Klasik Müzik dünyasının önemli isimlerinden Serhan Bali ile Şalom DERGİ için bir araya geldik ve içinde bulunduğumuz sürecin, klasik müzik yazılı basın dünyasını nasıl etkilediğini, klasik müzikseverlerin severek okuduğu Andante Dergisi’nin hikâyesini ve Batıya Yolculuk programının akıbetini konuştuk.
Biraz geriye gidip Andante Dergisi’nden bahsedebilir miyiz?
Andante Dergisi’ni kurmadan evvel, benim farklı alanlarda profesyonel çalışmalarım olmuştu. Bu dergiyle birlikte 2002 yılının ekim ayında müzik yayıncılığına tam anlamıyla başlamış oldum. Önceleri iki ayda bir yayınlanan dergimiz, sonrasında aylık olarak çıkmaya başladı. Son bir buçuk yıldır da derginin, benim dışımda da bir ortağı var artık. Çok yakın arkadaşım Ahu Ünalp, dergide ortağım oldu dergiyi birlikte çıkarıyoruz. Küçük bir ekibiz, malum bağımsız kültür sanat dergiciliği yapıyoruz. Ama çok sevgiyle bağlandığımız bir iş olduğu için zamanımızın hemen hemen tümünü bu işe vererek sürdürmeye çalışıyoruz.
Pandemi süreci sizi nasıl etkiledi?
Belirsizlik bizi de çok zorladı. Hatta dergiler ölüm kalım mücadelesine girdiler ve bir kısmı çıkmamaya başladı. Zaten az dergi kalmıştı. Bu süreç, çok büyük gruplara bağlı ve reklam alabilen dergi dışındakilerin sahneden çekilmesine sebep oldu. Özellikle satış kanalının hareket halinde kalması iyice önem kazandığı için, biz de dijital kanala ağırlık verdik ve dijital abonelik açtık. Artık bir e-dergimiz var.
Bu dergiye geri dönüşler nasıl?
Biz şöyle tasarladık. Hem evinizden dergiye ulaşın, hem de dergimize destek olmuş oluyorsunuz, dedik. Bizim okur kitlemiz biraz duyarlı bir kitle. İş yaptığımız saha böyle. Bizim gibi ihtisaslaşmış dergiler bu işle daha fazla, daha yoğun ilgilenmek isteyen okurlar tarafından takip edildiği için bu çağrımızı tabi ki cevapsız bırakmadılar.
Bu arada İz TV’de yaptığınız Batıya Yolculuk programı devam edecek mi?
Bu program gerçekten çok ilgi aldı. Bizim bu programımızı takip eden kesim bu tip programlara susamış bir kesimdi. 2014-2019 yılları arasında çekildi bu program. Dönem dönem Beinİz kanalında yayınlanıyor. Ancak, benim de birlikte iş yaptığım Şarküteri Prodüksiyonla çalışmama kararı alındı. Ocak 2020’den itibaren de uyduda Habitat isimli yeni bir kanal açıldı. Biz de yavaş yavaş duyuruyoruz. Bürokratik işlemler var hala, lisansı alındı ve test yayınları sürüyor. Şimdi orada çalışmaya başlayacağım. Aslında Batıya Yolculuk tarzı birşey bir süre yapamam pandemiden dolayı, ama bu yeni kanalda muhakkak birşey yapacağız.
İzleyici bu tip programlara susamış bir kitleydi dediniz, tam olarak anlatır mısınız?
Aslında çok geniş bir kitle; açıkçası şaşırdım hatta, böyle büyük bir kitle beklemiyordum. Büyükten kastım klasik müzik çevresini aşan bir büyüklükten bahsediyorum. 80 milyonluk ülkede layıkıyla ilgilenen çok az insan var ve bu halkayı aşabildiğimiz için ilgi gördü. Benim sosyal medya hesaplarıma her hafta çok farklı çevrelerden övücü mesajlar geliyor. Yani kısacası klasik müzik çevresi biraz marjinal bulunduğu için bu çevreye ulaşmak isteyen, gidip görmek isteyen ama gidememiş, kültür sanata duyarlı ve belgesellerle ilgili bir kitle bu daha çok. Bize gelen yorumlar en çok, “Sizin sayenizde dinler olduk” oluyor.
İçeriği neye göre yapıyorsunuz?
Festival odaklı hareket ediyorum genelde. Son 10-15 yıldır yurtdışındaki konserleri takip eden biriyim ve bunların hepsini yazışmalar, davet almalar sonucunda yapabildim, çünkü böyle bir bütçemiz yoktu. Ekibimi de davet ettirerek buradaki çekimleri daha çok yaz ve bazen sonbahar aylarında çekiyorduk. Avrupa bütçe konusunda her zaman titiz ve önden düşünerek davranıyor. Kısacası içerik anlamında veri çok ama her zaman kolaylıkla gerçekleştiremiyoruz.
Bir de Kitapkurdu Yayıneviniz var. Önümüzdeki günler için belirlediğiniz politikayı öğrenebilir miyiz?
Yayınevleri açısından da biraz şanssız bir döneme girdik maalesef. Çıkartmak istediğimiz kitapların bir yayınlama süresi var ve onları çıkarmamız gerek. Sürdürebileceğimiz yere kadar sürdüreceğiz. Yayınevi bilinci kanınıza girdiğinde çıkmıyor.
“Ruhu Uyandırmak” isimli bir kitabınız da çıktı değil mi?
İlk kitabımız olduğu için duyurmakta yetersiz kaldık. Andrew Schulman’ın bu kitabı Ebru Kılıç tarafından çevrildi. Bir müzisyenin bedeni, zihni ve ruhu iyileştirme yolculuğu hakkında. New York City’deki Beth Israel Hastanesi’nin Cerrahi Yoğun Bakım Ünitesi’nde yerleşik müzisyen olarak görev yapan Andrew Schulman bu kitabında, ölümün pençesinden müzik sayesinde kurtulmasının ardından kritik durumdaki hastaları müziğiyle tedavi etmekte uzmanlaşan bir adamın mucizevi öyküsünü anlatıyor.
Sırada yeni müzik kitapları var mı?
Bizim yayınevimizin, sadece müzik alanında değil, geniş bir yelpazesi var. Ama biz de tek bir alana odaklanmayı planlıyoruz bir süredir. Müzik yayını olarak Mozart in the Jungle çıkarmıştık. Rafta bekleyenler arasında iki kitabımız daha var. Biri meşhur caz yazarı Ted Gioia’ın “How To Listen Jazz”ı. Oxford’dan çıkan ödüllü bir kitap. Diğeri de “Who Knew”. Bu kitapta da öğrenmek istediğiniz ama sormaya cesaret edemediğiniz bilgiler mevcut.
Okuyucu genelde referans niteliğindeki kitapları seviyor. Mesela Edward Said’in hayatı boyunca yazdığı müzik ve eleştirileri-yazılarını içeren bir kitabımız var çıkmayı bekleyen. Özetle müzik kitapları benim masamda, zihnimde beni hep meşgul ediyor.