Langa yakın zamana kadar İstanbul’un marul ve hıyarı ile ünlü bir mesire semti idi.

İstanbul’un bazı semtleri yetiştirdiği tarım ürünleri ile yâd edilirdi. Bu anlamda Bayrampaşa’nın enginarı, Alibeyköy’ün mısırı, Çengelköy’ün bademi, Kavaklar’ın siyah inciri, Arnavutköy’ün Osmanlı çileği hemen akla gelen ürünler. Yazık ki, şimdilerde bu ürünlerin kendileri değil ama namları çarşı pazarda yaşıyor.

Langa da yakın zamana kadar İstanbul’un marul ve hıyarı ile ünlü bir mesire semti idi. Burası İstanbul’un tıpkı Eyüp, Erenköy, Caddebostan, Beykoz, Maltepe gibi bostanları ile meşhur muhitlerindendi. Bir bostanın tarifini Vasıf Hoca, İstanbul Ansiklopedisi’ne pek güzel bir şekilde yaptığı için ben de ansiklopediden alıntılamayı doğru buldum: “Bağçıvanlar bostanın münasip bir yerinde evlad ve iyalini barındıracak bir bina kurar; evvelleri, yani devri Hamidide şoseler yok gibi olduğundan ekseri fakir aile velileri, saf bir hava aldırmak maksadı ile komşu bostanlara giderler, ikindi güneşinin hız geçtikten sonra, kuyunun etrafında, getirdikleri bir ihram üzerinde oturarak, hayvanın dolabı döndürmesini, kovalardan suların şarıl şarıl düşmesini seyir ederler, kendi aralarında ve komşuları ile hanım kadıncık sohbetlerle hıyar turşusu, marul, can eriği yerler, gurubdan beş on dakika evvel yine o sultani ahenklerle icab ederse evleri için bir miktar sebze ve meyve satın alarak ve hesaplarını tertemiz görerek evlerine dönerlerdi.”

Bereketli…

Langa’nın bostanları aynı zamanda şehrin akciğerleri konumundaydı. Bölgenin, bu vasfını, Bizans zamanından beri koruduğu biliniyor. Zira bugünkü Vatan Caddesi güzergâhını izleyerek Yenikapı civarından Marmara’ya dökülen Lykos ya da Osmanlılar zamanındaki adıyla Bayrampaşa deresinin taşıdığı alüvyonlar, tam da Langa’nın bulunduğu bölgede birikir ve bu çevreyi verimli bir alan haline getirirmiş. Bu durumun da etkisiyle bostanların arasına eski zamanlardan itibaren dinlence amaçlı konaklar köşkler yaptırılmış. Nitekim daha 12. yüzyılda Bizans imparatorlarından I. Aleksios Komnenos’un tam da bu mevkide köşk yaptırdığı biliniyor.

Mesire yeri

Langa kelimesi “Vlanga”dan geliyor. Kelime, Yunancada “dışarı” anlamında kullanılmaktadır. İhtimal, şehir surlarının dışında bir bölgede kalmasından dolayı bu isim verilmiş olmalıdır. Bizans zamanında Yahudilerin, daha ziyade şehir dışında tutuldukları biliniyor. Nitekim Galata uzun bir süre Yahudilerin yaşadığı alan olarak kalmıştı. 13. yüzyılda Langa’ya Yahudiler yerleştirilmişti.

Şehir Osmanlıların kontrolü altına girdikten sonra da Langa, mesire yeri olan konumunu devam ettirdi. Evliya Çelebi, İstanbul’un mesire alanlarını sayrken Langa bağlarından da bahseder. Yine Çelebi’nin seyahatnamesinden, Langa’nın yoğurdunun da meşhur olduğu zikredilir ki, buradan da anlaşılacağı üzere 17. yüzyılda bu çevrede mandıralar da bulunuyordu.

Cumhuriyetin ilk yıllarında da Langa, bu hüviyetini aynen korudu. İstanbul üzerine aldığı keyifli ve doyurucu yazıları ile tanınan Sermet Muhtar Alus, Langa’da yedi bostanın varlığından bahseder. Bunların sahipleri Bulgar, Rum ve Adalı kişilerdi. Bunlardan birinin adının Barba Kozma olduğunu Osman Cemal Kaygılı’dan öğreniyoruz. Kozma, titizliği ile tanınan bir bahçıvan olup aşçılığı ile meşhurdu. Karısı Aleksandra da karanfilli komposto yapması ile tanınırdı.

Langa’nın ünlü hıyarı

Yedikule’nin marulu ne ise, Langa’nın hıyarı da o idi. Bunun dışında Langa bostanlarında mevsimine göre marul, dut, mısır, Mustabey armudu, incir gibi meyvelerle çeşitli sebzeler ve sırık domatesleri yetişirmiş. Ancak Langa denilince ilk akla gelen tabii ki meşhur hıyarı. Bu hıyar çarşı-pazarda “çiçeği burnunda çamuru karnında Langa hıyarı” ya da “badem bu badeeeem” nidaları eşliğinde satılırmış. Alus’un deyişi ile kol gibi olanı on paraya, biraz ufağı beş paraya gidermiş. Rengi sarıya kaçanı “tohumluk” olarak adlandırılır ve çok ucuza gidermiş. Bundan dolayı Çukurçeşme, Draman ve Unkapanı’nda bulunan İstanbul’un namlı turşucuları, salatalık mevsiminin geçmesini bekler, tarlada kalan hıyarları yok bahasına alarak turşu kurmak için dükkânlarına getirtirlermiş.

Eğlence mekânları

Langa bostanları aynı zamanda ailecek eğlenilen mekânlardı. Belki de şehrin içinde olmalarından dolayı genelde ailelerle gelinir, Veliefendi, Çırpıcı, Kâğıthane ya da Silahtarağa gibi eğlence mekânlarında zaman zaman vaki olan küfürleşmeler, hırlaşmalar, belki de bundan dolayı burada pek olmazdı. Aileler genelde yanlarında yalancı dolmalar, börekler, cacıklık yoğurtlar getirir ve serin bir ağaç altı aralardı. Bazen de bir şey getirilmez bostandan toplatılan hıyarlar bahçıvanın getirdiği tuz eşliğinde afiyetle yenir, yenilen hıyarın parası ile gönülden kopan bir hasır iskemle ücreti ödenerek mekân terk edilirdi. Bazı kimseler ise belli bir miktar parayı peşin ödeyerek bostanda fidelere zarar vermemek şartıyla diledikleri gibi gezinir, istedikleri kadar yerlerdi. Yine İstanbul üzerine yazdıkları ile haklı bir şöhrete kavuşan Osman Cemal Kaygılı da bostanlardaki en büyük keyiflerden birinin dolap beygirleri tarafından çekilen ve şırıl şırıl önce bir havuza doldurulan, sonrasında da tarlaya verilen suyun sesini dinlemek olduğundan bahseder.

Çakıcıların - akşamcıların uğrak yeri

Langa “çakıcıların” yani akşamcıların da uğrak yeri idi. Buradaki en meşhur meyhanecinin Langalı Maksud ve oğlu Topal Kapril olduğunu yine Sermet Muhtar’dan öğreniyoruz. Burası aynı zamanda akşamcılığı ile tanınan Ahmed Rasim’in de sıklıkla uğradığı mekânlardandı. Temizliği ile meşhur olan bu meyhane, bardaklarını sirkeli su ile yıkaması ve bu bardaklara parmak sürüldüğünde bülbül sesi misali ses çıkarması ile tanınırmış. Devamlı müşterilerine ne yiyip içtikleri sorulmaz, ne bırakılırsa onunla iktifa edilirmiş. Müstecibzade İsmet, M. Nuri Şeyda, Mehmet Celal, Andelib gibi çakıcılar da buraya sıklıkla uğrarmış. Buranın yakınında, avlusunda incir ağacı olan bir de İncirli meyhane yer alırmış.

Bostan ürünleri

Langa aynı zamanda Bulgar cemaatinin de yoğun olarak yaşadığı bir mekândı. Hatta bahçıvanlardan bir kısmı da Bulgar cemaatine mensuptu. Kendisi de Bulgar cemaatine mensup olan ve kaleme aldığı gayet kapsamlı çalışmasında bölgedeki bostanlara da değinen Georgi Kostandov, burada bostan çalıştıran cemaat mensubu bahçıvanların elde ettikleri ürünleri on dakika mesafedeki Aksaray pazarına ya da Unkapanı’nda bulunan taze sebze haline gönderdiklerini yazar. Zira soğutma sistemlerinin olmadığı 1950’li-60’lı yıllarda çoğu ürünün ancak bir iki günlük ömrü bulunuyordu. Bu da en kısa sürede ve en kısa mesafedeki pazar yerine tez elden gönderilmesini zorunlu kılıyordu.

Yine bu bostanlarda bahar aylarında çok aranılan salatalık, marul, roka, tere, pazı, taze soğan, kırımızı turp, sarımsak, maydanoz ve dereotu gibi ürünler de yetiştiriliyordu. Langa ve Aksaray bostanlarının bilhassa sırık domatesleri meşhurdu. Dönemin bostanlarını ve bunlardan elde edilen ürünlerin nefasetini Georgi Kostandov’dan dinleyelim: “Nisan ayının sonlarına doğru Aksaray’daki sebze bahçeleri ayrı bir güzelliğe bürünürdü. Akşamları güneş batmadan önce, ıslanmış bahçe toprağının çok değişik, çok hoş bir kokusu vardır. Mayıs başından itibaren bu kokuya nefis bir taze soğan, taze domates ve taze salatalık kokusu eklenirdi. Cemaatimizin, mesleğinde usta bahçıvanları, bir zamanlar Langa’daki sebze bahçelerinde bütün İstanbul’a nam salmış, ipeksi bir narinliğe sahip sırık cinsi domatesin, Langa patentli salatalığın ve sivri biberin en nadidesini yetiştirirlerdi. Büyüklerimizle birlikte bizlerin de o mevsimde en çok sevdiğimiz salata, doğranan iki üç küçük domatesle, bir iki taze soğanın üstüne eklenen, azıcık zeytinyağı, sirke ve tuzla yapılanıydı.”

Doku bozuluyor…

Langa’ya Demokrat Parti zamanında yüz bin kişilik bir şehir stadı yapımının gündeme geldiği de biliniyor. İhtimal ki, bu durumun en temel nedeni hem şehrin merkezî bir yerinde bulunması hem de büyük bir kısmının o zamanlarda halen bostan olarak duruyor olması idi. Ancak dönemin gazetelerinden takip edebildiğim kadarıyla Aralık 1955’e gelindiğinde bu girişimden vazgeçilmiştir. Gerekçe olarak da istimlak bedellerinin 60-70 milyon lira gibi muazzam bir bedeli bulması gösterilmiştir.

Yine bu tarihler yavaş yavaş Langa’nın klasik dokusunun da bozulmaya başladığı devrelerdir. Bu zamana kadar bölge kozmopolit bir yapıya sahipti. Rum, Ermeni, Bulgar ve Müslüman kökenli orta sınıfa mensup ya da alt gelirli insanlar yaşardı. Sonrasında ise bölge hızla terk edildi. Araba tamircileri, ucuz otelleri, birahaneleri ile ailelerin tercih etmediği bir yer haline geldi. 90’lardaki bavul ve buna bağlı fuhuş ticareti de semtin bozulma sürecini tetikledi. Bazı bölgeleri ise imara açıldı. Apartmanlara teslim oldu. Hâsılı kelam Langa’dan ve bostanlarından nam ve nişan kalmadı.

Günümüzde

Günümüzde ise Langa kısa bir süre önce Marmaray inşası sırasında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan gemileri ile ünlü. Buradaki arkeolojik kazıları idare eden Arkeolog Cemal Pulak, Langa bostanlarında bulunan gemi kalıntılarının bu mevkii sadece Türkiye’de değil tüm dünyada ünlü kıldığını dile getirir. Gemilerden biri 11. yüzyıla tarihlenmektedir ki daha önce bu kadar eski bir geminin ortaya çıkarılmadığını, bu keşfin Akdeniz gemiciliği açısından da son derece önemli olduğunu dile getirir. Yine Marmaray inşası sırasında bu mevkide bir kilise kalıntısına da rastlanır. Kilisenin denizciler ya da Langa bostanlarında çalışan işçiler tarafından kullanıldığı sanılıyor. Kilise ve çevresinde yapılan kazılarda 9-14. yüzyıl arası bazı buluntulara tesadüf edilmiş.

Kaynak

Sermet Muhtar Alus; “Langa Bostanları”, Akşam gazetesi, 20 Temmuz 1942.

Nermin Bayçın; “Bu Batıklar İstanbul Tarihini Yeniden Yazar”, Milliyet, 3 Aralık 2005.

Evliya Çelebi; Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul (Haz.: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), İstanbul 2004.

Ömer Erbil; “Metro Kazısından Esrarengiz Kilise”, Milliyet, 30 Temmuz 2006.

Osman Cemal Kaygılı; Köşe Bucak İstanbul (Haz.: Tahsin Yıldırım), İstanbul 2004.

Reşat Ekrem Koçu; “Bostan, Bostanlar”, İstanbul Ansiklopedisi, cilt: 6, İstanbul 1963, s. 2971-2972.

Georgi P. Kostandov; İstanbullu Bulgarlar ve Eski İstanbul, İstanbul 2011.

Milliyet; “Langa’ya Stad Sevdası”, 16 Aralık 1955.

Tan Morgül; “Müteahhitler Girmi Bostana”, Birikim, sayı: 184-185, Ağustos-Eylül 2004, s. 174-181.

İlber Ortaylı; “Langa”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, cilt: 5, İstanbul 1994, s. 1951-96.