Türk şiirinin modernleşme sürecinde çok önemli bir yer tutan Behçet Necatigil’in Kastamonu’daki ortaokul öğrencilik yılları (1930’lar), bana kalırsa onun şairlik hayatının en kritik dönemidir. Çünkü nasıl ki Rimbaud’nun öğretmeni Georges İzambard, Rimbaud’yu, bu şiirin anlamını değiştirecek olan şairi destekleyecekse, Behçet Necatigil’in öğretmeni, şair Zeki Ömer Defne de onu destekleyecektir. 23 Ocak 1930’da, Necatigil’in defterine, “yarının iyi bir kalemine sahipsin. Boş durma, oku!” diye yazacak olan Zeki Ömer Defne, o yıllardan sonraki yıllarda, Türk Dili Dergisi’nin sürekli şairleri arasında yer alan bir şair olacaktır. Tıpkı Necatigil’in, Varlık dergisinin sürekli şairleri arasında yer alacağı gibi.

Behçet Necatigil, o yıllarda bir ulusal gazete olan Akşam gazetesinin haftalık Çocuk Dünyası sayfasına, “Küçük Muharrir” imzasıyla şiirler, fıkralar, öykücükler yazacaktır. Bir röportajda, bu çalışmalarının karşılığında belli bir ücret de alır. Söylediğine göre, ücret alamadığı zamanlarda da onun yerine çikolata ve bonbon alır. Küçük dahi!

Necatigil’in Kastamonu’daki öğrencilik yıllarından sonra, 1940’lı yıllarda Kars ve Zonguldak gibi Anadolu’nun farklı kentlerinde öğretmenlik yapmasının, farklı insanlar tanımasına ve farklı hayatlara tanıklık etmesine katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Zaten duyargaları son derece gelişmiş bir şair olan Necatigil’in şiirlerinin temel izleğini oluşturan “ev içi bunalımı”nın arka planında “taşra sıkıntısı” da yatmaktadır.

Behçet Necatigil 1916'da İstanbul Fatih'te doğdu. Kastamonu Lisesi'nde başladığı ortaöğrenimini, Kabataş Lisesi'nde tamamladı. Yüksek Öğretmen Okulu'na girdi ve okulun kontenjanından Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı bölümüne devam etti. “Deutscher Akademischer Austauschdienst”in davetlisi olarak Berlin'e gitti, edebiyat öğrenimini orada tamamladı. Kars Lisesi'nde başladığı edebiyat öğretmenliği görevini Zonguldak Lisesi'nde sürdürdü. Askerlik sonrası öğretmenlik görevini Pertevniyal Lisesi'nde, Kabataş Erkek Lisesi'nde yaptı ve İstanbul Eğitim Enstitüsü'nde atandı. Ekim 1972'de buradan emekli oldu. 13 Aralık 1979'da İstanbul’da yaşama veda etti. Ailesi tarafından adına konulmuş olan “Behçet Necatigil Şiir Ödülü”, ülkemizin en saygın şiir ödüllerinden biri olarak, 1980 yılından 2019 yılına kadar sürdürüldü.

Bir sanatçının kültürlenme sürecinin büyük bölümünün, diğer bütün önemli ve büyük sanatçıların yaşamlarıyla, yapıtlarıyla, kaynaklarıyla ilgili yaptığı araştırmalardan, okumalardan ve tartışmalardan oluştuğunu düşünürüm. Zaten bir sanatçı, önemli ve büyük gördüğü bir sanatçının niçin önemli ve büyük olduğunu, ona ve yapıtlarına bu nitelikleri kazandıran özelliklerin neler olduğunu merak etmiyorsa, kendi varlık nedenleriyle ters düşüyor demektir. Bu bağlamda Attila İlhan’ın şu sözlerine tanık olmuştum: “ Bir şair kendinden iki yüz yıl önceden bu yana yazılmış şiiri tanımalıdır.” Zaman olarak biraz abartılı gelebilir ama doğru bir yaklaşım. Böylece bir sanatçı/şair, ait olduğu estetik enlem ve boylamları tanır, nerede olduğunu bilir, sanat tarihi içinde kendine dayanak oluşturabilir, ayakları yere basar, kendi kan grubundan olan diğer sanatçıları tanır. Bir tren yolcusu bile hangi istasyondan trene bindiğini, nereye gittiğini, diğer yolcularla ilişki biçimini bilmek durumunda değil mi? Benim için bu söylediklerim bağlamında sürekli ilişkide bulunduğum sanatçılardan biri, önemli bir şair, Behçet Necatigil’dir. Onun şiir serüvenini, şiir üzerine söylediklerini, şiiri ciddiye alan diğer birçok şair gibi çok önemserim, hep anlamaya çalışırım. Necatigil adeta bir şiir öğretmenidir. 1856’da yaşamını yitirmiş Alman şair Heinrich Heine’den, Almancadan yaptığı çeviriler de büyük bir titizlikle çevrilmiş ve zevkle okunan şiirlerdir.


Necatigil, 1960 yılında yayınlanan, kendisinin hazırladığı “Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü”nde, kendi şiirini şöyle tanımlayacaktır: “İlk şiiri lisede öğrenciyken, Varlık dergisinde çıkmıştı (Ekim 1935). Şiirde kırk yılını, doğumundan ölümüne, orta halli bir vatandaşın, birey olarak başından geçecek durumları hatırlatmaya; ev-aile-yakın çevre üçgeninde, gerçek ve hayal yaşantılarını iletmeye, duyurmaya harcadı. Arada biçim yenileştirmelerinden ötürü yadırgandığı da oldu, ama genellikle, eleştirmenler, onun için, tutarlı ve özel bir dünyası olan bir şair dediler.”

Türk şiirinin modernleşme sürecinde önemli ve özgün bir yeri olan Behçet Necatigil’in şiirlerinin izlekleri, daha çok “ev”, “aile bireyleri” çevresinde somutlaşan bir yabancılaşma ve bu yabancılaşmanın sosyo psikolojik karşılıklarıdır, diyebiliriz. Yalnızlık, mutsuzluk, düş kırıklıkları bu karşılıkların bazılarıdır. Gonca Gökalp Arslan’a göre, “Necatigil’in şiirlerinde ev, dış dünyaya karşı korunaklı bir iç dünya sunsa da insanoğlu onun ‘güvenli’ dört duvarıyla sınırlanmaktan çok memnun değildir. İçeriden dışarıya merakla, özlemle, arzuyla bakan birey, yine de dışarıya çıkmaya cesaret edemez ve ev, giderek daralan bir çembere, kaotik bir yapıya dönüşür. (‘Behçet Necatigil’in Şiirlerinde Mekânın Poetikası, Türkbilig,2003/5)”

Gerçekten de Necatigil’in şiiri, kentleşme ile birlikte biçimlenen kapitalist yaşama biçiminin ürettiği yabancılaşmış bireyin şiiridir. Yabancılaşma, en genel anlamda, bireyin kendi ürettiği nesnelerin, emek ürünlerinin egemenliği altına girerek kendi sorunlarına, bulunduğu ortama, toplumsal ve insani olana yabancı durumuna gelmesidir. Yabancılaşan birey mutsuz olur, sürekli kendinden arınmak ister ve toplumdan kaçar. Necatigil’in yabancılaşmış bireyi de, özel alan ile kamusal alan arasına sıkışan, bu iki alan arasında hangi değerlere göre davranacağını kestiremeyen bireydir. İşte, Memet Fuat’ın, Necatigil’in şiirlerini değerlendirirken yazdıklarını bu bağlamda anlamak doğru olur: “Kent yaşamının belli bir kesitindeki insanları, günlük olaylar içinde, geçim sıkıntıları, düşleri, acıları, özlemleriyle, hem iç hem de dış dünyalarıyla saptayan, maddenin ötesini de gören bir kamera gibiydi. Bitmez tükenmez bir insan sevgisi, şiddete, sahteliğe, çıkarcılığa, sömürüye karşı dinmez bir öfke, toplumsal yozlaşmadan kaynaklanan bir hüzün, şiirlerine benzersiz bir derinlik verdi. (Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, Adam Y.1985)”

Necatigil’in şiirlerinde önemli bir yer tutan “boşluk” duygusu, aslında yabancılaşmış kent bireyinin anlam arayışının bir yansımasıdır. “Ölüm”, “kuyu” gibi izlekler de bu anlam arayışının imgesel karşılıklarıdır.

1950’li yıllar, Batı’da, 1900 başlarından beri, özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan beri süregelen anlam arayışının Türk edebiyatına, şiirine yansıdığı yıllardır. İşte “İkinci Yeni Şiiri” adıyla tarihe geçecek olan şiir anlayışı da bu yıllarda filizlenir. Batı’da gelişen bu anlam ve “imkân” arayışları olan üst gerçekçilik (sürrealizm), hatta nihilizm ve biraz da Dadaizm, geç de olsa İkinci Yeni şiirinde bir karışım olarak karşılık bulacaktır.

Gülten Akın, Belki de bu anlayışlara gönderme yaptığı bir yazısında, Necatigil’in 1953’de yayınlanan “Çevre” adlı kitabıyla ilgili olarak şunları yazacaktır: “ ‘Kan’, sonra ‘Kongo’, ‘Yay’ İkinci Yeni’yi başlatmanın şiirleri. Aynı yıl içinde başkaları cafcaflı açıklamalarla, bildirilerle hiç de ilginç olmayan bir anlamsızlığı ısıtıp ortaya koyadursunlar, Necatigil, bunlar ve sonrası şiirlerle sessiz bir kuyumcu gibi anlamı işledi. Anlama yeni boyutlar kazandırdı…(Şiiri Düzde Kuşatmak, Alan Y. 1983)” Gerçekten de Necatigil şiiri, şiirimizin modernleşme sürecinde herhangi bir akım ya da anlayış içinde yer almamış, kendine özgü, bir “fenomen” olarak akıp gelmiştir.

Necatigil’in şiirlerinin biçimsel olarak farklı deneylerle oluşageldiği görülür. “Çevre” kitabından en soyut deneyim olan “Kareler Aklar”a kadar ne denli biçimsel değişim gösterse de, bütün şiirlerinde, radyo oyunlarında insanın iç yalnızlığındaki derinliği, toplumsal ikiyüzlülüğü gerçek sanan bireyin, tek başına kaldığında içine düştüğü acınası çaresizliği söyledi

Behçet Necatigil: “Yollarda hep tek başına yürüyen, insanlarla pek fazla diyalog kurmayan, sakin, sessiz, gölgeli duvar diplerinden yürüyen şair.

 

SEVGİLERDE

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.
Behçet Necatigil