Paris’te yer alan Yahudi müzesinin girişinde, kırık kılıcı ile sizi karşılayan bir heykel var.

Kendisi, hepinizin yakından bildiği Alfred Dreyfus’tur. Toplumu ikiye bölen, sadakat kavramına eleştirel bir bakış açısı getiren, politik ve sarsıcı bir öykü kendisininki...

Yahudi Müzeciler Birliği yıllık toplantısına ev sahipliği yapan MahJ Müzesi’nde süreli olan sergiyi, Temmuz ayında küratörlerinden Lea Weill ile gezme fırsatını buldum ve sizlerle paylaşmak istedim.



“Alfred Dreyfus - Hakikat ve Adalet” Sergisi
20. Yüzyıl Fransa’sının en sarsıcı ve dönüştürücü olaylarından biri olan Dreyfus Davası, Yahudi Sanat ve Tarih Müzesi (MahJ) tarafından hazırlanan, kapsamlı ve çok katmanlı bir sergiyle yeniden hayat buluyor. “Alfred Dreyfus - Hakikat ve Adalet” başlıklı bu sergi, Fransız tarihinin derin yaralarından biri olan bu adalet mücadelesini, geniş bir perspektifle ele alarak ziyaretçilere sunuyor.

Alfred Dreyfus kimdir?
Alfred Dreyfus, 9 Ekim 1859’da Fransa’nın Alsas bölgesinde, Mulhouse kentinde doğdu. Yahudi bir aileye mensup olan Dreyfus, Fransız vatandaşlığı ve vatan sevgisiyle büyüdü. Babası Raphaël Dreyfus’un, bölgedeki sanayi elitleri arasında yer alması, ailenin saygın konumunu sağlamıştı. 1870-71 Fransız-Prusya Savaşı’nın ardından Alsas-Moselle bölgesinin Almanya’ya ilhakı, Dreyfus’un Fransa’ya olan bağlılığını daha da pekiştirdi. Ailesi, Fransız vatandaşlığını korumayı seçerek, Fransız kimliğinin ve değerlerinin altını çizdi.

Dreyfus, üstün zekâsı ve azmi sayesinde École Polytechnique ve Harp Akademisi’ni bitirerek parlak bir askerî kariyere adım attı. Ancak 1894 yılında, Fransız askeri istihbaratına bilgi sızdırdığı iddiasıyla yargılanarak, hiçbir somut delil olmaksızın suçlandı. Bu süreçte, özellikle antisemitizm etkili oldu; çünkü Dreyfus’un Yahudi kimliği, ona karşı yürütülen kampanyanın merkezindeydi.



Dreyfus Davası’nın sosyo-politik atmosferi: Belle Époque’un çelişkileri
19. Yüzyılın son çeyreğinde Fransa, ekonomik modernleşme ve kültürel zenginleşme dönemindeydi. “Belle Époque” olarak anılan bu dönem, Paris’i sanat, edebiyat ve bilim merkezi haline getirirken, aynı zamanda milliyetçi ve antisemitik hareketlerin de güç kazandığı karmaşık bir taban oluşturdu. Édouard Drumont’un 1886’da yayımladığı “La France Juive” adlı antisemitik eseri, bu atmosferde büyük yankı uyandırdı ve halk arasında Yahudilere karşı önyargılar arttı.

Tarihin unutulmaz davası
Bu koşullar altında, Dreyfus davası sadece bireysel bir mahkûmiyet değil, aynı zamanda bir halkın vicdan sınavı haline geldi. Toplum, “Dreyfusçular” ve “Anti Dreyfusçular” olarak ikiye bölündü. Anti Dreyfusçular, devlet kurumlarının itibarı ve milliyetçi saiklerle hareket ederken, Dreyfusçular hakikat, adalet ve insan hakları için mücadele etti.

Serginin İçeriği ve Zenginliği
MahJ’nin hazırladığı sergi, ziyaretçileri tarih yolculuğuna çıkarıyor. Sergide, yaklaşık 250 arşiv belgesi, dönemin özel fotoğrafları, film kesitleri ve Jacques-Émile Blanche, Camille Pissarro, Félix Vallotton, Édouard Vuillard gibi dönemin önde gelen sanatçılarının yaklaşık 60 eseri yer alıyor. Bu eserler, Dreyfus Davası’nın hukuki, politik, kültürel ve sanatsal boyutlarını bütüncül biçimde ortaya koyuyor. Sergi, Musée d’Orsay, Ulusal Arşivler, Fransa Ulusal Kütüphanesi, Ordu Müzesi, Paris Barosu Müzesi, Carnavalet Müzesi, Nancy Okulu Müzesi, Maison Zola – Dreyfus Müzesi ve çeşitli özel koleksiyonlardan sağlanan önemli eserlerle zenginleştirilmiş. Bu iş birlikleri, serginin hem kültürel hem de akademik anlamda ne kadar kapsamlı olduğunu gösteriyor.

Dreyfus’un kişisel mektupları ve notları: Özellikle Şeytan Adası’nda yaşadığı izole sürgün dönemine ait belgeler, onun insanlık dışı şartlarda verdiği mücadeleyi yansıtıyor. Kendisinin el yazısı ve çizimleri çok etkileyici… Yanında çocuklarının tek bir fotoğrafı ile adada yaşadığı esaret beni en çok etkileyen bölüm oldu.

Matthieu Dreyfus’un arşivleri: Kardeşinin hak arama mücadelesinin toplumsal yankılarını ve ailenin direnişinin önemini vurguluyor.

Bernard Lazare ve Émile Zola’nın yazılı eserleri: İlk savunma metinleri ve ünlü “J’Accuse…!” mektubu, kamuoyunun dönüm noktalarını gösteriyor.



Émile Zola’nın “J’Accuse…!” Mektubu:
Zola’nın açık mektubu, Dreyfus’un 1894’te haksız ve hukuksuz bir şekilde mahkûm edildiğini, alenen küçük düşürüldüğünü ve insanlık dışı muameleye maruz kaldığını anlatır. Ayrıca Genelkurmay’ın, 1896’da Esterhazy’nin suçluluğunu ve Dreyfus’un masumiyetini ortaya koyan Binbaşı Picquart’un raporunu görmezden geldiğini vurgular.

Günlük yaşam ve toplumsal protestoları gösteren görseller ve propaganda materyalleri: Afişler, broşürler, kartpostallar ve gazete kupürleri, Fransa’nın ikiye bölündüğü toplumsal çatışmanın canlı kanıtları… Mektup, davanın askeri mahkeme tarafından kapatılmasına karşı sivil mahkemenin açılmasını sağlar ve Fransız toplumunu ikiye bölen büyük bir tartışmanın fitilini ateşler.

Geç gelen adalet: Dreyfus, Cumhurbaşkanı Émile Loubet’in affıyla serbest bırakılır; bu adım Başbakan Waldek-Rousseau tarafından önerilmiştir. Savaş Bakanı General de Galliffet, durumu “Olay kapanmıştır” sözleriyle geçiştirir. Ancak Dreyfus’un mücadele ruhu kırılmamıştır: “Cumhuriyet Hükûmeti bana özgürlüğümü geri verdi. Ama şerefim olmadan özgürlük bana hiçbir şey ifade etmez. Bugünden itibaren korkunç adaletsizliğin tam anlamıyla düzeltilmesi için mücadeleme devam edeceğim. Tüm Fransa’nın benim masum olduğumu, suçun başkasına ait olduğunu bilmesini istiyorum. Yüreğim ancak bu sağlandığında huzur bulacaktır.”

1900’ün sonunda, ülkenin huzurunu sağlamak amacıyla bir af yasası çıkarılır ve bu yasa, Dreyfus’un yanı sıra Zola, Picquart ve Reinach gibi davalardaki süren yargılamaların sonlandırılmasını sağlar. Bu sayede suçlular cezasız kalır.

Akademik Çalışmalar ve Yeni Perspektifler
Son yıllarda tarihçiler Vincent Duclert, Philippe Oriol gibi uzmanların kapsamlı araştırmaları, Dreyfus Davası’na yeni ve eleştirel bakış açıları kazandırdı. 2024 yılında yayımlanan Dreyfus’un yazılı eserleri, onun sadece bir mağdur değil, aynı zamanda aktif bir düşünür ve mücadele insanı olduğunu gösteriyor. Sergi bu güncel akademik perspektifleri ziyaretçilere aktarıyor.

Bu yeni bakış açısı, Dreyfus’un mücadelesinin bir bireyin ötesinde evrensel demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları ilkelerinin savunulması olduğunu vurguluyor.

Ancak sergi, sadece tarihî bir anma değil; aynı zamanda günümüzde artan antisemitizm, ırkçılık ve ayrımcılığa karşı bir uyarı niteliği taşıyor.

* 500.Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi Müdürü ve Küratörü