1962 doğumlu. 1981´de Özel Saint Benoit Fransız Lisesiʼnden mezun oldu. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi, Arkeoloji ve Sanat Tarihi / Klasik Arkeoloji Bölümüʼnde tamamladıktan sonra, yüksek lisansını Sanat Tarihi alanında İstanbul Teknik Üniversitesiʼnde tamamlayarak 1996 yılında mezun oldu. 2006 yılında Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat Bilim Alanıʼnda Doçentlik unvanı, 2012 yılında profesörlük unvanını aldı. Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şarlak İngilizce, Fransızca ve Yunanca bilmekte.

Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Eva Alexandru Şarlak, İstanbul’un çok kültürlü, çok dilli, çok dinli yapısının adeta bir simgesi. Annesi Sefarad Yahudisi, babası ise bir Rum. Günümüzde bile ‘karma evlilik’ tartışmalarının ne kadar yoğun yaşandığı düşünülürse, anne ve babasının evliliği o yıllara göre oldukça zor kabul edilebilen bir birliktelik. Büyük bir aşkın çocuğu olarak, anne ve babasının birbirlerini tanıyıp, âşık olduğu semtte, Ortaköy’de dünyaya gelmiş. Hem ailesinin hem de dünyaya gözlerini açtığı semtin renkli ve yerleşik kültürünün, kişiliğinde bıraktığı izleri yaşamı boyunca korumayı başarabilmiş. Öyle ki, yakın arkadaşları, onun, bu özel kişiliği dolayısıyla tıpkı bir mücevher gibi özenle saklanması gerektiğini düşünüyor. 2014 yılında “Türkiye’de Kadınların Üniversitede 100.Yılı” dolayısıyla düzenlenen etkinlikte, “İlkleri Yaratan Kadınlar” listesinde, “İlk Rum Kadın Sanat Tarihi Profesörü” unvanıyla yer almayı başarabilmiş. Eva Şarlak, her ne kadar Rum kiliseleri ve ikonalar üzerine odaklanan çalışmalarıyla anılsa da biz akademik hayatının dışında çocukluk, aile, aşk, anne-kız ilişkisi vb. pek çok insan hallerini konuştuk. Ortaköy’den başlayan uzun yolculuğumuza siz de katılın!

 

Eva Şarlak, Ortaköy’de, Sara ve Nikolaos çiftinin ilk çocukları olarak dünyaya gelir. Buna rağmen esasında daha çok “babaannesinin kızı”dır. Çocukluğu babaannesinin evinde geçer. Babaanneyle büyümesini şöyle açıklıyor; “Annem, İstanbul Teknik Üniversitesi yazı işlerinde memurdu. Çok yoğun çalışıyordu. Anneannemi çok erken bir yaşta kaybettik. Ben henüz bir yaşındaymışım. Bu nedenle beni babaannem Evangelia büyüttü. Babaannem Rum’du. Onun yanında büyüdüğüm için Rum geleneklerinin içindeydim, ritüellerine hâkimdim. Kilise ziyaretleri, Ortodoks bayram ve kutlamaları, mutfak kültürü… İlkokula başlayana kadar işitsel, görsel bir Ortodoks kültür birikimim vardı. Akademik çalışmalarımda neden Sefarad kültürüne değil de Rum kültürüne yoğunlaştığımı düşünüyorum. Bunun altında yatan neden şuydu kanımca, beni kim büyüttüyse, o toplumu tanımam daha mantıklı geldi. Annem sabahları işe gitmek için hazırlanırken, evden çıkmadan mutlaka “mezuza”yı öperdi. Çocukluğumdan aklımda kalan, Yahudiliğe dair gördüğüm tek gelenek budur. Bayramlardan “Hamursuz”u hatırlıyorum. Zaman zaman annemin akrabalarına giderdik. Annemin babaannesi Ortaköy’de iki katlı ahşap bir evde otururdu. Onu ve annemin teyzelerini mutlaka ziyaret ederdik. Şimdi düşünüyorum da, demek ki, “bayram günü”ymüş. Bu nedenle bütün aile bir araya gelirmişiz. Fakat bunların dışında “Şabat” için toplanılmazdı. Annemin vefatıyla birlikte Yahudi kültürüne ne kadar uzak olduğumu fark ettim. Böylece annemin çocuklarına yeterince tanıtamadığı Sefarad kültürünü en acılı günümde daha yakından tanımaya karar verdim. Örneğin, o güne kadar birçok Yahudi düğünü görmüştüm. Bu düğünlere gitmek hayatımıza heyecan katardı. Buna karşılık hiç cenaze töreni görmemiştim. Bu konuda ne kadar eksik olduğumu çok acı bir biçimde anladım. Aslında Rum cenaze ritüellerini de tam tamına bilmiyordum. Fakat Ortodoks cenaze ritüelinde daha edilgen bir yapınız var. Diğerinde siz daha çok o törenin bir parçası gibi hissettiriliyorsunuz. Daha etken bir konumda oluyorsunuz. Annemi uğurlarken artık bu kültürü daha yakından öğrenmeye karar verdim ve içimden bir ses, ‘Eva bu senin görevin’ dedi.”

“Bizim evde farklı bayramlar aynı coşkuyla kutlanır.”

Düğünden cenazeye uzanan geniş bir çerçeveyi göz önünde bulundurarak, iki farklı kültürün zenginliğiyle büyümenin, dünyayı kavramakta ayrıcalıklı bir durum oluşturup oluşturmadığını soruyorum. Bu durumun çok olumlu bir etki yarattığını söylüyor; Bu o kadar büyük bir zenginlik ki, bunu hiçbir yere konumlandıramıyorum. Ben olaylara, durumlara farklı bakabilme şansına sahibim. Bilinçlendikçe, akademik anlamda da araştırmalarım derinleştikçe kimliğimin farklı bileşenlerini, çok kültürlü ortamımı fırsata çevirmeyi başardığımı düşünüyorum. Bütün bu farklı kültürler sizin yaşam bilincinize, gündelik hayat pratiklerinize şekil veriyor ve olaylara objektif bakabilme olanağı tanıyor. Yeme-içme kültürünüzü, ev düzeninizi, seyahat tercihlerinizi hatta ifade ve üslubunuzu bile etkiliyor. Farklı bayramları bir arada kutlamak, evimde kalabilme ve evimin mutluluğunu yansıtabilme, paylaşabilme imkânı veriyor.

Evimizde üç dinin bayramları da kutlanıyor. Evliliğim sayesinde de farklı bir kültür tanıdım. Eşim Tayfun Şarlak’ın annesi Çerkez, babası Konya Akşehirli’dir. Bütün bu farklı katmanların bileşiminin beni çok şanslı kıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu nedenle bizim evde farklı bayramlar aynı coşkuyla kutlanır.”

Eva Şarlak’ın sahip olduğu çok kültürlü kimlik, onun dünyaya bakışını etkilese de, yaşamının şekillenmesini sağlayan en önemli kişi annesi Sara olmuş. Her daim kızının yanında olan Sara Hanım, kızını kanatlarının altına almak değil, kanatlandırmak istemiş. Bu yoğun ilişkinin hayatına etkisini merak ediyorum. “Bana pozitif bir etki yaptı” diye yanıtlıyor. “Ortaokulu Sainte Pulcherie Fransız Kız Ortaokulu’nda, liseyi ise Saint Benoit Fransız Lisesi’nde dereceyle tamamladım. Annem çok çalışmamı, derece almamı isterdi. Bu konuda oldukça sert olduğunu söyleyebilirim. Annemin bu beklentilerine babaannem karşı çıkardı. ‘Neden bu kadar sertsin, çocukları profesör mü yapacaksın?’ derdi. Bu kadar baskı negatif bir sonuç da doğurabilirdi. O zamanlar bu tutumuna anlam veremezdim ama şimdilerde çok iyi anlıyorum. Büyük bir eğitim sisteminin içinde bulunması, eğitimin önemini kavraması onu bu şekilde davranmaya itti. İş yerindeki görevine adeta kendini adamıştı. Bize sağladığı olanakları kendine tanınsaydı, büyük bir bilim insanı olurdu. Buna yürekten inanıyorum.

Ancak benim annemle ilgili içimde şöyle bir hesaplaşma var ki kendimi hiç affedemem böyle düşündüğüm için. Şu an pozitif geliyor her şey ama o dönem hakikaten zordu. Birgün Fransızca gramerden istediği notu almadığım için bana oldukça sinirlendi. Epey bağırdığını hatırlıyorum. Tam o esnada mutfakta küçük bir kaza oldu; düdüklü tencere elinde patladı. Eli yandı. O an sanki bana haksızlık ettiği için cezalandırıldığını düşünmüştüm. Bunun karşılığını almış gibi hissettim. Şimdi düşününce üzülüyorum ama o zaman böyle hissettim. Fakat genel anlamda geçmişe dönüp baktığımda ona hayrandım.

1998 yılında öğretim görevlisi olarak başladığım akademik kariyerimi, Profesör olarak devam ettiriyorum. Profesörlük atamamın yapıldığı gün, anneme telefon açıp ‘Anneciğim, sana bir armağanım var. Senin için yaptım’ dedim. Gün içinde onu sürekli düşünürüm. Hala! Fakat kızlarıma karşı onun kadar baskıcı olmadım. İki kızımla da ilişkimi gayet soğukkanlılıkla yürütüyorum. Çünkü bende annem gibi bir hırs yoktu.”

“Kendinizi gerçekleştirmenize engel olmayacak insanlarla hayat kurun.”

Tıpkı annesinin istediği gibi saygın ve kariyer sahibi bir kadın olarak yaşamına devam eden Eva Şarlak, aynı zamanda ikiz kızları olan bir anne. İkizleri İlayda ve Lara’nın büyümesiyle onlarla arkadaş gibi olduğunu keyifle anlatıyor. Çocukları doğduktan sonra eğitimine bir süre ara verip, kızlarını büyüttüğü zamanları da sevgiyle anıyor; “Bugün olsa yine aynı kararı verirdim. Benim yaptığımı çocuklarım yapmayabilir. Çok emin değilim. Bu kuşak özgürlük kuşağı, bizden çok farklı. Ayakları yere basan bir kuşak. Eski dönemlerdeki gibi çelişkili bir hayat yaşamıyorlar.”

Akademik hayatını da, özel hayatını da aynı coşkuyla yürütmeyi başaran nadir insanlardan olan Eva Şarlak, bu röportajın yapıldığı gün, Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı oldu. Böylece Ersi Abacı Kalfaoğlu’ndan sonra ikinci “Rum kadın dekan” olma unvanını kazandı. Bu mutluluğunu yaşarken, kadın akademisyenlere de önemli tavsiyelerde bulundu. “Bizim fakültemizde kadın akademisyenler ağırlıkta. Bu olumlu birşey fakat önemli olan kadın ya da erkek olmak değil, bilgili ve deneyimli akademisyenleri öğrencilerimizle buluşturmak. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu durum bizim uyum içinde ve birlikte çalışma hızımızı artırıyor. Şeffaf bir ortamımız var. Şimdilik her şey güzel gidiyor, karşılıklı saygı ve sevgiye dayanan bir ekibiz. İnsanlar rahat, mutlu geliyorsa işine, doğal olarak performansları da artar. Buna inanıyorum. Akademik hayatta kadın olarak çeşitli sorunlarla karşılaşmak mümkün. Kariyerinin başındaki kadın meslektaşlarıma şunu söylemek isterim; birlikte hayatınızı paylaşacağınız kişiyle, sorumlulukları da mutlaka paylaşmalısınız. Kendi hayatınızın sorumluluğunu almalısınız. Paylaşım yapabildiğiniz, üretebildiğiniz, kendinizi gerçekleştirmenize engel olmayacak insanlarla hayat kurun. Tıpkı Octavio Paz’ın söylediği gibi; Düşlerinize layık olun!’”