l

Romence, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Katalanca, Almanca ve daha pek çok dil bilen, bir Ladino aşığı ve Sefarad kültürü hayranı olan Ioanna Nechiti ile sizler için söyleştik…

Ioanna Nechiti kimdir, bize anlatır mısınız?

Ben Romanya’nın Karpatlar bölgesinde küçük bir köyde doğdum. Çocukluğum ve ilk gençliğim orada geçti. Biz üç kardeşiz; iki kız, bir erkek. Ablam ve abim İspanya ve İrlanda’da yaşıyor. Ailem ise köyde kalmayı tercih etti. Hala toprakla uğraşıyorlar. Köyümüzde iyi bir lise olmadığı için beni o dönemde Bükreş’e gönderdiler. Orada bir kolejden mezun oldum. Lise yıllarımda okumaya ve edebiyata çok düşkündüm; ayrıca kendi kendime yabancı dilleri öğrenmek için okuduğum her kitabı kendi yazarının dilinden CD’lerden dinleyerek, ve elimde sözlükle öğreniyordum. Böylece bildiğim dillerin sayıları artmaya başlamıştı. Okuldaki edebiyat öğretmenim çok iyi bir eğitimciydi. Ders saatleri dışında onun evinde bir araya gelir, saatlerce edebiyat tartışmaları yapardık. O kadar çok sigara içerdi ki, bugün burnuma sigara dumanı kokusu gelince o mutlu yıllarımı hatırlayıp, özlemle içime çekerim.

Şiir yazmayı da çok severim. Hala yazıyorum. İspanyolca ve İngilizce şiirlerim de var. Birçok yazarın eserlerini okudum ama beni en çok etkileyen yazar Dostoyevski oldu. Eskiden onu sık sık rüyalarımda görürdüm. Benim yazdıklarımı okur, eleştirir ve bazı bölümlerini düzeltirdi. Onunla yıllarca rüyalarımda platonik bir ilişki yaşamıştım. Bunun bir açıklaması belki yok, ama ben bunları yıllarca rüyalarımda yaşadım.

Kolej bittikten sonra üniversiteye gidip Linguistik (dil bilimleri) okudum. Bu arada İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Katalanca, Almanca ve birkaç dili daha öğrendim. Siz buna “Tanrı vergisi” diyebilirsiniz ama ben çok istekli, meraklı, inatçı ve sabırlı olmama bağlıyorum.

Ladino merakınız nasıl başladı?

Beş yıl evvel Doktora yapmaya karar verdim. ‘Kaybolmaya yüz tutmuş dilleri’ araştırınca Ladino’nun da yitirilmekte olduğunu öğrendim. Günümüzde Rusya’da, eski Moğol diyalektlerinden birini hala konuşabilenler var ancak dil artık can çekişiyor. Bu dili konuşan Moğollar, Bolşevik Devrimi’nden sonra topraklarından kopartılıp, Rusya’da yerleştirildiklerinden ötürü lisanları da, kültürleri ve inançları da asimilasyona uğramış Pek az kişi hala konuşabiliyor. Bu dili karşılaştırabileceğim dil olarak da Ladino’da karar kıldım. Gittiğim Balkan ülkelerindeki Sefarad cemaatlerinde Ladino’yu bilenler sadece çok yaşlı insanlardı. O yüzden Türkiye’ye yöneldim. İstanbul’da bu dili konuşabilen birkaç kuşak var.

İlk defa 2012 yılında buraya geldiğimde Yahudi toplumundan sadece birkaç kişi tanıyordum. Onların aracılığı ile diğerleriyle de tanıştım. Artık çok sıkı dost olduğum, evlerinde kalabildiğim, sofralarını paylaştığım çok yakın ve sevgi dolu arkadaşlarım var. Buraya birkaç kez daha geldim; sürekli röportajlar ve kameram ile çekimler yapıyorum. Amacım önümüzdeki ilkbahara kadar hem tezimi yazıp vermek, hem de yaptığım çekimlerle bir belgesel film oluşturmak.

Çalışmalarınızda nasıl bir yol izliyorsunuz?

Burada üç nesil ile çalışıyorum. Birinci nesil çok iyi derecede Ladino konuşuyor, anılarını çok zengin ve etraflı olarak uzun uzun Ladino dilinde anlatıyor ve bundan haz alıyor. Büyük çoğunluk Alliance Israélite Universelle okullarında okumuş ve çok iyi derecede Fransızca öğrenmiş. Çoğu yaklaşık 4-5 dil biliyor. İkinci nesil bunların çocukları; “Vatandaş Türkçe konuş” nedeniyle en iyi bildikleri dil Türkçe. Ladino’yu çat pat konuşuyorlar ama tamamen anlıyorlar. Evlerde Ladino diline, aile büyüklerinden ötürü kulakları aşina ama ebeveynler onlarla hep Fransızca ve Türkçe konuşmuşlar. En az iki yabancı dil biliyorlar.

Üçüncü kuşak bu konuda neredeyse tamamen yetersiz. Evlerinde ve dışarıda sadece Türkçe konuşmuşlar. Ladino’yu ne anlıyorlar, ne de konuşabiliyorlar. Okulda İngilizce öğreniyorlar ama çoğunun İngilizcesi de çok iyi değil. Bu gençler, yaşlı aile mensupları ile istedikleri gibi anlaşamamaktan üzüntü duyuyorlar. Zaten konuşmalarımızı da İngilizce ve benim konuşabildiğim kadarıyla Türkçe yaptık. Ladino’yu gayet iyi konuşup herkesle anlaşabiliyorum. O yüzden söyleşilerimi de bu dilde yapmak çok keyifli oluyor.

Nerede yaşıyor ve çalışıyorsunuz?

Evliyim. Eşim bir Fransız ama işi gereği Almanya’da yaşıyor. Ben Viyana’da yaşıyorum. Viyana Üniversite’sinde “Linguistik” dersi veriyorum. Eşimle bir kaç haftada bir, bir araya gelebiliyoruz. Eşim bana çok anlayışlı davranıyor. Bunu, bir süre daha böyle götüreceğiz gibi görünüyor. Öğrencilerime ayrıca gönüllü olarak Ladino öğretiyorum. Çok ilgi gösteriyorlar. Üniversitede bu konuda çeşitli faaliyetler düzenliyorum. Mesela geçtiğimiz yıl, İstanbul’da tanıştığım Jojo Eskenazi Gözcü ve sahne ortağı Fani Bonofiel’i, “Moiz ve Kleret” skeçleri oynatmak üzere üniversiteme davet ettim. Çok ses getiren, mükemmel bir çalışma oldu. Öğrencilerim çok etkilendi.

Aslında bu iş bana oldukça ‘pahalıya’ mal oluyor. J Ancak, hayatta bazı başarılara imza atmak için fedakârlık şart. Açıkçası eşim de bana işimde çok destek oluyor.

Yahudi kültürü sizi nasıl etkiliyor?

Aslında Katolik’im, ancak Yahudi halkına ve kültürüne her zaman kendimi çok yakın hissettim ve sevdim. Çocukken kilisede Tevrat ve İncil’den parçaları peş peşe okurduk. Davut’un Mezmur Kitabını elimden düşürmezdim. Annem ibadet için hep Davut’un Mezmurlarını okurdu. Kendimi uzun zaman Yahudi zannettim. Devamlı Musa, Davut, Süleyman okuyorduk çünkü… Sonradan Hıristiyan olduğumu ayrımsadım ama, içimde Yahudi sevgisi hep sıcacık kaldı. Belki de biraz bu yüzden bu yolu seçtim.

Türkiye’deki Yahudiler hakkındaki fikirleriniz?

Açıkçası ilk geldiğimde onlara çok kolay ulaşamadım. Cemaatte yetkin çalışanları ve Şalom yazarlarını onlardan ayrı tutmak isterim. Bu bahsettiğim grup yardımcı olmaya hazır olan kişiler. Diğer bir kesim ise kendilerinden fazlaca bahsedip, deşifre olmak istemiyorlar. Özellikle yaşlılar böyle. Bir çekinceleri, dile getirmek istemedikleri bazı korkuları var. O yüzden, kimi Yahudi çevrelerinde veya Ada vapurlarında, yanımdaki arkadaşla yüksek sesle Ladino konuşuyordum. Duydukları zaman sergiledikleri beden dili ve hafifçe gülümseyen yüzlerinden onları keşfetmeye başladım. Yanlarına yaklaşıp dostluk kurmaya çalıştım. Yavaş yavaş kapılarını aralamaya başladılar. Sonunda önümde yeni kapılar peş peşe açıldı. Birçok değerli insanla çok iyi arkadaş oldum, söyleştim, çekimler yaptım… Hepsini çok seviyorum.

Ioanna çok gençsiniz, ancak çok da olgunsunuz. Sizde orta yaşlı bir kadının bilgeliği var. Bu nasıl oluyor?

Neden biliyor musunuz? Çünkü ben bir köylüyüm. Bütün çocukluğum ve ergen yaşlarım köyde geçti. Köylüler çok zor ve meşakkatli bir hayat yaşarlar. Çoluk çocuk bütün aile tarımla uğraşır. Hayvanlar otlatılır ve kuyulardan su çekilir. Benim çocukluğumda evler konforlu değildi. Az şeyi çok kişi paylaşırdık. Bazı hurafeler ve dini hikâyelerle büyütüldük. Basit şeyler bile bizler için genellikle ulaşılmazdı. Dine fanatikçe bir bağlılık ve iman vardı. Her halde bu yüzden yaşımdan daha olgun davranıyorum. Bunlar kalıplaşmış alışkanlıkların, dışa vurumu olsa gerek. Şehirli 15’lik bir genç ile köylü 15’lik bir genci karşılaştırırsanız, şehirli muhallebi çocuk gibidir, köylü genç ise o yaşta 40 yaşına gelmiş gibi ağır olur...

Ioanna çok güzel, zeki, başarılı ve üretken genç bir kadın. Bunun yanı sıra merhametli ve yumuşacık yürekli güzel bir insan. Bu kıymetli insan, bizlerle bir ömür boyu sevgi dolu dostluklar yeşertecek.