Alman şiirinin en lirik şairlerinden biri olarak tanınan Rainer Maria Rilke, demiryolu görevlisi olarak çalışan bir baba ile zengin bir aileye mensup bir annenin oğlu olarak 1875’de Prag’da doğdu. Annesi tutkulu ve kaprisli bir kadındı. Kendi hayallerini oğlunun üzerinden gerçekleştirmek gibi bir yanılgıya düştü. Oğlu Rilke’yi altı-yedi yaşlarına kadar kız çocuğu gibi giydirdi. Duyarlı ve kırılgan bir ruha sahip olan Rilke, bu durumdan çok etkilendi ve ileriki yıllarda, özellikle kadınlarla olmak üzere insanlarla iletişim kurmakta sorunlar yaşadı. Dokuz yaşındayken, annesi ve babası boşanınca, Rilke annesiyle Viyana’ya gitmek zorunda kaldı.

1894’de Prag’daki üniversite öğrenciliğini, Münih’e gitmek için bıraktı. Burada edebiyat-sanat çevreleriyle ilişkiler kurdu, oyunlar ve şiirler yazdı, yayımladı. İlk şiirleri Alman halk şarkılarının izlerini taşımaktaydı ve bu yönüyle Heinrich Heine’nin lirik şiirleriyle karşılaştırıldı. İlk kitabı “Yaşam ve Şiirler”i 1891’de yayınladı. Onun için sanat, hayattaki en önemli şeydi. 1897’de Venedik’i ziyaret eden Rilke, evli bir kadın olan Lou Andreas-Salome ile tanıştı ve onun derin etkisinde kaldı. Ona âşık oldu. Rilke ve Salome birkaç yıl tutkulu ve artistik bir aşk yaşadılar. Fakat yaşça daha büyük olan Salome, ezici düzeyde cinsel çekiciliği ile erkeklerin kalbini kolayca çalıyordu. 1899’da, birlikte bir Rusya gezisi yapacaklardı. Rilke burada Tolstoy’la tanıştı. Rus halkının hayatından esinlenen Rilke’nin bu dönemdeki çalışmaları genellikle geleneksel Hristiyan imgesini ve kavramlarını içeriyordu, ancak sanatı, insanlığın tek kurtarıcısı olarak gördü.

1902’de, Fransız heykeltıraş Rodin’in yaşamını yazmak için Paris’e gitti. Bir süre sonra Rodin’in özel sekreterliğini yapmaya başladı. Rodin’in kişiliği, Rilke’yi önemli biçimde etkileyecek, dünya ve sanat anlayışında bazı açılımlara neden olacaktı. 1909’da, Paris’te tanıştığı bir kontesin Duino Şatosu’na yerleşen Rilke, ünlü “Duino Ağıtları” adlı yapıtını burada yazacaktı. Rilke’nin Duino Ağıtları’nda önerdiği devrimci şiirsel felsefe, birçok edebiyat bilimci ve eleştirmen için önemli sayıldı. Kendisiyle aynı dönemde yaşayan Alman filozof Friedrich Nietzsche gibi, Rilke de gerçekleri olumsuzluk olarak algılayan bilince karşı gelerek, bunu bir şenlik olarak kabul etti.

Hayatının son birkaç yılında Paul Valery ve Jean Cocteau gibi Fransız şairlerden esinlendi ve son şiirlerinin çoğunu Fransızca olarak yazdı. Rilke hayatı boyunca hastalıktan acı çekti. 1926’da Cenevre Gölü yakınlarındaki Valmont sanatoryumunda kalırken lösemiden öldü. Ölüm döşeğinde bile Hristiyanlık karşıtı inançlarına sadık kaldı ve papazı reddetti.

Yalnızlık, derin endişe ve inançsızlık, onu geleneksel ve modernist şairler arasında bir geçiş figürü olarak konumlandıran izleklerdir. Sanat, estetik yaşantı, yaratıcılık gibi insana derinlik kazandıran, adeta “insanlaştıran” eylem ve duyarlılıkların toplum yaşamından gittikçe uzaklaşması, onu derin bir kaygıya yöneltir. Kapitalist sistemin insanı kendine, topluma ve doğaya yabancılaştırmasına destek olan Hristiyanlık değerlerinin toplumsal yaşamdaki egemenliğine şiddetle karşı çıkar. “Tanrı” erkinin bu dünyanın dışında ve üstünde olmadığını, bütün nesnelerde Tanrının karşılığının bulunduğunu öne sürer.

Rilke, ünlü “Genç Bir Şaire Mektuplar” adlı kitabında yer alan bir mektupta, genç şair Kappus’a şöyle diyecektir: “Gecenin en sessiz bir anında kendine şu yalın soruyu sor: ‘Şiir yazmazsam yaşayabilir miyim?’ Bu soruya ‘yaşayamam’ diyorsan, yazmayı sürdür.”

 

YALNIZLIK

Yalnızlık bir yağmura benzer,
Yükselir akşamlara denizlerden
Uzak, ıssız ovalardan eser,
Ağar gider göklere, her zaman göklerdedir
Ve kentin üstüne göklerden düşer.

Erselik saatlerde yağar yere
Yüzlerini sabaha döndürünce sokaklar,
Umduğunu bulamamış, üzgün yaslı
Ayrılınca birbirinden gövdeler;
Ve insanlar karşılıklı nefretler içinde
Yatarken aynı yatakta yan yana:

Akar, akar yalnızlık ırmaklarca.

RAINER MARIA RILKE

(Türkçesi: Behçet Necatigil)