu tepki yersizdir çünkü şiir Caudwell’in de belirttiği gibi, “genel zamansızlık” özelliğine sahip bir dildir.

“Yaşamak” dediğimiz, insana verilmiş mucizenin, “zaman” dediğimiz şeyin içine sıkıştırılarak, bir gün “ölüm” dediğimiz şeyle son bulması, kabul edilir bir durum değildir, hatta insana yapılan en büyük haksızlıktır. O halde, şiirsel yaşantı yalnızca “şimdi” ile sınırlandırılamaz. “Geçmiş” de “şimdi”nin içindedir. Böylece şair, belleğini de yaşantıya katar. “Saatler dardır” der. Böylece “zamansızlık” duygusuna kavuşur ve “zamanlar üstü” yaşar. Bu zamanlar üstü olma durumu, “ölümsüzlük” duygusunu getirir çünkü “başlayan-gelişen-biten” bir zaman yoktur artık.