SAĞLIK - Dr. Öğretim Üyesi Rifat Vedat Yıldırım*
Dünyanın ve ülkemizin bir pandemi sürecinden geçtiği bu günlerde, bir ülkenin tıbbi gelişmeleri takibinin ve uygulamasının, halkı bilgilendirmesinin, halk sağlığı tedbirleri almasının ve bu tedbirlere halkın topyekûn uyumunu sağlamasının ne derece önemli olduğu gözlerimizin önüne serildi. Bu yazıda başlıktan da anlaşılacağı üzere bugün içinde bulunduğumuz durumla ilgili değil, yaklaşık 95 yıl önce neler yapılmıştı onları anlatmak istiyorum.
Malumdur ki, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının devraldığı ülke, üst üste büyük savaşlardan çıkmanın da verdiği çöküşle tüm müesseseleriyle harap bir haldeydi. Özellikle I. Dünya Savaşı’nda dört büyük cephede savaşan Osmanlı Devleti’nin en büyük düşmanlarından biri de salgın hastalıklardı. Hemen hemen tüm cephelerde tifüs, tifo, dizanteri, dönek humma, kolera, çiçek gibi bulaşıcı hastalıklarla da mücadele edilmişti. Hatta Irak Cephesi’nde görevli hekimler tarafından Gülhane hekimlerinden Dr. Reşat Rıza’nın tekniğiyle bir tifüs aşısı (aslında serum) hazırlanarak askerlerimize uygulanmıştı. O durumda bile Türk hekimleri kendi kendine yetebilme çabası içindeydi.
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kuruluyor
I. Dünya Savaşı sonrasında, dört bir yandan işgal altındaki ülkenin işgalden kurtarılması ve bir yandan bu gerçekleşirken bir yandan da başta ekonomi, sağlık, eğitim, askerî olmak üzere her alanda kalkınması gerekiyordu. Aslına bakılırsa kalkınma adına atılan ilk adım olarak 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulması sayılabilir. Bundan sonra sağlık alanında atılacak ilk adım ise sağlık işlerini düzenleyecek bir bakanlığın kurulması idi. TBMM’nin kurulmasından çok kısa bir süre sonra 2 Mayıs 1920 tarihinde 3 sayılı kanun ile Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) kuruldu. Bakanlığın kurulması sırasında TBMM’de tartışmalar yaşandı. Kendisini hala Osmanlı Devleti’nin Meclis-i Mebusan’ının bir parçası olduğunu zanneden bazı vekiller, Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti’nin kurulmasına, “Bizde böyle bir vekâlet yoktu, diyerek” karşı çıktılar. Ancak kurulacak bu vekâlet ile ihtiyaç içinde ve işgal altındaki Anadolu’ya hem sağlık hizmeti hem de sosyal yardım götürülmesi planlanıyordu. Hararetli tartışmalar neticesinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı 2 Mayıs 1920’de yani ordunun kurulmasından daha önce kurulmuş oldu. Bu da Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hastalıklarla mücadeleye verdiği önemi bir kere daha bize göstermektedir.
Bu tarihten iki gün sonra 4 Mayıs 1920’de de I. İcra Vekilleri Heyeti kuruldu. Yapılan oylama ile İcra Vekili Reisliğine Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa seçildi. Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekili olarak ise Dr. Adnan (Adıvar) Bey 127 oyla seçildi. Artık bundan sonraki ilk iş sağlık alanında atılacak adımların neler olacağının belirlenmesiydi. Dr. Adnan Bey bir sağlık memuru ile beraber derhal çalışmalara başladı.
İstanbul Hükümeti Anadolu’ya ambargo koyuyor
Ankara Hükümeti bir varoluş çabasının yanında ülkeyi topyekûn kurtarma çabasının da içindeydi. Ancak ne yazık ki, işbirlikçi İstanbul Hükümeti savaşta düşmanın bile yapmayacağı bir hamleyi Haziran 1920’de yaparak Anadolu’ya her türlü ilaç ve serum götürülmesini yasaklamıştı. Salgın hastalıklarla uğraşan Anadolu insanı için bu tür bir ambargo kendi halkını ölüme mahkûm etmek demekti. Hatta İstanbul Hükümeti, Anadolu’daki direnişe karşı koymak için kaynak yaratmak adına Harbiye ve Bahriye Nezaretlerine bağlı hastaneleri bile kapattı.
Ataatürk ve (ortada) Dr. Refik Saydam
1920-1921 arasında Vekil Dr. Adnan Bey’in çabalarıyla salgın hastalıklarla mücadele faaliyetlere örnek olarak; Anadolu’da aşı üretimine yeniden başlanılması, 250.000 kişilik aşı üretebilecek duruma gelinmesi ve Ankara’da büyük zorluklar içerisinde bir Kuduz Müessesesi kurulması verilebilir.
10 Mart 1921’de Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti görevinden Dr. Adnan Bey’in ayrılması üzerine yerine Dr. Refik Bey (Saydam) getirildi. Aralık 1921’de Vekâlet’in başına geçen Dr. Rıza Nur bu görevi yaklaşık iki yıl sürdürüp, Ekim 1923’te yerini tekrar Dr. Refik Bey’e bıraktı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Sağlık Politikası
Sağlık, nüfus, kalkınma ve eğitim konularında gözle görülebilir sonuçlar elde edilebilmesi için ciddi ekonomik yatırımlar gerekiyordu. Mustafa Kemal Paşa, 1922 yılındaki açılış konuşmasında sağlık politikası hakkında bilgiler verirken salgınlarla mücadele konusunda da şu sözleri sarf etmiştir:
“…Emrazı sâriyeye karşı en katî tedbir olan aşılar artık tamamiyle memleketimizde istihsal olunmaktadır. Üç milyon küsur kişilik çiçek aşısının Sivas'ta istihsal edilmiş olduğunu zikretmek bu bapta kâfi bir fikir verebilir. Memleketin malaryalı muhitlerinde miktarı kâfi kinin tevzi edildi. Frengi âfetinin itfası için de mümkün olan meblâğ sarf edildi. Ve emrazı içtimaiye ile mücadelemizin daha müsmir ve daha şâmil bir şekilde ifası esbabı da ihzar edilmiştir. Sıhhiye ve muaveneti içtimaiye hususatında takibettiğimiz gaye şudur: Milletimizin sıhhatinin muhafaza ve takviyesi, vefiyatın tenkisi, nüfusun tezyidi, emrazı içtimaiye ve sâriyenin gayrimüessir bir hale ifrağı, bu suretle efradı milletin dinç ve saye kabiliyettar bir halde sahihülbeden olarak yetiştirilmesi...”
Doğal olarak Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra da sağlık alanındaki gelişmeler hızla sürdürüldü. 1923 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğu sağlık kurumları ve yatak sayısına bakıldığında, 3 Devlet Hastanesi’nde 950 yatak, 6 Belediye Hastanesi’nde 635 yatak, 45 Özel İdare Hastanesi’nde 2.450 yatak ve 32 Özel, Tabancı ve Azınlık Hastaneleri’nde 2.402 yatak ve toplamda 6.437 yataklık bir kapasite bulunuyordu. Bu açığı kapatmak için 1924 yılından itibaren hastane bulunmayan yerlerde sağlık hizmeti vermek için muayene ve tedavi evleri (dispanserler) kurulmaya başlandı. Hasta muayenesinin ücretsiz olduğu ve ödeme gücü olmayanların ilaçlarının ve tedavilerinin karşılandığı bu dispanserler 5-10 yataklı küçük sağlık kurumlarıydı.
1925 Sağlık Çalışma Programı
1925 yılında hazırlanan Sağlık Çalışma Programı’nda sağlık politikasının toplandığı yedi temel hedefe bakıldığında salgın hastalıklarla girişilen savaşın da bu hedefler arasında yer aldığı görülmektedir:
- Devlet sağlık örgütünü genişletmek,
- Hekim, sağlık memuru ve ebe yetiştirmek,
- Numune hastaneleri ile doğum ve çocuk bakımevleri açmak,
- Sıtma, verem, trahom, frengi gibi önemli hastalıklarla mücadele etmek,
- Sağlık ile ilgili kanunları yapmak,
- Sağlık ve sosyal yardım örgütünü köye kadar götürmek,
- Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu kurmak.
Bulaşıcı hastalıklarla mücadele
Türkiye Cumhuriyeti’nin uğraşmak zorunda olduğu başlıca sağlık sorununun bulaşıcı hastalıklar olduğunu bir kez daha söylemek gerekir. İlaçların ve sağlık personelinin zor bulunduğu bu dönemde bulaşıcı hastalıklarla mücadele başlı başına bir problemdi, özellikle sıtma, frengi, tifo, tifüs, trahom bu hastalıkların başında geliyordu. 1924 yılında yapılan bir çalışma, halkın %90’ının sıtmadan mustarip olduğunu gösteriyordu. Bunun için 13 Mayıs 1926’da Sıtma Mücadelesi Kanunu çıkartıldı ve bu kanunla fakirlere, köylülere, işçilere tedavi için ücretsiz kinin dağıtımı yasallaştırıldı. Kanun öncesinde halkın kullanımı için gönderilen ilaçlara, nüfuzlu kişiler tarafından el konulduğu biliniyordu. Sıtma ile mücadele de her yıl muayene edilen kişi sayısı arttırıldı, 1924-1925 yılında muayene edilen kişiler 40.000 iken 1928’e gelindiğinde bu sayı 980.000 civarındaydı. Yine sıtma ile mücadelede sıtma kaynağı olarak bilinen bataklıkların kurutulması işine girişildi ve 11.250 dönüm bataklık ıslah edildi.
Yine halk sağlığını tehdit eden önemli bir hastalık olan frengi ile mücadele de bu dönemde hız kazandı. Meclis’ten 90 numaralı Frenginin Men ve Tahdid-i Sirayeti Hakkında Kanun çıkarıldı ve bu kanunla Sıhhiye Vekâleti’ne bağlı sağlık kurumları frengili hastaların tedavisinden sorumlu hale getirildi. Frengi tedavisinde kullanılan bizmejenol isimli ilaç tedarik edildi ve hastalar reçete edildi. Muayene edilen hasta sayısı arttıkça 1930’a gelindiğinde sayılar 13 milyon nüfuslu Türkiye Cumhuriyeti’nde 100 bin frengi hastasının bulunduğunu ortaya koyuyordu. Frengi ile mücadelede güçlük çıkaran asıl etken, frenginin cinsel yolla bulaşan bir hastalık olmasıdır. Hastalar mahremiyet sorunu ile karşı karşıya kalmak istemediklerinden dolayı tedavi olmak için sağlık kurumlarına başvuruda çekingen davranabiliyorlardı (doğal olarak bu durum tüm cinsel yolla bulaşan hastalıklar için geçerlidir). Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan mustarip hastaların kolaylıkla başvurup hatta tedavileri yapılırken gizliliğin korunması amacıyla Ankara ve İzmir’de birer Deri ve Tenasül Hastalıkları Dispanseri açıldı. Frengi ile mücadelede büyük faydası görülen bu dispanserlerin sayısı süreç içinde 16’ya çıkarıldı.
Bu zaman zarfında mücadele edilen bir diğer bulaşıcı hastalık da trahomdu. Özellikle güney illerinde trahoma daha sık rastlanıyordu. Trahomla ile mücadelede ilk olarak hastalığın sık görüldüğü Malatya, Gaziantep ve Adıyaman illerinde hastaneler ve dispanserler açıldı ve bu müesseselerin mücadelede oldukça etkili olduğu görüldü.
Kuduz ile mücadelede ise aşının önemi büyüktür. Kuduz aşısı canlı aşı olduğundan Anadolu’da sadece bir merkez tarafından aşı hazırlanması ve dağıtılması mücadeleyi güçleştiriyordu. Daha fazla kuduz aşısı üreten merkezlere ihtiyaç duyulduğundan 1930’a kadar Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Konya ve İzmir’de birer merkez açıldı.
Kızıl hastalığı ile mücadele, aşısının bulunduğu 1927 öncesine kadar imkân dâhilinde değildi. Bu tarihte bulunan aşı Avrupa ile eşzamanlı olarak Türkiye’de de kullanılmaya başlandı ve Konya ve Kastamonu illerinde okul çocukları kızıla karşı aşılandı.
Aşı ve serum üretiliyor
Salgın hastalıklarla mücadelede en etkin silahlar aşı ve serumdur. Kendi aşısını ve serumunu üretebilen ve bunlar için dışa bağımlı olmayan her ülke diğerlerinden bir adım değil onlarca adım öndedir. Bu zihniyetin ta Cumhuriyetimizin kurulduğu erken tarihlerde Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarında bulunduğu görülmektedir. İstanbul Hükümeti’nin hain ambargosu, Ankara Hükümeti’ni kendi aşısını ve serumunu üretmeye sevk ettiğini söyleyebiliriz. Milli Mücadele döneminde aşı ve serum üretiminde kaynak ve personel bakımından ciddi imkânsızlıklar içinde olsa da Ankara Hükümeti’nin aşı üretimini gerçekleştirdiğini Mustafa Kemal Atatürk’ün yukarda verilen konuşmasında da belirttiğini görüyoruz.
İstanbul dışında aşı ve serum üretiminin Anadolu’daki merkezi Sivas’tı ve Sivas’ta 1925-1929 yılları arasında kolera, dizanteri, tifüs ve çiçek hastalıkları için aşı ve serum üretilmekteydi.
Yurtta Sağlık Propagandası
Salgın hastalıklar konusunda halkın eğitimi ve bilinçlendirilmesi de fevkalade önem arz ediyordu. Bunun için Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti çeşitli yayın faaliyetleri gerçekleştirdi. ‘Yurtta Sağlık Propagandası’ amacıyla; sağlıkla ilgili filmler yurt dışından getirtildi ve halka gösterildi, renkli afişler, sağlık risale ve broşürleri bastırıldı, sıhhî müzeler açıldı, sağlıkla ilgili dergiler yayımlandı ve radyo konferansları düzenlendi. Bastırılan renkli afişlerin konularına örnek olarak; verem nasıl bulaşır, hastalığı başkasına bulaştırmamak için veremlinin alacağı tedbirler, veremin dostları ve düşmanları, sıtma yalnız sivrisinekten geçen bir hastalıktır, frengiye yakalanmaktan kork, trahomdan korunma verilebilir. Dağıtılan broşürlerin konularına örnek olarak da zührevî hastalıklar musaplarına sıhhi nasihatler, çiçek, sıtma öğütleri, kızamık, lekeli humma, karahumma, trahom hakkında halka nasihatler verilebilir.
Halkın sağlığı, ülkenin sağlığı
Cumhuriyet’in ilk yıllarında bile salgın hastalıklarla mücadelede kendi kendine yetmeye çalışan genç bir ülke görüyoruz. Mustafa Kemal ve arkadaşları ellerindeki kısıtlı imkânlarıyla topyekûn kalkınmayı da hedeflerken nüfusunun çoğu hasta olan bir ülke ile bunun ne derece zor olduğunun bilincindeydiler. Halkın sağlığı, ülkenin sağlığı demekti ve ülkenin sağlığı da ilerlemedeki ne önemli kriterdi. İleri görüşlü bir lider olan Atamızın sağlık alanında özellikle salgın hastalıklarla mücadeleyi ne kadar öncelediği ve ne kadar önemsediği Atatürk Türkiye’sinde yapılan tüm bu faaliyet ve atılımlarda görülebilir. Ulusumuzun temellerini atan, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına o dönemde attıkları sağlam adımlar ve öngörüleri için her daim müteşekkiriz.
* Dr. Öğretim Üyesi Rifat Vedat Yıldırım
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Atatürk’ün Sağlıkla İlgili Kısa Özdeyişleri
“Türk’e ev ve bark olan her yer, sağlığın, temizliğin, güzelliğin, çağdaş kültürün örneği olacaktır.” 1935 (Atatürk’ün S.D.I, s. 370)
“Her çeşit sağlık savaşımını, mümkün olan derecede çabuk ve geniş bir şekilde izlemek, başlıca hedeflerden olmaya lâyıktır.” 1929 (Atatürk’ün S.D.I, s. 347)
“Zamanımıza kadar genel sağlığın uğradığı ihmalin derecesi, savaşım yoluna girildikçe daha kuvvetli kendisini göstermektedir.” 1924 (Atatürk’ün S.D.I, s. 321)
“Kendine, devrimin ve devrimciliğin çeşitli ve vazgeçilmez görevler verdiği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman, üzerinde dikkatle durulacak millî sorunumuzdur.” 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 378)
Kaynak: bilgimanya.com