5. İstanbul Tasarım Bienali, sergi mekânlarında, İstanbul sokaklarında ve dijital ortamda farklı ülkelerden ve farklı disiplinlerden katılımcıların projelerine ev sahipliği yaptı. Pera Müzesi’nde yer alan müdahaleler ve ARK Kültür’deki araştırma projeleri arşivi 15 Kasım’a kadar ziyaret edildi. İstanbul sokaklarına yayılmış müdahaleler, araştırma projeleri ve video serileri ise 30 Nisan 2021’e kadar dünyanın her yerinden takip edilebilecek.

Genç tasarımcı Eli Bensusan ile Bienal kapsamında sergilenen “Körlerin Güneş Saati” isimli çalışması ve projeleri hakkında söyleştik…

Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
Tasarımcıyım. Farklı ölçek ve mecralarda sanat ve tasarım nesneleri üretiyorum. Takıdan mekânsal yerleştirmelere, mobilya ve aydınlatmadan suluboya ve mürekkep ile iki boyutlu çalışmalara pek çok farklı şey yapıyorum. İstanbul’da doğdum, İTÜ Endüstriyel Tasarım Bölümü ve School of the Art Institute of Chicago (SAIC) Tasarım Nesneleri (Designed Objects) yüksek lisans programlarını tamamladım. Okuldan sonra 3 sene Chicago’da kalıp ders verdim ve endüstride çeşitli firmalarda çalıştım. Şimdilerde ise İstanbul’da kendi stüdyomda sanat çalışmalarımı ve serbest tasarımcı olarak tasarım projelerimi yürütüyorum. Aynı zamanda Medipol Üniversitesi Endüstriyel Tasarım bölümünde yarı zamanlı öğretim görevlisiyim.

Okuduğunuz okulların seçtiğiniz mesleğinizde etkileri nelerdir?
İTÜ’de güçlü bir teknik altyapı, mesleğin endüstrideki uygulamaları üzerine iyi bir eğitim aldım. Ben endüstride yapılan seri üretime uygun projelerden çok, sanat vetasarımın kesiştiği, arkasındaki düşünce ile ön plana çıkan nesnelerle ilgileniyordum. SAIC’te iken, özellikle resim, heykel, performans, sanat ve teknoloji gibi farklı bölümlerle iç içe okumak, çağdaş sanatın yenilikçi örneklerini sürekli olarak deneyimlemek ufkumu çok genişletti.


Eğitim ve kariyer sürecinde ailesinin her açıdan desteğini aldığını da söyleyen genç tasarımcıya bu yolculukta genetik, yetenek ve çalışmanın etkilerini soruyoruz.
Genetik olarak hem matematiksel hem yaratıcı zekânın kesişim bölgesinde bir disiplin. Farklı tasarım disiplinleri farklı yetiler istiyor. Örneğin üç boyutlu düşünebilme, kompozisyon oluşturma, yaratıcı problem çözme gibi. Herkes her şeyi çok iyi yapabilmek zorunda değil, ama kendi tasarım anlayışını ortaya koyabilmek için yeteneklerini keşfetmeli ve onları kullanabileceği alanlara yönlenmeli. Çalışarak pek çok şey öğrenilebiliyor.

Yaratıcılığı besleyen veya ket vuran durumlar nelerdir?
Benim için çağdaş görsel veya sahne sanatları örnekleri görmek, müze gezmek, tarihî mekânlar, yeni şehirler keşfetmek, kurgu metinler ve şiir okumak, müzik dinlemek, felsefe ile ilgili dersler dinlemek çok besleyici oluyor.
Pek çok insan yaratıcılığı kısıtlayanın sınırlar olduğunu düşünür. Aksine! Bence yaratıcılığı kısıtlayan, aslında kendi sınırlarını belirleyememek... Sınırların içerisinde insan hızlıca, çeşitlilikle üretebilir, özgür olabilir. Benim için ortada hiç bir şey yokken sınır çekme yolu tasarımın hikâyesini belirlemektir. Hikâye yoksa hiç bir şey tasarlayamam, anlamsız gelir. Bu hikâye, mitolojik, kurgusal bir hikâye olabileceği gibi yaşadığımız dünyada tasarlayacağım ürünün yerinden kaynaklanan son derece gerçek bir hikâye de olabilir. Örnek verecek olursak, biri bana, “Bir bardak tasarlar mısın?” derse donakalırım. Ama bana “x bir hikâyesindeki şu karakterin kullanacağı bardak nasıldır?” veya “Şu ya da bu marka kimliği için, fiyatı belli bir miktarı geçmeyecek bir ürün tasarlar mısın?” derse benim işim çok daha keyifli, özgür ve kolaydır. Kimi zaman bu sınırları kendim oluştururum, kimi zaman hali hazırda adı konmuş problemler ile uğraşırım.

Bienaldeki çalışmanızın arka planından bahsedebilir misiniz?
Bienalin genelde Avrupa tarafında kalması, Kadıköy ve Moda’nın genç, dinamik ve sanatsever bir kitlesinin olması gibi sebeplerden dolayı Moda Sahili’nde bir proje yapmak istedim. Milattan önce 6. yüzyılda Khalkedon, bugünkü Kadıköy, farklı bir uygarlığa ev sahipliği yapıyordu. Pers bir generalin sözlerine göre Khalkedon “Körler Ülkesi”ydi. Apollon’un tapınağındaki bir kâhin, “Bizans’ın, Körler Ülkesi’nin karşısına kurulacağı” ile ilgili bir kehanette bulunmuştu, bu yüzden bugünkü İstanbul, Avrupa tarafına kurulmuştu.
Peki, kimdi bu Khalkedon’un antik körleri? Bizden farklı bir şekilde, gözleriyle değil, ama çok daha iyi gören bir körler ülkesi hayal ettim. O insanlar yüzyıllar boyu savaşlar sonucu yok olmuş, kadim bir topluluğun mensubuydular, kendi ritüelleri ve inançları vardı. Belki Antik Mısır’ın bilgeliğini Antik Yunan’ın düşünürlerini eğitmek için kullanmışlardı. Astronomi konusunda çok ileri idiler.
İşte bu yarattığım kurguya yavaş yavaş kendimi kandırarak onlar tarafından tasarlanan bir nesne hayal etmeye başladım. Üstüne, bu hayali uygarlığın sahip olduğu bilgeliği onların hayalî dili ile şifreledim. Eğer biraz uğraşırsanız onları bir bilmece çözercesine okuyabilirsiniz.

Covid 19 sürecinde bir Bienal hazırlandı. Bu Bienalin diğerlerinden ne gibi farkı oldu?
Sene başında çok daha farklı, tamamı iç mekânlarda gerçekleşecek bir Bienal tasarlanırken, covid ile bir kısmı dijitale, diğer bir kısmı ise açık alanlara yayıldı. Bienalin tamamı çok kısa bir süre içerisinde baştan tasarlanmak zorundaydı. Gerçekten küratör ve Bienal ekibi çok yoğun bir çalışma içerisinde bu işi başardılar. Pek çok proje kentsel alanlarda çok daha iyi bir sunuma kavuştu. Maalesef bazı eski projeler de iptal olmak durumunda kaldılar. Bienal şimdi daha uzun bir zamana yayıldı.

Teknolojinin bu kadar hızlı gelişmesinin tasarım dünyasına etkileri nelerdir?
Yapay zekâ, makine öğrenmesi, gen modifikasyonları gibi alanları daha iyi takip etmeye çalışıyorum. Bunlar pek çok gündelik işimizi halledecek gibi görünüyor. Aynı zamanda çok daha sıkı denetlenen, hareketlerimizin önceden tahmin edilebileceği ve kolayca manipüle edilebileceğimiz bir çağa da giriş yaptık. Yapay zekâ bize bazı soruların cevaplarını verecek. İnsanlık için önemli bir görevimizin ona doğru soruları sormak olduğuna inanıyorum.
Daha önce işlenmiş suçların mekân ve zamanlarının olduğu bir veri kümesi ile yapay zekâ bir sonraki suçun nerede gerçekleşebileceğini tahmin edebilir. Ancak o suçun engellenmesi için o bölgeye daha çok okul açılması gerektiğini ancak felsefe, ahlak, antropoloji, psikoloji gibi dallardan beslenmiş bir toplum düşünebilir. Biz bu teknolojiyi, olan statükoyu korumak veya sorunları azaltmak için kullanmayı seçeceğiz.
Tasarımcılar eğer bu sistemlerin yalnızca ara yüzlerini, görselliklerini tasarlamakla kalırsa bu biraz sorumsuzca olur. Tasarım dünyası biçim, renk, doku mekanizma, işlev gibi ögeleri düzenleyerek çalışır, ama diğer yandan hizmet ettiği sistemi de sorgulamak ve onun iç elemanlarını yeniden tasarlamakla yükümlüdür. Zaten bu ikisi bence ayrılamaz; yaptığımız her minik ürün tasarımı, onun içinde olduğu dev sistemin bir parçasıdır. Yaptığımız her tasarımla dünyayı ne yönde değiştirdiğimize dikkat etmemiz gerekiyor.

Gelecek için çalışmalarınız planlarınız nelerdir?
Stüdyomda sanat ve tasarım çalışmalarıma devam edeceğim. Uzun süredir üstüne düşmek istediğim karışık medya iki boyutlu işler, şiir ve nesnelerin iç içe olduğu bir projem var, ona yoğunlaşmak istiyorum. Belki pandemiden sonra kendime ufak bir yurt dışı macerası ayarlayabilirim.


* Eli Bensusan’ın İstanbul Tasarım Bienali kapsamında sergilenen “Körlerin Güneş Saati” isimli çalışmasını Moda II. Sahil’de görebilirsiniz.