“Sevgili ebeveyn, oyun başladı, ebe sensin!”

“Kişisel Gerilim”, “Dişisel Gerilim”, “İyilik”, “Şezlong Savaşları” ve “Telefonum Olmadan Asla” adlı kitaplarıyla kendinden çok söz ettiren İdil Hazan Kohen, nev’i şahsına münhasır üslubuyla; yeni kitabında da adeta iyi bir mizah filminin sahnelerini izlettiriyor bize; satırları arasında gezinirken art arda kahkaha attırıyor. Kohen, yarattığı karakterler aracılığıyla, gündemdeki konulara ters köşe bakış açıları taşıyan çok iyi bir kalem. Artemis Yayınevi’nden çıkan “Yeni Nesil Anne” adlı kitabı, bir Bebe-Korkut romanı.

İdil Hazan Kohen, bu kitabında, yeni nesil annelerin annelik rolüne paralel olarak kendi hayatlarını da sürdürmek için mücadele veren cesur, modern, güçlü ve çalışan kadın modelini anlatıyor. Çok güldürürken çok da düşündüren bu kitap, okurken size keyifli bir deneyim yaşamayı vadediyor.



İDİL HAZAN KOHEN
1980 İzmir doğumlu ve Özel Türk Kolejinde okumuş. 2002’de Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun olan Kohen, iki büyük kurumsal şirkette marka ve ürün yöneticiliği yaptıktan sonra, edebiyat dünyasına yönelmiş. Bugün hâlâ amatör olarak tiyatro oyunculuğu da yapıyor. 9 Eylül Üniversitesinde “Anlaşmazlık Çözümleri” eğitimi alan İdil Hazan Kohen, Şalom gazetesinde sanat ve spor konularında yazarlık da yapmış.
Evli ve 6 yaşında iki kız annesi olan başarılı yazar İdil Hazan Kohen, özel hayatını şöyle özetliyor; “Hayatımda tenis, kayak, sörf, kite-sörf gibi birçok spora el attım, şimdiyse elimi kaldıracak hâl bulamıyorum. Şarkı söylemeyi hep çok sevdim, her an “Hadiiii!” ve “Söz, son 5 dakika” adlı single’lar çıkarabilirim. Boş zamanlarımdaysa, hmm öyle bir zaman yok. Çocukların okulundan sürekli aktivite, gösteri, tanışma ve de kaynaşma vesilesiyle çağrılmadığım nadir zamanlar var. O zamanlarda tiyatro ve seramik yapmaya yeltensem de, o nadir vakti okuldan eve transfer olan influenza, covid, rsv, beta gibi tüm trend hastalıkları ağırlayarak geçiriyorum. Anlayacağınız bu ara hayatı bol bol planlar yapıp, hesapta olmayanlara adapte olarak yaşıyorum…”

İdil’in gözünden “yeni nesil anne”yi nasıl tanımlarsınız?
Kızının annesi, annesinin kızı, eşinin karısı, işinin demirbaşı… Türlü rolleri üstlenen yeni nesil annelerimiz her şeyi en iyi şekilde yapmaya çalışan, beklentilere cevap vermeye çalışırken zaman zaman kendi yıpranan, zaman zamansa daha da güçlenen, her şeyi biraz abartan, çokça yorgun düşen bir nesil. Biraz mükemmeliyetçi, fazlaca kontrolcüyüz sanırım.
“Aman çocuk bu alışır”, “geçer”, “bir şey olmaz”, “kalk kendin al”… Geçmiş nesillerin çokça kullanıp tükettiğinden midir, bize miras kalamadı bu cümleler… Biraz kalsaymış hiç fena olmazmış. J

Günümüz anneleri artık geleneksel anne rolünün dışına çıkarak yepyeni bir boyutla karşımızda. Hikâyenizdeki anne adayı Aybüke karakteri, gerçek hayatta sizinle hangi yönlerden benzeşiyor?
Aybüke çevresinde ve kendi hayatında yaşanan olaylara çoğu zaman alıştığımız tepkilerden çok daha farklı tepkiler veren, idealist, eşitlikçi, dışarıya çok güçlü bir duruş sergilerken kendi içinde birçok çelişki yaşayan, mücadele veren bir kadın. Daha birçok özelliği var ama benim kendimde ona en yakın gördüğüm özellikleri bunlar. Olaylara farklı bakabilmek, olması gerekenle olmak istediğini ayrıştırmak, kendi doğrularını savunurken empati kurmayı da başarabilmek ve en önemlisi ben ve biz arasındaki dengeyi koruyabilmek bizim ortak özelliklerimiz. Bir yandan BEN’i tamamen dışarıda bırakmamak, bunu kitapta Aybüke’nin hayallerini gerçekleştirme çabası olarak görebiliriz. Kendi hayatımızda ise bu, kendi sevdiğimiz şeylere zaman ayırmak, onlar için çabalamaktır. Bir yandan da BİZ’e, aileye, arkadaşlara, değer verdiğimiz çevreye gerekli özen, özveri ve ilgiyi vermektir. Bu dengeyi korumak ikimizin en çok birleştiği nokta diyebilirim.



Kitaptaki başkarakterlerin en yakın arkadaşları üzerinden, özel hayata hadlerinden fazla müdahale etmeleri konusu, mizah diliyle işlenmiş. Sizce, bu konudaki sınır nerede çizilmeli?
Evlilik çok kollu bir terazi gibi. Dengeyi korumak için her kola gerektiği kadar ağırlık vermek lazım yoksa terazi devrilir. Yoksa biz devriliriz. Aile hayatınıza, özel hayatınıza müdahale etme hakkı gören dostluklar genelde öyle bir-iki günde edinilmiş arkadaşlıklar değildir. Uzun bir geçmişi vardır onların ve dolayısıyla geleceğinizde olmak da onların hakkıdır. Ancak, “Hayır diyebilme sanatı” diye bir durum var. Sanırım bunu karşındakini kırmadan yapabilmek işin sanat kısmı oluyor. Bekâr arkadaşınıza artık gecelere pek akamayacağınızı, senle telefonda dertleşmek isteyen dostuna çocuğun telefonu çekiştirip konuşturmadığını anlatabilmek bir sanat. Ancak o çocuğu gece uyutup onu arayamazsan, eşinden arada bir çocuklara bakmasını rica edip cinsdaşlarınla eğlenmeye çıkmazsan, hop terazi devrilir. Sonra bir zaman gelir bunalırsın, bunaltırsın. Herkesin sağlıklı bir ilişki için kendi özel alanını yaratması lazım ve bu alanın iki taraflı işlemesi lazım. Hem eşlere hem arkadaşlara! Kitaptaki Anıl ve Tuğçe bu durumdan bihaber mesela, evli çiftimize birçok sıkıntı yaşatsa da bir yandan böyle dostluklar onların şansı, heyecanı, ev dışındaki dünyayla bağlantısı…

Kitabınızın olay örgüsünü tasarlarken kendi deneyimlerinizden mi faydalandınız yoksa kaleminiz kendi kurgusunu mu yarattı? Sonunu daha en başta biliyor muydunuz?
Ben kitap yazmaya başlamadan önce dikkatimi çeken, komiğime giden, abartı bulduğum ya da yozlaştığını düşündüğüm konuları kendime hep not alırım. Bu konular genelde benim de, toplumun da kafasını oldukça kurcalayan konular oluyor. Aslında bildiğiniz, tamamen içinde olduğunuz durumların mizahını çıkarıp o konulara farklı bakabilmenizi amaçlıyorum.
Genelde yazacağım temel konu başlıklarını en başından planlasam da sonu ve akışı daha çok yazarken şekilleniyor. Karakterler her sayfada iyice oturdukça kurgu da ona göre şekilleniyor. Her kitabımda bu böyle değil. Mesela “İyilik” kitabımın sonunu daha başını düşünmeden tasarlamıştım ancak bu kitapta sona, kitabın ortalarında karar verdim.
Kitabı yazarken ben de karakterlerle yaşamaya başlıyorum, onlar oluyorum ve o duygu düşüncelerimle sonu oluşturmak çok hoşuma gidiyor. Kitapta karakterlerde mutlaka kendi deneyimlerimden yararlanıyorum ancak her zaman deneyimden çok gözlemlerimle besleniyor benim karakterlerim. Ben elimden geldiğince değişik yaş gurupları ve değişik ortamlardaki insanlarla ilişki kurup onları gözlemlerim. Bunu sadece yazmak için değil, insanı anlama ve algılama çabasıyla yaparım. Elbette yazarken de bunun bana çok faydası olur.



Bu kadar komik olmayı nasıl başarıyorsunuz? İnsanın aklına gelmeyecek komik cümleler ve benzetmeler var.
Komik yazmak sanırım düz bir anlatımdan çok daha zor. Ama bu benim için bir terapi gibi. Mizah bence hayatla başa çıkmanın en iyi yolu. Olaylara farklı bakabilmenin, üstesinden gelmenin ve mutlu ederek mutlu olanın anahtarı.
Ayrıca mizah yapmanın inanılmaz bir şekilde kafa çalıştırdığını düşünüyorum. İnanılmaz bir beyin jimnastiği, alıştıktan sonra da hiçbir şey onun kadar haz vermiyor. Her şeye mizahi yönünden bakar oluyorsunuz. Gülümseyebilmek, gülümsetebilmek hep iyi geliyor.

Kitaptaki tüm karakterlerin içinde biraz da İdil var mı?
Her karakterde biraz İdil var. Bazılarında olmak isteyip de olamadığım bir ben, bazılarında asla olmak istemeyeceğim bir ben. Ama bir süre sonra her biri bende oluyor. O karakterin düşüncelerini, diyaloglarını yazarken o kadar ona dönüşüyorum ki, ben kendime, kendimde olmayan bir sürü özellik katar oluyorum. Mesela bu kitapta erkek gözüyle anlattığım diyalogların içine bir ara o kadar girmişim ki, eşime “oğlum, şöyle şöyle oldu” diye bir şeyler anlatmışlığım var. Hem de sesimi kalınlaştırarak. J

Kitabınızda ‘Bakıcı Borsası’ndan bahsediyorsunuz. Eskiden de eve bebek için yardımcı kadın alınırdı; şimdi ise yeni nesil anneler, iyi bir bebek bakıcısı bulmak için adayları mülâkata tabii tutuyor. Sizce bu da yeni nesil bir trend mi?
Açıkçası öyle bir duruma geldik ki, bakıcılar anneleri mülakata tutuyor desek daha doğru. Evde kaç çocuk var? Ev kaç metrekare? Peki ya onun kalacağı oda? Başka yardımcı var mı? Çok misafir gelir mi? Mülakatı yapan anne’nin “Sana ne, evi üstüne mi alacaksın?” diye çıkışacağını sanıyorsanız, kendinizi hazırlayın, o cevap genelde “Sen nasıl uygun görürsen” oluyor.
Sanırım bu durum yeni neslin biraz daha özgürlüğüne düşkün olmasından ve imkânların da buna daha müsait olmasından kaynaklanıyor. “Gezmek de isterim, sporuma gidip, kişisel gelişirim, kahvemi içerim, eğitimlere katılır, sil baştan üniversitede yeni bir bölüm dahi okuyabilirim” diyen birçok anne var. Bizim çağımız internet çağı, dünyaya açıldıkça farklı şeyler gördük, geçmişimizden farklılaştık. Ama değişmeyen şeyler de var. Mesela temizlenmesi gereken bir ev, bugün ne pişireceğim derdi, bir kere giyilip kirliğe atılan gömlekler… Her yeni şeye yetişmeye çalışan anneler söz konusu olunca, imdatlarına koşan bakıcılar da çoğalıyor. İmkân varsa yemek yapmak yerine bir şarap kursunda tadım yapmak isteyen anneler çoğunlukta, bakıcılarsa kapış kapış piyasalarda…

Yeni kitabınızda, eğlenceli pek çok kelime oyununun yanı sıra, “Milf” gibi yeni nesil terimleri okumak da mümkün. İdil Hazan Kohen bize yeni nesil anneleri beş sıfatla nasıl özetler?
Özgüveni yüksek, mükemmeliyetçi, kontrolcü, çoğu zaman bakımlı ve oldukça kaygılı…

Bu kitabı okuyan bir gencimizin sorusuyla röportajı tamamlamak isterim. “Yeni Nesil Anne” sizce film teklifi alır mı?
Tekliflere açığım. Bir kahve fincanı kapatıp bakalım mı? :)