Alıntı yapması havalı, üzerine yazması zor bir yazar olan Walter Benjamin, 1892’de Berlin’de doğmuştu. Sadece 48 yıl yaşadı. Tahmin ettiği gibi öldükten çok sonra, 70’li yıllarda eserlerinin birçok dile çevrilmesiyle geniş bir okur kitlesine ulaştı. Felsefe eğitimi almıştı. Kısıtlı olanaklarla yaşasa bile, ailesi sayesinde bir şekilde geçinebiliyordu. 20. Yüzyıl başlarında Almanya’da zengin Yahudi aileler bir oğullarını seçkin bir entelektüel olması için eğitime yönlendiriyordu. Hannah Arendt, kökeni Tora’ya dayanan bu durumla ilgili şöyle demişti: “Freud eğer başka bir ülkede yaşamış olsaydı Oedipus kompleksini bulamazdı.”
Benjamin, 21 yaşında geldiği yayalar kenti Paris’i sevmişti. Şehrin kozmopolit atmosferinde Yahudilik-yabancılık duygusu sanki azalıyordu. Paris, “her yurtsuzun kendini yurdunda sayabileceği bir kentti.” Bulvarlar ve pasajlar adeta flanörler dolaşsın diye inşa edilmişti. Vitrinlerdeki çeşit çeşit nesne, görmesini bilen gözlere şehrin ve insanların hikâyelerini sunuyordu. Onun tutkusu, yaşanan zamanı doğru algılamaktı. Yürüyerek düşünme sanatını burada öğrendi. Kentlerin sakladığı mesajı ancak gerçek flanörler okuyabilirdi. Hemen bir parantez açalım: Çokça sevilen “flanör” kelimesi “flana” fiiline dayanıyor, 16-17. yüzyıllarda amaçsız gezinmek anlamında kullanılmış, ama kelime asıl ününü Charles Baudelaire sayesinde 19. yüzyılda kazanmış. Flanörlük, değiştiremediğini protesto etme sanatı olarak da tarif ediliyor.
Dört yaşındaki Walter Benjamin, Heringsdorf, 1896
Benjamin, Sürrealistlere yakınlık duyuyor, Kierkegaard, Kant, Holderlin, Nietzsche okuyordu. Değişik konularda kitap toplardı, bibliomanyası 24 yaşında romantizm üzerine inceleme yaparken başlamıştı. En parasız zamanında bile kitap biriktirirdi.
I. Dünya Savaşı öncesinde tinsel kurtuluşu amaçlayan, eğitim sisteminin iyileştirilmesini ve otoriteye karşı bireyselliği savunan bir gençlik hareketi içindeydi. Savaş başlayınca dağıldılar, aralarından bir çift intihar etti. Bu ilk yenilgiydi. Gruptan birileri savaşta ölünce kahraman ilan edildi, birileri öylesine öldü, birileri Siyonist, bazıları Komünist oldu.
Evlendi, kız kardeşiyle aynı adı taşıyan eşi Dora ile bir oğulları doğdu; aile babası ruhu taşıdığı söylenemezdi, sevgilisi Asja Lacis için onları terk etti. 1930’da babasını kaybetti. İş konusunda şansızdı. Babası öldükten sonra geçimi zorlaşan Benjamin’in, Kudüs’teki bir üniversitede İbranice üzerinde çalışma projesi gerçekleşmemişti. Aslında maaşla bir yere bağlanmamak işine geliyordu, çünkü Benjamin açısından toplum ve devlet karşısında bağımsız bir tavır geliştirebilmenin ön koşulu buydu.
Memurluk ve üniversite kariyeri Almanya’da o dönemde Yahudilere kapalıydı. Benjamin doktorasını I. Dünya Savaşı sonrasında koşullar değişince yapabildi. Franz Kafka Almanya’da Yahudi aydınların ağır durumunu, “Hayatın ve ümidin düşmanı bir ortam içinde, yazma eylemi, kişinin kendi ipini çekmeden önce vasiyetini yazmasından başka bir şey olamıyordu” diye anlatmıştı.
Benjamin 1927-1933 arasında Berlin ve Frankfurt radyolarına program hazırladı, oyunlar yazdı. Radyo için kaleme aldığı metinlerin başlıkları kütüphanesi gibi çok çeşitliydi: posta pulu sahteciliği, Lizbon depremi, 1927 Mississippi seli, Kanton’daki tiyatro yangını, kaçakçılar… Alman İnsanları çalışması yayın evi iflas ettiği için basılamamıştı. Ek gelir için değerlendirdiği dergi projeleri hiçbir zaman gerçekleşmedi. Çevirdiği şiirler ancak savaş sonrasında yayımlandı.
İstiridyedeki incinin peşinde
Sanat ve düşünce dünyasında saygındı ama ünlü sayılmazdı. Yazdıklarının yaşadığı dönemde okunmayacağını, ancak gelecek için saklanabileceğini düşünüyordu, haklı çıktı. Gazetelerin sanat sayfalarına, edebiyat dergilerine yazardı. Titiz ve sabırlıydı. Tarihe bakardı ama tarihçi değildi, şiirsel bir düşünme ve yazma şekli vardı ama şair değildi. Kendi deyimiyle metin çalışmalarında “derindeki inciyi” arıyordu.
Arkadaşlarıyla
Bir sanat ürününün iki yanı vardı: ilettiği hakikat ve işlediği konu. Ürünün kalıcılığını sağlayan hakikat ve konu arasındaki bağlantılandırmanın derinliği ve inceliğiydi. Benjamin’e göre sokak, hisse senedi, şiir vs. her şey bağlantılıydı. Bu bağlar, ancak “olgulardaki aynı döneme ait olmanın oluşturduğu çizgiler”de yakalanabilirdi. Tarihin portresini önemsiz, küçük, yoğun şeylerde arıyordu. Hakikat ancak poetik düşünmeyle idrak edilebilirdi.
Walter Benjamin Pontigny Abbey’de
Benjamin sanat ürününü, ölülerin yakıldığı bir ateş gibi düşünürdü. Ürün üzerine sadece yorum yapan birine “kimyacı” diyordu. Kimyacı bu kutsal ateşten arta kalan parçaları ve külleri görürdü. Oysa eleştirmenlik simyacılıktı. Simyacı için için hâlâ yanan koru kovalardı, o dağılan parçalar ve küllerden sonra varlığını sürdürecek hakikatti. Eleştirmen alevin geçiciliğinde kalıcılığı yakalayandı. Bu yaklaşımla Goethe’nin Elective Affinities’i için kaleme aldığı denemesi, Alman nesir edebiyatının başyapıtları arasına girecekti.
Alman Tragedyasının Doğuşu konulu tezinde, 600 kadar alıntı vardı, kendi cümleleri çok azdı; kendi ifadesiyle “çılgın bir mozaik tekniği” kullanmıştı. Amacı görüşünü doğrulamak değil, metin oluşturmaktı. Düzenleme, alıntıların birbirlerinin perdelerini kaldırıp yaşanan gerçekliği açığa çıkarması içindi. Hayatı deneyimlerken harap olmaya mahkûm her şey, o bekleyişi sırasında kristalize hale geliyordu. Anlaşılmayan, işitilmeyen, saklanan acılar ve beklentilerle kristalleşen o şey, onu görüp deşifre edecek bir göz için derinlerde durmaktaydı. Onları görmediğimizde bütün bu deneyimler, acılar, beklentiler mesih değil Azrail olacaktı.
Kendine aldığı şifreli notlar
Benjamin Denkbilder eserinde şifa veren ellerden bahseder. Hastalık henüz doktora anlatma aşamasında iyileşme yoluna girmiştir. Anne hasta çocuğuna öyküler anlatır. Acı anlatıların önünde bir barajdır, ama akıntı güçlüyse önüne çıkan her şeyi unutmanın denizine taşır. Aslında anlatımı başlatan da acıdır, belki anlatının köküdür, içinden anlatıyı doğurup şifa veren ellerle yarayı sağaltır.
İlişkiler
Benjamin, sevgilisi tiyatrocu Asja Lacis 1926’da depresyon tedavisi için hastaneye yatırıldığında Moskova’ya gitti –sonradan tuttuğu notlar yayımlandı. Lacis o sırada bir yönetmenle birlikteydi. Komünist Lacis ve yönetmen sevgilisi Reich, Benjamin’e Komünist Partiye girmesi tavsiyesinde bulundular ama politikayla ilişkisi hep mesafeliydi, aslında belki her şeye mesafeliydi ve yaşadığı bu gerilim bütün eserlerinde hissedilirdi. Ona göre insan kendi hayatını örgütleme görevini, partiye terk etmemeliydi. Lacis’e duyduğu sevgi de dünyaya bakışına benziyordu, sevdiği kadına, sahibi olacağı bir arzu nesnesi gibi bakamazdı.
Gerhard Scholem “Benjamin’in herhangi bir biçimde ilişki kurmayı başarabildiği kişilerin hemen hepsi de –ki, Benjamin bunun farkında olsa da olmasa da, neredeyse istisnasız olarak Yahudi’ydiler.”
Arkadaşlıkları da ilginçti. Adorno onun maddeciliğini kaba bulurdu. Onu Yahudi mistisizmiyle yakınlaştıran filozof ve tarihçi Gerhard Scholem’e göre Benjamin Marksizmle tanışınca Yahudi mistisizminden uzaklaşmıştı. Brecht’e sorarsanız Benjamin mistikti. Okuduğu kitaplar, etkilendiği akımlar, dostları tıpkı alıntıları gibi birbiriyle uzlaşmadan ama birliktelikleriyle yepyeni bir anlam oluşturarak yan yana dururdu.
Nurdan Gürbilek onun sistemli bir düşünür sayılmayacağını söyler. Çözümlemeci, nedensellik bağları kuran bir yaklaşımı yoktur; olguları, nesneleri, fikirleri açıklamadan yan yana getirir ve bu işi kurguya bırakır. Örneğin Paris atmosferini kurarken sözü barikatlara, fahişelere, bulvarlara, vergilere, sansür yasalarına, Hugo’nun romanlarına verip, okuru aralardaki görünmez çizgileri birleştirmeye çağırır. Önemli-önemsiz, küçük-büyük “şeyler”in bağlantılarını sezenlere yazar Benjamin…
Kaçış
1940’ta Paris’teki evini basan Gestapo arşivine el koydu, yazıların yok olmaktan kurtulduğu sonradan tesadüfen anlaşıldı. Notları kaybedince bir edebiyat eleştirmeni olarak eli ayağı bağlanmıştı. New York’taki Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nden Adorno ve Horkheimer’in çağrılarını, Avrupa’da hâlâ savunulacak şeyler kaldığını söyleyerek erteliyordu. Lizbon üzerinden Birleşik Devletlere kaçma planları Benjamin için mecburiyetten öte bir anlam taşımıyordu, onun “yaşam mekânı” Avrupa idi. Theodor Adorno’ya mektubunda, Amerika’da kendisini bir kafese kapatıp “son Avrupalı” diye sergilemelerini istediğinden bahsetmişti.
Vichy Hükümeti Hitler’le anlaşmıştı, Benjamin’in Avrupa’da kalması artık imkânsızdı. Geçici olarak bir kampta tutuldu. ABD ve İspanya’nın verdiği vizeler hazırdı ama Fransa’dan çıkış vizesi alamamıştı, Lizbon’a kaçak geçmek zorundaydı. Marsilya’da Arthur Koestler ile buluşup yola çıktılar. Sınırda kötü bir sürpriz onları bekliyordu. İspanyollar sınır kapısını kapatmıştı. Mültecilere ertesi sabah Fransa’ya dönmeleri söylendi. Odalarına çekildiklerinde Benjamin yanlarına aldıkları morfini yuttu. Ertesi sabah sınır kapısı açılmıştı.
İntiharından birkaç ay önce tamamladığı Tarih Kavramı Üzerinde’de diyordu ki: “…kültürel zenginlikler, hiç istisnasız, dehşet duygusuna kapılmadan düşünülmeyecek bir kökene sahiptir. Varlıklarını sadece onları yaratan büyük dehaların çabalarına değil, aynı zamanda o çağda yaşamış, nice, adı sanı bilinmeyen insanın katlandığı külfetlere de borçludurlar. Hiçbir kültür ürünü yoktur ki, aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın…”
Yaşanan realiteyi anlamak geleneklerden özgürleşmekle mümkündü. Geçmişle ilgilenmesi onunla hesaplaşmak içindi. Böylece alışılagelenin, değişmez sanılanın yönü çevrilebilirdi. Alıntılar geçmişi en yalın haliyle ortaya döküyor, yaşanan günü anlamayı sağlıyordu; bu geleneğin olanaklarını geleneğe karşı kullanmaktı.
Başka bir alıntıyla bitirelim: “Faşizmin oluşumu da topluma kendini kabul ettirebilmesi de modern toplumların kültür yaşamının kendi işleyişinden yararlanarak olmaktadır. Yaşamın kendisi üzerinde etkide bulunabilecek, yaşamı özgürce biçimlendirebilmek olanaklarından soyutlanan modern toplum insanı, faşizm olgusu henüz ufukta görünmediği zamanlarda dahi faşizmin oluşturucu temelleri üzerine kurulmuş bir hayatın ve bu hayatı sürekli kılan bir yaşama üslubu içindedir.”
Kaynaklar:
Estetize Edilmiş Yaşam, Sunan Ünsal Oskay, Derin Yayınları, 2007.
Son Bakışta Aşk-Walter Benjamin’den Seçme Yazılar, Yayına hazırlayan Nurdan Gürbilek, Metis Yayınları, 1995.
Moskova Günlüğü, Walter Benjamin, Metis Yayınları, 2001.
Radyo Benjamin, Hazırlayan Lecia Rosenthal, Metis Yayınları, 2018.
Palyatif Toplum, Byung-Chul Han, Metis Yayınları, 2023.