Tazmanya, Avustralya’nın en küçük eyaleti ve çok güzel bir ada. Ziyaretçilerine dalış, sörf veya balık tutmak, rafting, yamaç paraşütü, bisikletçiler gibi çok geniş bir yelpazede hizmet veriyor. Adaya Britanyalı yerleşimcilerin ilk gelişi 1803 yılına tarihleniyor. İngilizlerin geldiği dönemde avcı-toplayıcı olarak yaşayan halk, soykırıma uğramış. Hem İngilizlerin hızlı nüfus artışı hem baskın politikalarıyla yerlilerin imhası sonucu, 1847 yılına gelindiğinde 46 yerli hayatta kalmayı başarabilmiş. 1876 yılında en son yerli öldüğünde ise arkasında sadece bir yarımkan bırakabilmiş. Tazmanya dilini akıcı bir şekilde konuşan bu son yarımkanın 1905 yılında ölmesiyle birlikte, Tazmanya yerlileri de dilleri de tarihe karışmış.

Tazmanya Eyaletinin başkenti olan Hobart tam bir liman kenti, aldığı yoğun göç nedeniyle nüfus birbirine karışmış. Lonely Planet’e göre, dünyada görülmesi gereken 10 şehirden biri. Kum taşından yapılmış tarihî binaları İngiliz sömürge mimarisini yansıtıyor.



Limanda dokları çevreleyen Salaman Place, en meşhur nokta. Burası, 1830’larda mahkûmlar tarafından yapılmış olan bir dizi depodan oluşuyor. Bunlar günümüzde restore edilmiş ve sanat galerisi, butik, kafe ve bar olarak kullanılıyor. Salaman Place’ten sonra yapılmış olan Salamon Square, pek çok kafe, restoran ve bara ev sahipliği yapıyor. Zamanında mahkûmların inşa ettiği sarayları, kum taşından yapılmış evleri, dar sokakları ve özgün mimarisi ile gezmesi keyifli bir şehir Hobart. Şehirde ulusal servet olarak değerlendirilen 90’dan fazla tarihî bina bulunuyor. Rıhtıma bakan, çiçekli geniş bahçesi ve kendine özgü mimarisi ile Tazmanya Parlamentosu, görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. İngiltere’den gönderilen mimar John Lee Archer tarafından gümrük olarak tasarlanan, sonrasında parlamento olarak kullanılan binanın yapımında, yine çoğunlukla mahkûmlar çalışmış. Ülkenin en eski tiyatrosu olan 180 yıllık Theatre Royal binası, günümüzde sanat merkezi olarak hizmet vermeye devam ediyor. St. Mary Katedrali, St. Davis Anglikan Katedrali, Holy Trinity Kilisesi ve St. Virgilius Kilisesi de görülmeye değer diğer binalar. Hükümet konağının yakınında 35 dekarlık bir alanı kaplayan 1818 yılında kurulmuş olan Tazmanya Kraliyet Botanik Bahçeleri yer alıyor. Dünyanın Subantarktik adalarından gelen yegâne bitki koleksiyonu da burada bulunuyor.

Hobart’ın tarihî kalbi ve Port Arthur
Salaman Place’e tepeden bakan Battery Point Banliyösü’ne çıkan Kelly’s Steps’in merdivenlerini ağır ağır tırmanmaya başlıyoruz ve gördüklerimiz, çıktığımız merdivenlere değiyor. Burası için, “Hobart’ın tarihî kalbi” diyorlar, çok iyi korunmuş bir bölge. Bu küçük semtte çok sayıda kafe, restoran ve taverna bulabilirsiniz. Dolaştığımız dar sokaklar, yer yer konak tarzı, yer yer kulübe tarzında minicik ama dantel gibi işlenmiş harika evlerden oluşuyor. Eski denizci kulübelerini andıran binalar 1900’lerin başında inşa edildiğinden bu yana, sokağın manzarası büyük ölçüde değişmeden tarihî dokusunu korumuş. Hepsi, birbirinden güzel ve uyum içinde, huzur dolu bir yerleşim alanı oluşturmuş. Burada, dilerseniz ücretsiz olarak yapılan turlara katılıp gönüllü rehberin peşine de düşebilirsiniz.



Tazmanya’nın belki de en ünlü turistik cazibe merkezi olan Port Arthur, Hobart’a yaklaşık 100 kilometre uzaklıkta. Burası, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bir açık hava müzesi. Yolculuk sırasında muhteşem manzarayı görebileceğimiz bir noktada, küçük bir fotoğraf molası verdikten sonra yolumuza devam ediyoruz.

Tazmanya, 1815 yılında kıyılarında keşif gezisi yapan Kaptan James Kelly tarafından keşfedilmiş. Kaptan James, kendisine keşif gezisi için gemisini ödünç veren James Gordon’un adına ithafen, adaya ulaşan nehre Gordon Nehri adını vermiş. Ancak, cennete benzeyen bu ada, o yıllarda cehenneme dönüşmüş. 1830 yılında inşa edilen meşhur hapishane, birçok mahkûma mezar olmuş. Bir tarafı orman bir tarafı okyanus olan hapishaneden kaçmak pek de mümkün olmamış. Kömür ocaklarında çalıştırılan mahkûmlar, zaman zaman kaçma teşebbüslerinde bulunsalar da hayatta kalmayı başaramamışlar. Burası 1830 yılında kereste istasyonu olarak işlevine başlamış olsa da sonraki yıllarda yaklaşık 30 bin mahkûmun yaşadığı bir cehenneme dönüşmüş. Mahkûmlar Port Arthur’a gelmeden önce İngiltere veya Tazmanya’nın bazı bölgelerinde yargılanıyorlarmış. Üç tarafı okyanus ile çevrili olan bu zorlu hapishane, özellikle azılı suçluların gönderildiği son yer olmuş. 1897 yılında geçirdiği büyük yangına rağmen; kule, kilise, model hapishanesi, hastane, doktorun evi gibi pek çok binanın kalıntıları halen ayakta duruyor. 19. Yüzyılın sonlarına doğru hapishane kapatıldıktan sonra binalar tamamen terk edilmiş.



Önce, mimarı James Blackburn olan, mahkûmların inşa ettiği kiliseye gidiyoruz. Girişi ve etrafındaki dört duvarı hala sapasağlam ayakta duruyor, içerisi boş. Etrafındaki dev ağaçlarla, sanki geçmişte çok sevimli bir köyde kilise görevi görmüş havası var. Kiliseden sonra hastane ve doktorun evini ziyaret ediyoruz, doktorun evi de hala sapasağlam ayakta. Sanırım iyi bir restorasyondan geçmiş ve günümüzde burada yaşayanlar var. Geniş araziye yayılmış olan hapishane ve köyü gezmek bir hayli zaman alıyor ve oldukça yorucu. Bu hapishanede, fiziksel cezalarının yanı sıra psikolojik cezalandırma yöntemleri de uygulanmış. Tutukluların çoğu, ışık ve ses eksikliğinden akıl hastalığına yakalanmışlar. Port Arthur’un bulunduğu yarımadanın, etrafı suyla çevrili olduğu için doğal olarak kaçması zor bir bölge olduğu söyleniyor. Ana karaya tek bağlantısı olan bölge, insan tuzakları ve yarı aç köpekler tarafından çitle çevrilmiş. Denizden kaçmaya çalışanlar ya azgın dalgalara ya da köpek balıklarına teslim olmuşlar. Bütün bu engellerden cesareti kırılmayan Martin Cash ve iki arkadaşı, adadan kaçmayı başarmışlar. Port Arthur yetişkinlerin yanı sıra çocuk mahkûmların da varış noktası olmuş. Yetişkinler gibi çocuklar da taş kesme ve inşaat gibi ağır işlerde çalıştırılmışlar. Hapishane 1877 yılında kapatılmış. Port Arthur’un girişinde bir müze var, mahkûmlardan kalma aletler, mahkûmların yaşam öykülerini ve bazı tarihî bilgileri içeriyor.

Port Arthur’da pek çok eğlenceli tur düzenleniyor, bunlardan bir tanesi Hayalet Turu. Port Arthur hakkında pek çok efsane dolaşıyor, mahkûmların ruhlarının halen burada dolaştığına inanılıyor. Bu inanışı yaşatmak adına, hava karardıktan sonra ‘Hayalet Turu’ yapılıyor. Karanlıkta fenerler eşliğinde, Port Arthur’un karanlık mekânlarında, 47 yıl süresince 1.000’den fazla mahkûmun öldüğü ve ruhlarının dolaştığı söylenen bu yerlerde rehberin anlattığı ilginç hikâyeler eşliğinde gezebiliyorsunuz. Yapılan turlardan bir diğeri, Port Arthur’dan Kaçış Turu. Etrafındaki sert dalgalı okyanuslar ve ormanlarla çevrili olan; uzak ve izole edilmiş bu hapishaneden kaçma imkânı pek mümkün olmasa da kaçma girişiminde bulunanlara ağır cezalar getirilmiş. Yine bu heyecanı yerinde yaşamak isteyenler için yaklaşık bir saat süren bir tur yapıyorlar.

Tazmanya canavarı
Tazmanya’ya kadar gelip, Tazmanya Canavarı’ndan bahsetmemek olmaz. Dünyanın en saldırgan et oburları arasında gösterilen Tazmanya Canavarı, pek de bir canavara benzemiyor. Siyah kürklü ve ufak yapılı, bu adaya özgü bir hayvan. Kemik kıran, sivri ve çok saldırgan yapısı nedeniyle canavar unvanını almış. Günümüzde yaşayan en büyük etobur olarak adlandırılıyor. Artık özel çiftliklerde veya hayvanat bahçelerinde görülen canavarın kafasında ve yüzünde bulunan, anten görevi gören bıyıkları ile avlarının yerini tespit ediyorlarmış. Korktuklarında çok kötü bir koku salarak yüksek sesle çığlık atıyorlarmış. Hobart yakınlarında bulunan Bonorong Vahşi Yaşam Merkezi’nde hem kanguruları elinizle besleyebiliyor hem de bu canavarı görebiliyorsunuz…