Kuzey Amerika’nın rüzgârla savrulan bozkırlarında, devasa kayalıkların gölgesinde ya da sonsuz ormanların derinliklerinde hâlâ yankılanan bir şey var: Kızılderililerin sesi. Ne tam olarak geçmişe ait ne de bugünün gürültüsünde kaybolmuş. Bu halklar toprağı kutsal bir enerji kaynağı olarak görür, yıldızlardaki tanrılardan yardım dilemektense toprakta yalın ayak yürümeyi tercih ederdi. Onlar sadece tarihin dipnotlarında değil, kıtanın hafızasında yaşamaya devam ediyor. Ama onları anlamak için yalnızca tarih kitaplarına değil, ateş başında anlatılan eski hikâyelere kulak vermek gerekiyor.

Amerika Kızılderilileri
Amerika Kızılderilileri, Kuzey ve Güney Amerika’nın yerli halklarıdır. “Kızılderili” terimi, Kristof Kolomb’un Hindistan’a ulaştığını sanarak bu halklara “Hintli” (Indians) demesinden türemiştir. Ancak bu topluluklar kendi içinde çok çeşitli kültürlere, dillere ve geleneklere sahiptir. Kızılderililer, on binlerce yıl önce Asya’dan Bering Boğazı üzerinden Amerika kıtasına göç etmişlerdir. Atalarının Amerika kıtasına 15.000 ile 30.000 yıl önce Sibirya’dan geçerek geldiği düşünülmektedir. Zamanla bu topluluklar kıtanın her yanına yayıldılar. Güney Amerika’da İnka, Orta Amerika’da Maya ve Aztek, Kuzey Amerika’da ise Mississippian, Anasazi (Ancestral Puebloan) ve Iroquois Konfederasyonu gibi güçlü uygarlıklar ortaya çıktı.


Rezervasyonda yaşayan Navajo ailes (Leonard McCombe, The LIFE Images Collection Shutterstock)


1492 yılında Kristof Kolomb’un Amerika’ya ulaşması, Kızılderililer için bir dönüm noktası oldu. Avrupalıların gelişiyle birlikte kıtanın yerli halkları, salgın hastalıklar, savaşlar, zorla göç ettirme ve asimilasyon politikaları ile büyük yıkımlar yaşadı. 17. ve 18. Yüzyıllarda İngiliz, Fransız ve İspanyol kolonileri Kızılderili topraklarını işgal etti. 19. Yüzyılda ABD’nin “Kaderin Açıklığı” (Manifest Destiny) politikası ile Kızılderililer, zorla rezervasyonlara yerleştirildi. 1830’da çıkarılan “Yerinden Etme Yasası” (Indian Removal Act), birçok kabileyi doğudaki topraklarından kopararak batıya, özellikle Oklahoma’ya sürgün etti. Bu yolculuklar sırasında binlerce Kızılderili hayatını kaybetti. 20. Yüzyılda kültürel asimilasyon politikaları sürmüş, yerli çocuklar ailelerinden koparılıp beyazlara ait yatılı okullara gönderilmiştir. 1970’lerden itibaren ise kimliklerini ve haklarını geri kazanmak için çeşitli mücadeleler başlamıştır.


Utah'taki Kızılderili Şaman

İnançları ve Kültürleri

Kızılderili dinleri, doğa merkezli, animist inanç sistemleridir. Her dağ, nehir, hayvan ve bitki kutsal sayılabilir. Ruhlar, atalar ve doğa varlıkları ile kurulan denge, hayatın merkezindedir. Birçok kabilede şamanlar /şifacılar hem ruhani hem de fiziksel sağlıkla ilgilenen liderlerdir. Ayinlerde davullar, danslar, tütün ve kutsal bitkiler kullanılır. Ritüeller genellikle mevsim döngüleri, hasat, av sezonu ve geçiş dönemlerine göre şekillenir. Bazı kabileler, özellikle de Güneybatı ve Orta Amerika’daki halklar, peyote isimli halüsinojenik kaktüsü kullanarak ruhsal deneyimler yaşarlar. Bu uygulamalar Yerli Amerikan Kilisesi adı altında dinî bir hareket haline gelmiştir.

Amerika kıtasında, Avrupalıların gelişinden önce yüzlerce farklı Kızılderili dili konuşulmaktaydı. Ancak asimilasyon politikaları sonucu bu dillerin çoğu kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Günümüzde Navajo, Cherokee, Lakota gibi bazı diller canlandırma çalışmalarıyla tekrar öğretilmeye çalışılıyor. Günümüzde ABD’de yaklaşık 6 milyondan fazla Kızılderili yaşamaktadır. Ancak birçok yerli topluluk hâlâ ekonomik eşitsizlik, sağlık sorunları ve eğitim eksikliğiyle mücadele etmektedir. Rezervasyonlarda işsizlik oranı yüksektir ve yaşam kalitesi genellikle düşüktür.


Kızılderililerde ay yıldız

Gelin ateş başındaki hikâyelere kulak verelim…

Buffalo’nun Peşindeki Ulus: Lakotalar
Hiç 50 milyondan fazla bizonun yaşadığı bir yer düşlediniz mi? Lakotalar (Sioux kolu), işte böyle bir dünyada yaşıyordu. Büyük Düzlükler’in efendisi olan bu kabile, toprakla derin, kutsal bağ kurmuş avcılığı adeta bir sanata dönüştürmüştü. Lakota savaşçıları, ata çıplak sırtla binip ellerindeki okla bizona yaklaşırlardı. Atın manevrası, avcının dengesi ve bizonun gücü... Bu, bir hayatta kalma dansıydı.


Fakat 1800’lerin sonuna gelindiğinde, hükümet destekli avcılar tarafından bizonlar neredeyse tamamen yok edildi. Neden mi? Çünkü bir halkı yok etmenin en kolay yolu, karnını doyurduğu hayvanı yok etmektir. 1890’da Wounded Knee Katliamı’nda yüzlerce silahsız Lakota, Amerikan askerleri tarafından katledildi. Katliamdan sadece birkaç gün önce halk arasında “Hayalet Dansı” adında garip bir tören yayılmaya başlamıştı. İnanca göre bu dans, ölü ataları geri getirecek, beyaz adamı kıtadan silecekti. O dans, umutla umutsuzluğun birleştiği andı.

Toprağın Şarkısını Dinleyenler: Navajo Halkı
Arizona'nın kızıl topraklarında, kayalara oyulmuş bir tarih var. Navajo halkı, bu coğrafyanın ruhunu yüzyıllardır hissediyor. Onların inanışına göre evren, dört kutsal dağ tarafından çevrilidir ve bu dağlar hem fiziksel hem ruhani bir çember oluşturur.


İkinci Dünya Savaşı sırasında, bu sakin çöl halkı beklenmedik bir şekilde tarih sahnesine çıktı. Japonlar tüm Amerikan şifrelerini çözebiliyordu, ama Navajo dilini değil! “Kod Konuşmacılar” olarak bilinen Navajo askerler, Amerikan ordusu için kırılması imkânsız bir iletişim dili yarattı. Düşman şifre uzmanları, boşuna uğraştı çünkü Navajo dili sadece bir dil değil, bir yaşam biçimiydi. Her kelimesi doğaya, aileye ve kutsala bağlıydı.

Ormanın Diplomasisi: Iroquois Konfederasyonu
Demokrasinin beşiği neresi diye sorsak, çoğu kişi Atina der. Ama Kuzey Amerika’nın doğu ormanlarında, Avrupalılar gelmeden çok önce kurulmuş bir siyasi sistem vardı: Iroquois Konfederasyonu. Altı güçlü kabilenin (Mohawk, Oneida, Onondaga, Cayuga, Seneca ve Tuscarora) oluşturduğu bu ittifak, kararlarını oybirliğiyle alırdı. Evet, yüzlerce yıl önce “temsili demokrasi” bu topraklarda mevcuttu.

İlginçtir ki, ABD Anayasası hazırlanırken, Benjamin Franklin Iroquois sisteminden etkilenmişti. Hatta bu halkın meclisinde kadınlar da söz sahibiydi. Özellikle “klan anneleri”, savaş mı barış mı olacağına karar veren gerçek güçtü. Demokrasi sadece sandık değil, ormanda ağaçların altında alınan kararlarda da yeşeriyordu.

Gizemli Kayalıklarda Yaşayanlar: Anasazi Halkı
Anasazi, yani “Ataların Halkı”… Bu gizemli toplum, günümüz Pueblo halklarının atası olarak bilinir. M.Ö. 200 civarında kurulan yerleşimlerde, kanyonların içine oyulmuş evlerde yaşadılar. 900'lü yıllarda yaptıkları devasa taş yapılar, bin odalı kaleler gibiydi. Mesa Verde ve Chaco Canyon’daki bu yapılar, günümüzde bile mimari harikası sayılır.


Chaco Kanyonu'ndaki Chaco Kültürü, 1987 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alındı

Ama asıl sır, neden aniden yok olduklarında gizli. 1300’lü yıllarda Anasazi yerleşimleri birer birer boşaltıldı. Arkeologlar hâlâ nedenini tam bilmiyor. Kuraklık mı, kıtlık mı, yoksa iç savaş mı? Belki de halk, ruhların çağrısına kulak verdi. Net olan şu: Geride yıldız haritalarını gösteren duvar çizimleri, astronomi bilgisi ve doğa ile uyum içinde bir hayat kaldı.

Yemek, Tütün ve Dans: Kültürün Canlı Ruhu
Kızılderili kültürü, sadece tarih değil; tat, koku, müzik ve ritimle hissedilen bir yaşam tarzıydı. Mısır, kabak, fasulye gibi “Üç Kız Kardeş” olarak anılan bitkiler hem gıda hem kutsal sembollerdi. Tütün ise her törende kullanılırdı, ama sigara gibi değil; dua etmek için yakılırdı. Dumanın göğe yükselişi, Tanrılarla kurulan bağlantının sembolüydü.


Powwow - Büyük dans törenleri

Danslar, sadece eğlence değil, bir anlatım biçimiydi. “Powwow” adı verilen büyük dans törenlerinde kabileler toplanır, hikâyeler anlatılır, çocuklara gelenekler öğretilirdi. Her figür, her kıyafet, her tüy bir anlam taşırdı. Mesela kartal tüyü, cesaretin sembolüydü ve öyle herkese verilmezdi.

Bugünün Kızılderilileri: Kimlik Arayışı ve Direniş
Kızılderililerin hikâyesi, sadece geçmişte yaşanmadı. Bugün ABD’de 500’den fazla tanınan kabile bulunuyor. Ancak birçoğu hâlâ yoksulluk, eğitim eksikliği ve toprak hakları için mücadele ediyor. Yine de bu halk, kimliğini kaybetmemek için direniyor.

2016’daki Standing Rock protestoları bunun bir örneği. Dakota Boru Hattı’nın kutsal topraklardan geçmesini protesto eden kabileler, aylarca kamp kurup direndi. Dünyanın dört bir yanından destek yağdı. Kızılderililer, bir kez daha “Biz buradayız” dedi.


Joy Harjo, ABD’nin ilk Kızılderili kadın şair ödülünü aldı

Sanatçılar, yazarlar, müzisyenler kendi köklerinden beslenerek modern sahnelerde seslerini duyuruyor. Joy Harjo, ABD’nin ilk Kızılderili kadın şair ödülünü alırken; gençler TikTok’ta geleneksel danslarla milyonlara ulaşıyor. Bu, modernlik içinde kökleri kaybetmeden yaşama mücadelesi…

Sonuç: Kayıp Değil, Yeniden Doğan Bir Ruh
Kuzey Amerika Kızılderilileri, sadece mağdur bir halk değil; aynı zamanda doğa, ruh ve insan arasında kurdukları dengeyle bugünün dünyasına çok şey öğretebilecek bir mirasa sahipler. Onların hikâyeleri, sadece acıdan ibaret değil. Her danslarında, her şarkılarında, her taşta oyulmuş sembolde umut ve direnç var.

Eğer bir gün benim gibi Amerika’nın batısında yolculuk yaparsanız, göz alabildiğine uzanan bozkırlarda ya da dağların gölgesinde bir uğultu duyarsanız, bilin ki o ses geçmişten gelen bir fısıltıdır: “Biz hâlâ buradayız.”