Ünlü seri katil Karındeşen Jack de bir zamanlar bebekti, şiddet karşıtlığı ile tanınan Mahatma Gandi de… Peki, bebeklerden canavarlar yaratan “karanlığın”, ya da empati ve merhamet duygularıyla dolu insanlar yaratan “aydınlığın” kökenleri nerede aranmalı? Bunu yaratan sadece yetiştiriliş ve çevre koşulları mı? Pek çoğumuz bebeklerin bencil doğduğunu ve onları küçük birer canavarcıktan medeni varlıklara dönüştürmenin, toplumun ve özellikle de ebeveynlerin rolü olduğunu düşünürüz. Sahiden tamamiyle öyle mi?
Eski düşünürler ve psikologlar genelde bebekleri ahlaki yönden boş birer sayfa gibi algılamışlar. Sigmund Freud, Jean Piaget, Lawrence Kohlberg gibi ünlü psikologlar, hayata ahlak çerçevesi dışında kalan yaratıklar olarak başladığımızı düşünmüşler. Acaba yanılıyor olabilirler miydi?

Bebekler temelde iyi yürekli mi doğuyor, yoksa kötü yürekli mi?
Bebeklere sorabilsek ve anlayabilsek iyi olurdu, ama onlar konuşmayı bilmiyor. Aslında, değil konuşmayı, hiçbir şey yapmayı bilmiyorlar; bir kedi, bir köpek, hatta bir güvercin kadar bile akıllı gözükmüyorlar. Ünlü düşünür Jean-Jacques Rousseau onların tamamen aptal olduğunu düşünmüş. Ama galiba fena halde yanılmış. Bebeklerin en iyi yaptıkları şey öğrenmek. Bunun dışında da yapabildikleri şeyler var. Bir şey almak için uzanabilirler, ellerini uzatabilirler. Ben de size bebeklerin bu yeteneğini kullanarak, zihinlerinin işleyiş tarzını anlamaya çalışan bir seri deneyden bahsetmek istiyorum. Deneylerin başındaki kişi Yale Üniversitesi’ndeki bir psikoloji profesörü, ismi Karen Wynn. Bebeklerin matematik yetenekleri ve dil becerileri ile ilgili çalışmaları ve kitapları var. Bebeklerin ahlaki yönelimleri ile ilgili çalışması da çok satan bir kitaba konu olmuş, hatta kitap Türkçeye de çevrilmiş. Kitabın ismi “Bebeklerin Ahlaki Yaşamı - İyinin ve Kötünün Kökenleri”, yazarı da Paul Bloom.
Paul Bloom

Kukla tiyatrosu deneyleri
Size 5-7 aylık bebeklerin davranışlarını inceleyen kukla tiyatrosu deneylerinden bahsedeceğim... Deneyler çok, ben sadece bazılarını aktaracağım.
Bebeklere kuklalar seyrettiriliyor. Bir kukla, saydam bir kutuyu açıp içindeki bir oyuncağı almaya çalışıyor. Beceremiyor. Kapak yarıya kadar açılmışken geri düşüyor ve kutu kapanıyor. Ortamda da kuklayı izleyen iki oyuncak var. Bir oyuncak, kuklaya yardım ediyor, beraber kutuyu açıyorlar. Biraz sonra aynı mizansen yeniden başlıyor. Bu sefer diğer oyuncak, kutunun üzerine zıplıyor ve kuklanın kutuyu açmasına mâni oluyor.
Daha sonra, bebeğe “iyi niyetli” ve “kötü niyetli” oyuncaklar sunulup hangisini almayı tercih ettiği izlenmiş. Bebecikler “Bunu istiyorum” diyemez. Ama kollarını uzatıp seçtikleri oyuncakları almaya çalışabilirler. Bebeklerin yaklaşık yüzde yetmiş beşi “iyi niyetli” yardımsever oyuncağı tercih etmiş. (Ayrıntıları anlatmayacağım ama bu çok kontrollü bir deney, oyuncakların rengi ya da onlara oyuncağı sunan kişilerin tavırları yüzdeleri etkilemiyor.) Üç aylık daha küçücük bebecikler oyuncaklara erişecek kadar ellerini, kollarını kullanamıyorlar, ama onlar bile “iyi oyuncaklarla” daha çok ilgilenmişler. Yani, büyük ihtimalle üç aylık bebekler bile iyi insanları zalimlerden ayırt edebiliyor. Yaklaşık on aylıktan itibaren, bebeklerin neredeyse yüzde yüzü, “iyi niyetli” yardımsever oyuncağı tercih etmiş. Bulgular, ilk olarak 2007’de Nature Dergisinde yayınlanmış, ama sonra devamı gelmiş.


Kuklalar /Oyuncaklar şeffaf kutuyu açmaya çalışırken


Daha ileri tarihte yapılan bir yapılan bir deneyde, bir kukla, güzel güzel top oynayan iki oyuncağın oyununu bozuyor. Aslında üçü beraber oyun oynayabilir. Oyun da öyle kuruluyor. Ama kukla oyuna katılmıyor, bunun yerine topu alıp kaçıyor. Bebeklere “oyunbozan” kukla uzatıldığında neredeyse hepsi, topu kukladan almış. Oyunu seyreden bir yaşlarındaki bir çocuk, topu kuklanın elinden almakla kalmamış, kuklanın kafasına vurarak cezasını vermiş! Topu kukladan geri almaları, daha küçük bebeciklerin bu olay karşısında tam ne düşündüğünü anlamak için yetersiz, o yüzden deneyin devamı var.
Deneyin devamı size ilk anlattığım deney ile aynı, tek fark, saydam kutudaki oyuncağı almaya çalışan kuklanın “oyunbozan” kukla olması. Bunun dışında senaryo aynı: Oyunbozan kukla, kutuyu açmaya çalışıyor, ilk seferde “iyi niyetli” oyuncak yardımcı oluyor, ikinci seferde “kötü niyetli” oyuncak kutunun üzerine zıplayıp köstek oluyor. Bebeklerin “oyunbozan” kuklanın daha önceki davranışını bilmesi hariç, her şey daha önceki deney gibi. Daha sonra, bebeklere yine “iyi niyetli” ve “kötü niyetli” oyuncaklar sunulup hangisini almayı tercih ettikleri izleniyor. Bu durumda bebekler “iyi niyetli” yardımsever oyuncağı değil, “kötü niyetli” oyuncağı tercih etmişler. Hem de yüzde 81 gibi yüksek bir oranla!
Miniminnacık bebekler, başkasının oyununu bozan “oyunbozan” kuklanın cezalandırıldığını görmek istemişler. Yani, içimizde ilkel bir adalet duygusu doğuştan var! Bunu yürüyemeyen, konuşamayan, hatta henüz emekleyemeyen bebeklerde keşfetmek tam bir sürpriz olmuş.


Kukla deneyini ilgiyle seyreden bir bebek


Peki, bebekler evrensel bir adalet anlayışı ile doğuyorsa, onca kötülük nereden geliyor?
Bebek deneylerine bakmaya devam edelim.
Bebeklere yiyecek krakerler veriliyor. İki çeşit. Bebekler de sevdiklerini afiyetle yiyorlar.
Sonra, bebeklere yine bir kukla tiyatrosu seyrettiriliyor. İki oyuncak gösteriliyor. Bir oyuncak, bebeğin sevdiği krakeri severek yiyor, diğerini reddediyor. Diğeri ise tam tersini yapıyor, bebeğin beğenmediği krakeri tercih ediyor. Sonra bebeklere bu oyuncaklar sunuluyor. Bebekler hangi oyuncakla oynamayı tercih ediyor? Herhalde bildiniz, yemek zevki kendisine benzeyen oyuncakla. Öbüründen hoşlanmıyorlar bile. Sadece bu kadar da değil.
Yine ilk anlattığım deney tekrarlanıyor. Bu sefer, kutuyu bebeğin sevmediği krakeri seven kukla açmaya çalışıyor. Bunun dışında detaylar aynı; yine yardımsever bir “iyi” oyuncak ve kutuyu üzerine zıplayarak kapatan bir “kötü” oyuncak var. Bebekler hangisini tercih ediyor? “Kötü” oyuncağı!
Bebekler sanki bize diyorlar ki: “Düşmanımın düşmanı, dostumdur. Hiç bu sinir bozucu kraker sevilir mi? Ben sevmem. Bu krakeri seveni de sevmem. Seven biri varsa, ona kötü davranalım. O bizden değil.” Bebeklerin yüzde 87’si böyle davranmış. Tabii ki aynı deney, bebeğin sevdiği krakeri seven kuklayla yapıldığında sonuç tamamen farklı oluyor. Bebekler kendileriyle aynı krakeri seven “ciciş” kukla kutuyu açamazsa, ona yardım eden “ciciş” oyuncakları da çok seviyorlar.
Yani, içimizde doğuştan, “benim gibi olanlar” ve “benim gibi olmayanlar” duygusu var: “Benimkiler ve ötekiler.”
Taraf tutuyoruz. Kendimiz gibi olanları seviyor, kendimiz gibi olmayanları sevmiyoruz
Hatta onlara kötü davranılmasını istiyoruz. Küçük bebekler için yemek çok önemli. Yaş büyüdükçe bu duygu yemekle ilgili olmaktan çıkıyor. Irk, dil, din, milliyet, spor fanatizmi, siyaset gibi başka konularda kendisini gösteriyor. Ama duygunun kendisi daha baştan içimizde kazılı. Bebekler daha baştan bencillik, önyargı, bağnazlık ve hatta ırkçılık barındıran belli bir sınıflandırma ve yabancılaştırma duygusuyla doğuyor gibi... Doğal seçilim yoluyla “ayıklandığımız” düşünülecek olursa, belki de bebeklerin içindeki bu duygu anlaşılır. Bu davranış, hayatta kalma içgüdüsünün bir uzantısı.


Bebeğe hangi oyuncakla oynamayı tercih ettiği sorulurken


Bebekler tamamen kötü niyetli ve bencil de değiller
İçlerinde empati duygusuyla doğuyorlar. Bebeklere, ağlayan bebek seslerini dinletirseniz ağlarlar. Bir yaşına doğru, üzgün birisini gördüklerinde avutmayı denerler. Beceriksizce de olsa, saçlarını veya sırtını okşarlar, kendi biberonlarını veya oyuncaklarını sunarlar, bazen de kendi emziklerini ağızlarından çıkarıp üzgün kişinin ağzına tıkarlar. 😊
Ayrıca hakkaniyet ve eşitlikten yanalar. Washington Üniversitesi’nde yapılan başka bir bebek deneyinde görülmüş ki, bir yaşında bir bebek, yetişkin misafirlere bisküvi ve krakerleri eşit sayıda değil de kafasına göre, bazılarına az, bazılarına çok dağıtan birisini gördüğünde ondan uzak duruyor. Eşit dağıtan kişilere daha sıcak davranıyor. Buna karşılık taraf tutma, kendisi gibi addettiği kişileri sevme, kendisi gibi olmayandan nefret etme davranışı da bebeklerin içinde köklenmiş...
Daha büyük çocuklarla yapılan deneylerde, çocukların sekiz yaşına doğru tam da toplumun onlardan beklediği erdemli davranışları gösteriyor olduğu gözlemlenmiş. Ama bunun ne kadarı cila, afra-tafra, ne kadarı gerçekten içselleşmiş, bu belli değil. Dolayısıyla, örneğin ırkçılık gibi zararlı, kötücül bir davranışın kökünü kurutmak istiyorsak, bunun için toplum tarafından çok çaba sarf edilmesi gerekli, çünkü içgüdülerimiz her zaman o yönde değil.

Kaynaklar:
https://www.nytimes.com/2010/05/09/magazine/09babies-t.html
https://www.sciencefocus.com/science/are-babies-born-with-a-sense-of-right-and-wrong/
https://youtu.be/FRvVFW85IcU
http://www.acikbilim.com/2015/08/incelemeler/bebeklerin-ahlaki-yasami-paul-bloom.html
https://1000kitap.com/kitap/bebeklerin-ahlaki-yasami--45380