Sezon başından yıl sonuna kadar izlediğim oyunlar arsında en çok sevdiklerim, en çok etkilendiklerim hakkında izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum...
Geçen yazımda 2018-2019 tiyatro mevsiminde sahnelenen oyunların genel panoramasını vermeye çalışmıştım. Bu kez sezon başından yıl sonuna kadar izlediğim oyunlar arsında en çok sevdiklerim, en çok etkilendiklerim hakkında izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sezonun başından beri izlediğim 40’ın üzerinde oyundan en önemlisi, Studio Oyuncuları ile İstanbul Tiyatro Festivali’nin nefes kesici ortak yapımı “İo” oldu.
“İo”, Türk Tiyatrosunun yaşayan efsanesi, 1959 doğumlu yazar, oyuncu, yönetmen, eğitmen, ışık tasarımcısı Şahika Tekand’ın bugüne kadar üzerine hiçbir tragedya işlenmemiş mitolojik bir kişiden yola çıkarak yazdığı tamamen özgün bir metin. Tekand, Zeus kendisine âşık olunca Hera tarafından cezalandırılan ve yaşadığı Argos kentinden sürülerek dünyayı dolaşmak zorunda bırakılan, Nehir Tanrı Inakhos’un kızı, su perisi İo’ya tanrıların reva gördüğü zorlu yaşama değil, hiç değilse kendi topraklarında ölebilmek için hayatının sonunda, şehrine geri dönüşüne odaklanıyor. “İo”, baskı ile özgürlüğün sonu gelmez savaşının, güç ve iktidar tutkusunun ve hükmünü hâlâ sürdüren erkek egemen dünya düzeninin hafızasını ve sorgulama yetisini gittikçe terk etmeye zorladığı bugünün insanının tragedyasıdır.
Tekand’ın yazdığı, yönettiği, ışık tasarımını yaptığı ve İo karakterini canlandırdığı “İo”, her türlü yerleşik inanç ve geleneği sorgulayan, put kırıcı ve kışkırtıcı tavrıyla, tragedya biçemine karşın, son derece çağcıl bir oyun. Özellikle korosunun benzersiz kullanımı için defalarca izlenilecek, her izlenmede yeni keşiflere açık, görkemli bir görsel işitsel şölen, “kusursuz”a erişebilmiş bir başyapıt.
Yolcu Tiyatro, sezona ilk kez 2013’de seyirci karşısına çıktıkları, Wolfgang Borchert’in tiyatro tarihinin en güçlü savaş karşıtı yapıtlarından “Kapıların Dışında” oyununun, animasyonlarla oyuncuları iç içe geçiren, dijital teknolojiyi bir fon olarak değil, oyunun bir parçası olarak kullanan yepyeni bir yorumu ile girdi. Topluluğun kurucusu yönetmen Ersin Umut Güler, bu 60 küsur yıllık oyuna çağcıl bir bakış getirirken, ilk sahnelenişinin ardından bir kült olayına dönüşen “Joko’nun Doğum Günü”nü de yeniden repertuarına katıyor.
Efendi-uşak, ezen-ezilen ilişkileri üzerinden, vahşi kapitalizmin insanın bedenini ve aklını kontrol altına alma hırsının hınzır bir eleştirisi olduğu kadar, zayıf olanı küçük düşürerek, aşağılayarak tatmine ulaşan güçlünün iğrençliğini de açığa çıkaran oyunun yeni Joko’su Erdem Kaynarca kusursuz oyunculuğu ve beden dili bir yana, oyun boyunca sürdürdüğü müthiş temposu ve enerjisiyle de olağanüstü.
Yolcu Tiyatro, David Ives’in güç ile boyun eğdirme arasındaki kedi fare oyununda, 19. yüzyılın Sado-Mazo takıntılarıyla günümüzün cinselliğe bakışını karşı karşıya getiren ve Pervin Bağdat ve Ersin Umut Güler’in müthiş etkileyici ve dengeli yorumları için bir kez daha izlenmeyi hak eden “Venus in Fur / Kürklü Venüs”ü de sahnelemeye devam ediyor.
Versus Tiyatro sezona Kayhan Berkin’in yönettiği birbirinden ilginç iki yeni oyunla girdi.
Roboski katliamından Mugabe sonrası Zimbabwe’ye dünyanın tüm haksızlıklarıyla mücadele ederken dört farklı ülkede tutuklanmış siyasi eylemci yazar Anders Lustgarten, “Lampedusa”da, bir yandan belki Roboski ya da Zimbabwe’den daha az çarpıcı, ama binlerce göçmenin boğulmasına sebep olan bir o kadar etkileyici bir başka toplu katliama, diğer yandan da dünya ekonomisine yön veren sayılı cazibe merkezlerinden birinde, melez olduğu için dışlanan, hakaret ve tepkilerle karşılaşan yoksul insanların dramına odaklanıyor. Berkin’in son derce yalın bir dekorda başarıyla yönettiği “Lampedusa”da, Devlet Tiyatrolarından Cem Zeynel Kılıç ve geçmiş iki sezonun nefes kesici “Elektra”sı Özlem Öçalmaz’ın oyunculukları müthiş başarılı.
Kayhan Berkin, uyarlayıp yönettiği ve oynadığı “Kreutzer Sonat”ı sahneye aktarırken, uyarlamayı da aşan, anlatıya olabildiğince sadık kalırken, anlatıcının derinlerine inebilen çok sağlam bir dramaturgi çalışması yapmış. Döneminin kadın erkek ilişkilerini, toplumun baskısını inceden inceye irdelerken, 19. yüzyılın ataerkil bakış açısının temsilcisi Pozdnışev’in tutku ve kıskançlık içinde kaybolduğu iç dünyasına çok başarılı bir eleştirel yaklaşım da getirmiş. Olaylar ve duygularla müzik arasında müthiş etkileyici bir bağlantı kuran Berkin’in, 55 dakikaya zavallı bir yaşamın tüm trajedisini sığdırdığı nüanslı, incelikli Pozdnişev yorumu tek kelimeyle harika.
1980’lerde Boğaziçi Üniversitesinde tiyatro yapan “gençlerin” yıllar sonra bir araya gelerek kurdukları ArtNiyet adlı topluluk, İonesco’nun “Kel Şarkıcı”sını olağanüstü keyifli ve yenilikçi bir yorumla sahneliyor. Yönetmen Kerem Kurdoğlu, kendisi de dâhil birçok kişinin oyunu Absürt Tiyatro’nun genel eğilimleri kapsamında değerlendirirken, tarihsel dönem ve toplum eleştirisiyle dar bir sınırlamaya soktuğunu ve içerdiği müthiş güçlü mizah duygusunun önemini fark etmediklerini söylüyor. Metni herhangi bir sınıfın ya da herhangi bir toplum biçiminin eleştirisi olarak nitelemenin o eserin gücüne ve zenginliğine karşı bir haksızlık olacağını, bir eserin asıl değerinin yaratıcısının amacından bağımsız olarak, izleyici üzerinde yarattığı etkide olduğunu düşünerek “Kel Şarkıcı”ya heyecan verici taptaze bir yorum getiriyor.
Altıdan Sonra Tiyatro’nun geçen yıllardan devam eden ve hepsi de izlenmeyi hak eden oyunlardan oluşan repertuarına yeni kattığı, yurt içi ve yurt dışında ödüller kazanmış “Misafir”, ötekileştirme, kimliksizleşme ve yabancı düşmanlığı üzerine kışkırtıcı bir kara komedi. 1990 Balıkesir doğumlu Ömer Kaçar’ın 2018’de GalataPerform’un Yeni Metin Yeni Tiyatro Projesi kapsamında yazdığı, kendilerini var etmek için bir “öteki”ye ihtiyaç duyan, sistemin kimliksizleştirdiği bireyleri mercek altına alan müthiş başarılı metni, Türkiye’de benzeri az bulunan Absürt Tiyatro’nun hınzırca gerçekçi mükemmel bir örneği. Mert Asutay, Sinem Öcalır ve Meriç Rakalar’ın elinde, anlatılması neredeyse imkânsız, ancak, seyretmesi ve katılınması son derece keyifli ve heyecan verici bir seyirliğe dönüşüyor.
Yiğit Sertdemir’in Çehov’un kısa oyunlarından kurgulayarak yönettiği, Altıdan Sonra Tiyatro kurucu ekibinin tamamının 20 yıldır ilk kez hep birlikte aynı sahnede yer aldığı “Hayalet Kumpanya”, öğrencilik yıllarını da hesaba katarsak çeyrek yüzyıldır meslektaş ve arkadaş olan bir gurup tiyatrocunun elinden çıkma, ustalıkları, profesyonellikleri bir yana, birlikteliğin getirdiği sevgi ve dayanışma duygusunu devamlı hissettiren olağanüstü heyecan verici bir çalışma. Yiğit Sertdemir’in Çehov’un kısa oyunlarını, bir bütünün organik elementleri gibi müthiş ustaca kurguladığı “Hayalet Kumpanya”, su gibi akan temposu, ekibin kusursuz görsel, işitsel ve bedensel toplu oyunculuğuyla tadına doyulmaz bir müzikli gösteri.
B Planı & TOY’un yeni ortak yapımı, Sami Berat Marçalı’nın, Amerikalı yazar Lanford Wilson’dan çevirdiği ve yönettiği “Burn This / Yak Bunu”, Modern Amerikan Tiyatrosunun zamana en iyi direnen klasiklerinin başında yer alan, 1986’da yazıldığından bu yana en ufak bir kırışık bile almamış, taptaze kalmış bir metin. Bu müthiş güncel metni hiç ellemeden, sadece çağcıl kostümler ve döneminkiler yerine cep telefonları kullanarak günümüze getiren Sami Berat Marçalı, yalnızlık üzerine acılı bir kuartet olduğunun bilinciyle, derinlemesine incelediği dört karakterine de aynı derecede önem vererek, metni müthiş incelikli bir oda müziği partisyonu olarak yorumluyor. Oyunun birbirinden destek alan, birbirini tamamlayan dört oyuncusu, her sazın değerinin aynı olduğu, herhangi birinin en ufak aksamasının müziğin tümünü berbat edebileceği oda müziğinin dört müzik aleti gibi olağanüstü bir ekip oyunu sergiliyor.
Two Two Production & ŞAFT ortak yapımı “Tanrının Eli”, Amerika’nın bazı tutucu Hristiyan cemaatlerinde, kuklalar aracılığıyla çocukları ve gençleri Şeytan’dan koruyarak İncil’e yöneltmek yöntemi üzerine ilginç bir metin. Çevirisini de yapan Kerem Pilavcı’nın usta işi sahnelemesinin en büyük kozu başarıyla yönettiği oyuncuları. Uzunca bir süredir sahnelerden uzak kalan Şenay Gürler, dindar ve acılı Hristiyan dul ile, cinselliği yaşamak isteyen hâlâ genç ve hâlâ güzel kadının ikilemini, müthiş dengeli ve etkileyici bir oyunculukla aktarıyor.
Alp Özbayram ve Cansu Diktaş da çok iyiler. Oyunun asıl büyük kozu, iki farklı sesle konuşarak, en ufak ayrıntısına kadar derinlemesine etüt edilmiş, müthiş nüanslı yorumuyla tek bir bedende hem iki karakteri ayrıştırarak var eden Barış Gönenen.
1965 doğumlu Özen Yula’nın yeni oyunu “Sahibinden Kiralık” Yönetmenliğini, Sahne Tasarımını ve Videosunu biriken’in (Melis Tezkan & Okan Urun) üstlendiği bir oyun olarak karşımızda çıkıyor. Hava kararınca gizli değiş tokuşların merkezi haline gelen, kendine göre kuralları, yetkilileri, deneyimlileri ve müşterileri olan, arzu alışverişlerinin ikiyüzlü ahlak anlayışından kopmadan yaşandığı, göçlerin, ekonomik çıkmazının çaresiz bırakarak “çarka çıkmak” zorunda bıraktığı gençlerin önce becerilmek, sonra da becermek hiyerarşisinden geçtikten sonra kendilerini pazarladığı bir parkta, altı kişinin birbirini tamamlayan hikâyelerinin anlatıldığı parlak metni, Melis Tezkan ve Okan Urun öykünün hem sinematografik, hem teatral, hem reality show yönlerini ortaya çıkaran müthiş etkileyici bir biçemde yorumluyorlar.
İlk kez karşımıza 2016’da proje direktörlüğünü Ahmet Sami Özbudak’ın yaptığı müthiş etkileyici bir çalışma olarak çıktıktan sonra, üç sezondur devam eden sürekli bir etkinliğe dönüşen “Balat Monologlar Müzesi”, dördüncü sezonunda, projeye daha da iyi hizmet vereceği Balat, Mürselpaşa Caddesi numara 163’teki yeni mekânında yeni monologlara ev sahipliği yapıyor.
Tiyatro mekânını sahne dışına taşırarak yaşamın ta kendisine indirgeyen bu olağanüstü gösteri, tüm performansların Balatta eski bir binanın farklı odalarında aynı zamanda başlayıp bittiği, duyguların, hayatın, yaşanmışlıkların sürdürüldüğü canlı bir müze. Dilediğiniz bir eserin / monoloğun önünde istediğiniz kadar durarak, toplam 7 monoloğun hepsini azar azar görebilir, ya da 4 tanesini seçip tamamını izleyebilirsiniz. (Benim kişisel tercihim, 4 monoloğu tamamen izleyip, diğerlerini yeni bir müze ziyaretine saklamak.)
Her Pazar 15.00’de Balat hikâyelerinden oluşan klasik “Balat Monologlar Müzesi”, başladığı günden bu yana projede yer alan oyuncuların ve yönetmenlerin ağırlıklı olduğu sık sık yenilenen repertuarıyla, Balat semtinin kendine özgü dokusunu ve büyülü atmosferini keşfetmeye devam ediyor. Bu yıl yeni mekânda en azından birincisi kadar ilginç ve etkileyici bir kardeş etkinliğe de yer veriliyor. Her Cuma akşamı 20.30’da, 7 kadın tarafından yazılmış, 7 kadın tarafından yönetilmiş, 7 kadının oynadığı “Monologlar Müzesi - Kadın” izleyicilere kapılarını açıyor.