Sevgili okuyucu, her seferinde iç açıcı eğlendirici yazı yazılmaz. Bazen gerilsek de azıcık da düşündürmek gerek. Yaşam yolculuğu, tıpkı bazı mekânların yerlerini süsleyen siyah beyaz yer karolarının üzerinde yürümek gibidir. İnsan ister istemez yürürken hem beyaz, parlak iç açıcı taşlara basar hem de karanlık, donuk, siyah taşların üzerinde yürür.
Yalnız siyah taşların olduğu mekânları kimse sevmez ama yalnız beyaz taşların olduğu mekânlar da iç sıkıcıdır. Siyah ve beyaz taşlar bir araya geldiklerinde ferahlığın anlamı hissedilebilir.

Bu yazıda sizlere siyah öyküler anlatacak, ama bu yolla da beyazlığı sezmenizi sağlamaya çalışacağım. Sizleri azıcık sıkacağım için peşinen kusura bakmayın.

---------------

Sonsuza kadar ağlayacak olan Niobe
İlk değineceğim öykü Yunan mitolojisinden Kraliçe Niobe’nin öyküsü. “Sonsuza kadar ağlayacak olan kadın”dır Niobe. Aşağıda Fransız sanatçı Anicet Charles Gabriel Lemonnier’in “Niobe” isimli tablosunu görmektesiniz.


Anicet Charles Gabriel Lemonnier’in “Niobe” isimli tablosu

Niobe, 12 adet güzel çocuğu olan bir kraliçedir. Çocuklarıyla o denli övünür ki, sonunda yalnızca çok zor bir doğumla ikiz çocukları olmuş olan tanrıça Leto’yu kızdırır. Tanrılar da Niobe’nin bütün çocuklarını bir anda öldürürler ve onu, resimde görüldüğü gibi sonsuzluğa kadar ağlayıp dövünmekle cezalandırırlar.
Öyküdeki çocuklar, bir insanın sahip olduğu serveti simgeler. Öykünün anlatmak istediği de, kişinin serveti ve şıklığıyla kibirlenip gösteriş yapmasının yanlış ve boş olduğudur. Çünkü servet de yaşam gibi gelip geçicidir.
Manisa ilinin sınırlarındaki Spil dağında Niobe’yi simgelediği söylenen “Ağlayan kaya” isminde bir jeolojik oluşum vardır.


Eski çağlarda insanlar etraflarında gördükleri her şeyden öğretici bir öykü çıkarmışlar. Sanırım kayanın şeklini gören bir ozan yazmıştır bu öyküyü. Çağlar boyunca bu kayayı ziyaret eden gezginler kayanın dibine teskin edici mesajlar bırakmayı adet edinmişler.

Şaul ve David
Tora’dan bir öyküyü de anımsatayım size…
Aşağıda gördüğünüz Guercino’nun tablosu, Yahudilerin ilk kralı Şaul’un kendisine tehdit olarak gördüğü, lir çalmakta olan David’i bir anda öldürmeye çalışmasını resmediyor.


Şaul neden bu cinayeti işlemeye çalışmıştır? Oysa David, Şaul’un oğlu gibiydi. Her zaman onun yanında savaşmış, ulusunun düşmanlarına yenilgiyi tattırmış kralına sadık, ve herkes tarafından çok sevilen yetenekli bir gençti. Bu öldürme girişimleri devam etti ve her seferinde Şaul’un oğlu ve askerleri, David’in, defalarca kurulan tuzaklardan kaçmasını sağladılar. Ve sonunda sürekli hata yapan ve yanlış kararlar veren Şaul, kaybettiği bir savaşta esir düşmemek için kendisini öldürdü. Kralsız kalan halk David’i 30 yaşında tahta çıkardı. Şaul hissettiği / korktuğu yazgıya engel olamamıştı.
Öykü “Kaçınılmaz olana direnmeme” mesajını veriyor. Yetkinlik, ön görebilirlik, istikrar ve liderlik ruhu, eninde sonunda kazanır. Zaman en güçlü öyküyü yazar ve doğru an gelince de sona erdirir.

Tantalos’un Cezası
Frigya kralı Tantalos çok zengin madenlere, verimli bağ ve bahçelere sahipti. Hiçbir ilkesi yoktu. Halkına karşı zalim ve ahlaksızdı. Servetini arttırmak için her türlü kötülüğü ve zulmü yapabilirdi. Bitmez tükenmez doyumsuzluğu onu çok zengin yapmış ama öte yandan da geçen zaman ve sürekli kötü yollarla elde edilen başarıları onu gerçeklikten koparmıştı. Bir süre sonra kendisini tanrılarla eşdeğer görmeye başladı ve iktidarını devirip tahtını elinden alacağından korktuğu oğlunu öldürüp pişirerek etini tanrılara ikram etti. Ama tanrılar bu vahşeti fark ettiler. Önce Tantalos’un oğlunu diriltip tahta geçirdiler, sonra da Tantalos’a Yunan mitolojisindeki en etkileyici ve sembolik cezayı verdiler.



Yukarıdaki gravürde görüldüğü gibi, Tantalos’u, dalları olgun ve lezzetli meyvelerle dolu bir ağacın altındaki, berrak ve serin bir su birikintisine zincirlediler. Tantalos su içmek için eğildiğinde su çekiliyordu ve meyveleri koparmak için uzandığında da dallar erişemeyeceği yüksekliklere doğru hareket ediyorlardı. Böylece sonsuza kadar Tantalos gözü önündeki şeylere sahip olamadan didinip duracaktı. Aslında Tantalos gibiler o meyvelere ve suya ulaşabilseler de doymazlar.
Tantalos insanın ölçüsüz doyumsuzluğunu ve gemlenemez iştahını simgeler. Kendini yaşamaktan çok, dengesiz bir biçimde arzu ve ihtiraslarıyla meşgul etmiştir. Anlamsızca servetini ve ailesini bu doymak bilmeyen yanı yüzünden feda etmiştir.
Tanıdık geliyor değil mi?

Korkunç İvan ve onun korkunç öyküsü
Aşağıdaki resimlerdeki öykü, tarihten gerçek bir trajik olayı anlatıyor.
Korkunç İvan (IV. İ) dünya tarihinin en zalim hükümdarlarından birisiydi. Ülkesinde ve ailesinde olan herkesi buyruklarıyla yönetir, korkunç öfkesiyle insanları zalimce cezalandırır, hiç kimseye saygı duymaz ve kimseden de akıl almazdı. Bir gün ailesini topladığında oğlunun yeni evlendiği gelini Elena’nın -Çarın ölçülerine göre- uygunsuz bir kıyafet giydiğini gördü ve kocasının önünde hamile genç kadına önce sövdü sonra da öfkesini alamayıp tartakladı. Herkesin önünde çok sevdiği eşinin dayak yediğini gören oğlu prens İvan İvanoviç de babası ile çocuğunu taşıyan Elena’nın arasına girip babasına engel olmaya çalıştı. İşte o an Çar kendini kaybetti. Nasıl olur da oğlu bile olsa biri ona engel olabilirdi? Çar olanca gücüyle ağır asasını biricik varisinin kafasına kuvvetle indirdi. Ve prens kanlar içinde yere yığıldı.


Oğlunun başından akan kanları gördüğünde Çar Korkunç İvan bir anda ne büyük bir felaketi kendi elleriyle yarattığını anlayıp pişmanlıkla oğluna sarıldı. Oysa genç prens ölmek üzereydi. Hamile olan eşi de tanık olduğu bu korkunç olay yüzünden bunalıma girdi ve günler içinde karnındaki bebeğini kaybetti. Çar bir anlık öfkesi yüzünden ailesini ve ülkesinin geleceğini de kaybetmişti.
Bu etkileyici resim üç yüz yıl sonra Rus ressam İlya Repin tarafından muhtemelen de güncel olayları yermek ve kötü bir geleceği uyarmak maksadıyla yapılmıştır. Resmi detaylıca inceleyelim... Çarın, “Ben ne yaptım?” diye haykıran yüz ifadesine ve ölüm korkusu içerisindeki oğlunun gözlerine bakınız.
İş işten geçmiştir. Anlamsız bir dürtü geleceği mahvetmiştir.



Sonuç
Doyumsuzluk, güç sarhoşluğu ve kibir …
Bunlara kusur / günah / hastalık vs. değişik isimler takabilirsiniz. Dikkat edin -tıpkı yukarıdaki öykülerde olduğu gibi- bunların bedelini ödeyenler hep başkalarıdır. Tevrat’taki bir sözü anımsatayım size;
“Babaların günahını çocukları, üçüncü, dördüncü nesil torunları için hatırda tutarım.” (Yitro 20:5)
Ama bence öyküler asıl şu büyük ve çarpıcı uyarıyı yapıyorlar;
“Güç hesap verilebilirlikle anlam bulur.”

Umarım insanlık, -bu yazıyı büyük bir keyifle birlikte tartışa tartışa yazdığım- yapay zekâyı daha fazla kullandığı ve mantığın egemenlik alanının hırslara göre genişlediği bir geleceği yaşayabilir.