Öpücüğe övgü

 

 

Öpüşme eylemi neşeyi iletir ve bizler seyirciler olarak fotoğraflarda bu pozitif eyleme tanıklık ederiz. Bu fotoğraflar romantik, tutkulu ya da sevgi dolu bir anın ve kamusal alanın birlikteliğine dair anlamlı öyküler barındırır. Bu fotoğrafların odak noktası kolektifin güçlü enerjisini açığa çıkarır. Bu fotoğraflar kucaklaşan bedenlerin duygusal yoğunluğunu över. Bu pozitif birleşim yoğunluğu, kamusal ve özel yaşama dair alanlara ve davranışlara da ilham verir. ‘Belki bir sonraki anda birbirlerinin gözlerinin içine baktılar ve bir daha ayrılmadılar’ umudunu tüm insanlar için yeşertir. Bazen de özellikle Eisenstaedt’ın ikonik fotoğrafı “Time Square Kiss”deki gibi savaş sırasında gizlenen Eros’u ve bireylerin duygularını daha sonra daha büyük acılara karşı koruma altına almak olarak da görülebilir. Savaş onları birbirinden daha da uzaklaştıracak olsa bile birlikte son bir anlığına, fotoğraftaki iki beden olabilirler.

Bu fotoğraf hem birçok çiftin yaşadığı duygusal karmaşıklığın gerçekçi bir portresi hem de genel olarak kamusal yaşamın yürütülmesi konusunda model olmuştur. Böyle anlar toplu zorluk dönemlerinde özel hayatın pathos’unu yakalar. Bastırılmış tutkular serbest bırakılır ya da yalnızca bir imaj, tüm değerler hiyerarşisini tersine çevirebilir.

Times Square Kiss” bu açıdan iyi bir örnektir. Denizci ve hemşire kesin olmamakla birlikte muhtemelen alt veya alt orta sınıf mensubudur ancak kesin olan şey, öpüşmek gibi herkes ve her sınıf için geçerli ve eşitlik barındıran bir duygu durumuna katkıda bulunmalarıdır.

Üniformalarıyla temsil edilen toplumsal ortak durum olan savaş durumu da bu anlamda fotoğrafın dramasıdır. Denizci coşkuludur, çünkü yeni serbest kalmıştır. Fotoğraf, savaşın bittiğinin resmi olarak açıklandığı güne aittir. Savaşta öldürülme veya yaralanma olasılığı ortadan kalkmıştır. Hemşire ise sokaklara dökülmüş pek çok üniformalı kadından biridir. O da bu sefer korku, ayrılık, acı ve ölüm olmadan günlük yaşantıya dâhil olmuştur. Savaşın sona ermesi nedeniyle, ertesi gün ölme olasılığı New York’taki bu iki insan için artık çok yüksek değildir.

İnsanlara umut veren fotoğraflar

Genellikle savaşlardan sonra, düşmanların el ele verdiği fotoğraflar gibi insana umut olacak birçok fotoğraf ve öykü ortaya çıkmıştır. Ancak bunların neredeyse hiçbiri “Time Square Kiss” kadar ünlenmemiştir. Çünkü bir öpüşme sahnesi hangi şartlarda olursa olsun günlük yaşama ait bir durumun daha sıradan, güvenli ve konforlu alanını temsil ettiği için de normalleşmeyi daha çabuk tahsis edebilir. Savaş, çiftlerin ayrılması, üniformaların samimiyet duygularını engellemesi haline gelirken özel hayatın özlemleri daha da artar. Bu noktada öpüşmek savaşa gerçek bir elveda olarak yorumlanabilir.

Bu fotoğrafların günümüzde bir dekorasyon mağazasından bir kitapçıya kadar geniş bir yelpazede çoğaltılıp bir poster olarak satışa sunulduğuna tanık oluruz. Özellikle Robert Doisneau’nun “Hotel de Ville’de Öpücük” fotoğrafı, poster olarak çok sık kullanılmış ünlü bir fotoğraftır. Doisneau’nun bu fotoğrafı bugün de geçmişteki hayaller adına bir mihenk taşı olmaya devam ediyor. Romantizm ve şehrin dokusu birbiri içinde eriyen duygu durumlarını iletiyor ve en önemlisi de fotoğraftaki çift, çevrelerindeki dünyadan ve fotoğraf aracılığıyla bizim kurduğumuz ilişkilerden habersiz kucaklaşıyor. Duruşlara odaklanmamak elde değil.

Adam hafifçe sağ koluyla kadını kendisine doğru çekerken sol elinde yanan bir sigara tutuyor ve geriye doğru eğiliyor. Oldukça teatral bir sahne. Empresyonist bir kompozisyon gibi, Doisneau, Paris boyunca dolaşan insanlara bir bakış sunuyor. O erkeklerin bere taktığı ve o zarif giyimleri içinde eski Coco Chanel kadınlarının sokaklarında dolaştığı avangard Paris’e bir kaçış gibi… Şehrin büyük arterlerinin kesiştiği Hotel de Ville önünde Doisneau Haussmann’ın Paris’ini gezintiye bir davetiye çıkartıyor ve kentsel tasarımı ile insanlarını izliyor. Tıpkı geniş bir vitrin gibi. Doisneau’nun fotoğrafı efsanevi çağrışımlara sahiptir: Hem 1950’lerin Paris’inden “çalınmış” anı “ hem de 1950’lerin Paris’ine ait bir eseri aynı anda deneyimleriz. Böylece, tüm bunlar “Hotel de Ville’de Öpücük” fotoğrafını ünlü bir fotoğraf yapar ve bizlere zaman ve seyahat kavramlarını yeniden sorgulatır. Doisneau’nun fotoğrafının izleyicileri olarak, sadece bakan değil, ama gözlemleyen sanatçıyı reenkarne ederiz. Ayrıca bu fotoğraflar, kadın fantezilerine ve kitlesel olarak üretilen popüler kültüre de katkıda bulunur. Bu poster görüntüler, genellikle kadın için bir meta olarak kullanılabilmektedir ve bu kadınsı konum, günümüzde tüketici ve seyircinin rollerini örneklemek için neredeyse benzersizdir.

Bu fotoğraflar aynı zamanda yaşamdaki en büyük zaafımızı yani yaşama bağlılığımızı gözler önüne serer. İnsan sosyal bir varlıktır. Dünyaya geldiği ilk andan itibaren çevresinde olup bitenlerle, olaylarla ve kişilerle temas kurarak varlığını ve gelişimini sürdürür ve öz benliğini oluşturmaya çalışır. Bu ilişki modelleri içinde ise ön sıralarda sevgi bağına dayalı ilişkiler yer alır. Bu tür ilişkiler büyük ölçüde sosyal yaşantı içerisindeki rolümüzün belirleyiciliği açısından da önem taşır. Fotoğraflarla kurduğumuz ilişki, ilişkilerin fotoğraflardaki yansımaları ve fotoğraflar yoluyla kurduğumuz ilişkilerin temelinde de aynı prensip yatar. Fotoğraf sosyal bir olgudur ve aynı zamanda bir ilişki ve iletişim aracıdır.

Bu fotoğraflarda umut kalıcı bir armağan gibidir. İnsana dair kalıcı bir umut beslemek düşüncesiyle yola çıkılmış, Soğuk Savaş döneminde üretilmiş tarihsel bağlamda önemli bir çalışma olan “Family of Man” in de başlangıç öyküsü insanların öpüştüğü anlara tanıklık eder. Her yerde sevgi ve aşk, düğünler ve bebekler eşliğinde nesilden nesile insanı takip eden 503 fotoğraftan oluşan bu dev çalışma pek çok eleştirinin de hedefi olmasına karşın amaçladığı üzere fikirlere form verme ve insanı insana açıklama konusunda dinamik bir süreci yakalamıştır.

Aslında insana dair birçok fotoğrafta insanın duygularının sömürülmesi eksenli benzer eleştiriler dikkatleri çeker. İnandırıcılık en çok atıf yapılan konu olur. Kurgu olup olmadığı sorusu büyük önem taşır. Bu konuda yakın zamanda örnek olabilecek ikonik fotoğraflardan biri de Vancouver Canucks’ın Stanley Kupası’ndaki Boston Bruins’e 4-0 yenilgisini takip eden isyanlar esnasında sokakta yere uzanmış öpüşen çiftin fotoğrafıdır. İlk bakışta, isyanlar sırasında çekilen bu fotoğrafta, etrafındaki kaostan habersiz, yolda yatan ve öpüşen genç bir çift gösterilmiş gibi algılanmaktadır. Bu nedenle Kanadalı fotoğrafçı Richard Lam tarafından çekilen fotoğraf, özellikle de sosyal medya aracılığıyla küresel bir sansasyon haline gelmiş ve dünyanın en ikonik öpücük fotoğraflarından biri olarak anılır olmuştur. Polisle taraftarların çatışması sırasında sokak ortasında yere uzanmış olan çiftin öpüşürken çekilen fotoğraflarının, gerçeği yansıtmadığı iddia edilmiştir. Çift iddialara göre, ünlü olmak için bu sahneyi kurgulamıştır. Daha sonra sokağı görüntüleyen kamera kayıtlarında durumun öyle olmadığı, kadının darbe alıp yere düşmesiyle birlikte sevgilisinin onu korumak adına üzerine kapanıp öptüğü ortaya çıkmıştır. Fotoğrafın şöhret olmak için yaratılan bir kurgu olmadığı bu şekilde anlaşılmıştır.

Ancak kurgu olup olmamasının çok da büyük bir önemi olmadığı söylenebilir. Bu fotoğraf merkeze alınarak inandırıcılık tartışmalarının böyle aşkla birleşmiş izlenimi veren hiçbir fotoğraf üzerinde nihai bir etkisi olmadığını söyleyebiliriz. Bu fotoğraflara dair tartışmalar yapılır, sansasyonlar patlak verebilir ya da tamamen kurgu oldukları da anlaşılabilir. Sonuç olarak izleyici bu fotoğraflara baktığında genellikle pozitif bir birleşme duygusu, bir iletişim modeli, bir ilişki biçimi ile karşılaşır. Belki de moral değerlerin tamiri konusunda daha fazla çözüm bulmaya çalışan günümüz insanı için bu beklentinin karşılanması çok önemlidir. Fotoğraf zaten yokluk hissiyle sürekli mücadele eden doğası gereği modern insanın özlemi haline dönüşen değerlerin korunması konusunda etkin bir aracı olmuştur. Bu açıdan artık olmayan, özlenen hislerin yansımalarını barındırdıklarını söylemek yanlış olmaz. Roland Barthes’ın da söylediği gibi “Fotoğrafın neyin artık olmadığını söylemesi gerekmez; o yalnız ve kesin olarak neyin olmuş olduğunu söyler.” Fotoğrafın bu yaşamı kutsayan özelliği, her şeyin ölüp gittiği dünyada ölümsüz bir iz bırakma hayali, aşkla ve sevgi bağıyla birleşen bedenlerle yaptığı iş birliğinde daha belirgin hale gelir.