Pandeminin tırmanmasıyla sinemalar kapandı. Sinemaya gitme alışkanlığı olmayanlar dahi bu karantina döneminde evlerinde Digitürk, NETFLIX, MUBİ’den veya teknolojik yöntemlerle bilgisayar ve tabletlerden her gün film izliyorlar. Ben Covid 19 öncesi basın ön gösterimlerinde, günde bir film izlerken, pandemide online (çevrimiçi) gösterimleriyle daha fazla film izliyorum.
Bu yazımda ilginç bulduğum üç yeni filmden ve Maradona ile ilgili bir anımdan bahsedeceğim.
Yılın en iyi filmlerinden biri
Tahran doğumlu senaryo yazarı-yönetmen-yapımcı Massoud Bakshi belgesellerin ardından yaptığı dördüncü uzun metrajlı filmi “En Uzun Gece / Yalda, A Nigth For Forgivness”, pandemi döneminde izlediğim filmlerin en kalitelisi. İran adalet mekanizmasına hâkim olan şeriat mahkemelerinin gücünü, Altın Ayı ve Yabancı Dilde En İyi Film Oscar ödüllerinin sahibi Asghar Ferhadi’nin “Bir Ayrılık / A Separation” (2011) filminde izlemiştik. İran’ın şaşırtıcı bir şeriat kanununa odaklanan, Sundance Film Festivali Jüri Büyük Ödülü sahibi “En Uzun Gece”, ilginç konusu, ilgiyi sürekli ayakta tutan sağlam mizanseni ve başarılı oyuncu kadrosuyla övgüyü hak eden bir film.
Şeriat kanunları, din, sınıf farklılıkları, medyanın gücü, çocuk yaştaki evlilikler, proletaryanın çaresizliği, kürtaj, sınıf atlama gibi güçlü temaları otopsi masasına yatıran film, eleştirel ama dürüst tavrıyla övgüyü hak ediyor. Sinemada fazla deneyimi olmayan genç yönetmen Massoud Bakshi (48) iki kadının televizyondaki canlı yayındaki söz düellosunu aktarırken, gerilim temposunu sürekli ayakta tutmadaki başarısıyla dikkati çekiyor. Bir tenis maçı heyecanıyla izlenen, temposu hiç düşmeyen filmde, Bakshi’nin sağlam sinematografisi ve oyuncu yönetmedeki başarısı da övgüye layık.
65 yaşındaki kocası Nasser’i kazayla öldürme suçundan idama mahkûm edilen 22 yaşındaki Maryam’ın tek şansı Nasser’in kızı Mona tarafından canlı yayınlanan popüler bir televizyon programında affedilmesidir. Yılda bir kez yapılan bu program İran’da gerçekte vardır ve bu film, İran’da kadının konumunu, adaleti ve masumiyet kavramını sorgulamaktadır. Maryam babasının yanında şoför olarak çalıştığı Nasser’den babasının ölümümden sonra maddi ve manevi destek almıştır. Sonraları çocuk yapmamak şartıyla kendisiyle bir muta evliliği yapmıştır. Hamile kalınca çıkan tartışma sırasında kocasını kazara yaralar, ambülans çağıracağı yerde panik içinde olay yerinden kaçınca onun ölümüne sebep olur. Doğum sırasında oğlunu kaybetmiş ardından hapse girmiştir.
Şeri kanunlara göre Maryam’ın ödemesi gereken kan parasını TV programının sponsoru üstlenecektir. İkili oynayan program yapımcısı reyting kaygısıyla iki kadın arasındaki tartışmayı alevlendirir. SMS’lerle gelen izleyici tercihleri Maryam’ın affedilmesinden yanadır. Bir sürpriz Mona’yı vereceği hayati kararda tereddüde sokar... Filmin üç kadın oyuncusu inandırıcı performanslar çıkarırken, Asghar Ferhadi’nin fetiş oyuncusu Babak Karimi program yapımcısı rolünde her zamanki gibi çok iyi. Ferhadi’nin “Bir Ayrılık”, “Satıcı” ve “Geçmiş”ten hatırladığımız Babak’ı son olarak Edoardo Ponti’nin “Onca Yoksulluk Varken” filminde Sophia Loren ile birlikte izledik.
Dünya vatandaşı bir yönetmen
Agnieszka Holland’ın Oscar adayı son filmi “Şarlatan / Charlatan” Suç ve Ceza Festivalinde online olarak gösterildi. 1887 ile 1973 yılları arasında yaşayan, bitkisel tedavi uzmanı Jan Mikolášek’in gerçek hayat öyküsünü perdeye taşıyan film, idrar tahlilleri ile başarılı ve isabetli teşhisler koyan bu sıra dışı şifacıyı odağına alıyor. Aralarında Hitler’in özel sekreteri Martin Bormann, Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Antonín Zápotocký’nin de bulunduğu Nazi ve Komünist rejimin ünlülerini tedavi eden bu alternatif tıp uzmanı, savaş sonrasında baskıcı Stalin döneminde başı derde girmiş, tutuklanmış, hapis yatmıştı. Film Mikolášek’in asistanı Frantisek ile eşcinsel bir ilişki yaşadığı varsayımıyla, bu kurmaca karakter aracılığıyla öyküye renk katıyor. Mikolášek’i canlandıran Ivan Trojan ve gençlik yıllarını oynayan öz oğlu Josef’in olağanüstü performansları, Agnieszka Holland’ın öykü anlatmadaki bilinen becerisi, bu son yarım saati nefes kesici filmin artıları.
72 yaşındaki ünlü Polonyalı Yahudi yazar-yönetmen Agnieszka Holland bir dünya vatandaşı. Ülkesi dışında Fransa ve Amerika’da yaşamını sürdürüyor. Krzysztof Kieślowski’nin asistanı olarak başladığı sinema kariyerinde bu yönetmenin başyapıtı “Üç Renk” trilojisinin ve Andrzej Wajda’nın filmlerinin senaryolarını yazdı. Sosyolog ve gazeteci, Polonyalı komünist militan Henryk Holland’ın kızı olan Agnieszka Holland II. Dünya Savaşı sırasında ailesinin bir kısmını Nazi kamplarında kaybetti. Kardeşi Magdelena Rybczynska da bir sinemacıdır. Agnieszka Holland’ın Oscar adayı filmi “Karanlıkta Kalanlar / In Darkness”te Gestaponun eline geçmemek için lağımlara sığınmaktan başka çareleri olmayan bir grup Yahudi’nin öyküsünü anlatmıştı.
10. Suç Ve Ceza Film Festivali’nin Onur Ödülü’ne layık görülen Agnieszka Holland zoom aracılığıyla, festivalin Altın Terazi Uzun Metraj jürisinde yer alan Alin Taşçıyan ile bir söyleşi yaptı. Alçak gönüllülüğüyle, engin sinema bilgisi, sakin üslubuyla soruların tümüne doyurucu cevaplar vermesiyle takdir toplayan yönetmeni izlerken, kendisinin iyi bir sanatçı olmasının yanı sıra, hümanist yaklaşımlı iyi bir insan da olduğu kanaatine vardım.
Kaliteli bir İsrail filmi
979 Minsk doğumlu senaryo yazarı- yönetmen Evgeny Ruman’ın 39. İstanbul Film Festivali online gösterim programında yer alan 5. uzun metrajlı filmi “Altın Sesler / Golden Voices / Kolot Reka” İsrail’e aliya yapan göçmenlerin hayatına ve adaptasyon sürecine odaklanıyor. 11 yaşındayken ailesiyle birlikte İsrail’e göç eden Ruman, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra geleceklerini İsrail’de arayan sanatçı bir çift üzerinden sevimli bir komedi yapmış. Ülkelerinde yıllarca Batıdan gelen filmleri Rus seyircisi için seslendiren bu dublaj sanatçısı Frenkel çifti göç ettikleri ülkede, hayatları boyunca kendilerine pek çok kapı açan o özel ses tonlarının burada pek işe yaramayacağını keşfediyorlar. Göç etmenin duygusal yükü omuzlarına giderek daha fazla bindikçe, İsrail’de yaşamayı düşündükleri hayat tasavvuru ve sarsılmaz olduğunu düşündükleri birliktelikleri yara alıyor. Gençlerin bile iş bulmakta zorlandıkları günümüzde, 60’lı yaşlardaki kahramanlarımızın yaşadığı düş kırıklığını film insancıl bir tonla işliyor.
Yaşanmışlık kokan senaryosuyla, Evgeny Ruman ince bir mizah duygusundan güç alan ve insanın içini acıtan bir hikâye anlatıyor. Sovyetler Birliğindeki kariyerindeki parlak günlerinde filmlerini Rusça seslendirdiği, hayranı olduğu Moskova Film Festivaline gelen Federico Fellini’yle tanışan, kendisiyle çektirdiği fotoğrafı iftiharla yanında taşıyan Viktor Frenkel (Vladimir Friedman) İsrail’de şanına yakışan bir iş bulamayınca, merdiven altı bir ev sineması dükkânında boğaz tokluğuna Rusça dublaj yapıyor. Bu illegal iş yerini polis basınca Viktor kendini yine işsiz buluyor. Karısı Raya’nın bulabildiği tek iş, erotik telefon hatlarını arayan erkeklerle seksi sesiyle yalnızlıklarını unutturacak sohbetlerde bulunmak. Yaptığı işten utandığı için Viktor’a telefonla kozmetik ürünleri sattığını söyler. Viktor karısının kendisine hayatının ilk yalanını söylediğini öğrenince evi terk eder. Yalnız kalan Raya’nın kendisini bir tek kez görmek isteyen hayranının randevusunu kabul ettiği sekans filmin en duygusal bölümü. “Altın Sesler”, her yıl film festivalleri aracılığıyla sesini duyuran, ödüller kazanan İsrail sinemasını 39. İstanbul Festivalinde başarılı bir şekilde temsil etti.
Bir Maradona anısı
2008 Cannes Film Festivaline damgasını vuran kişi bir sinema adamı değil bir futbolcuydu. Bu festivalden 2 Altın Palmiye Ödülü kazanan Emir Kusturica dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü 2 futbolcusundan biri olan Diego Maradona hakkında bir film yapmıştı. “Emir Gözüyle Maradona / Maradona By Kusturica” yarışma dışı olarak gösterildiği gün Croisette’te tam anlamıyla bir Arjantin fırtınası esti. Festival yönetimi geleneksel galalara smokin ile katılma mecburiyetini kaldırdı. Arjantin’den o gün uçak dolusu gelen Maradona fanatikleri ve filmin Arjantin delegasyonu galaya Arjantin milli takımının giydiği mavi- beyaz formayla geldiler.
Diego Maradona kırmızı halıyı müthiş bir tezahürat içinde, iki kolunda kızları Alma ve Janina ile kat etti. Festival Sarayına çıkan merdivenlerin başında Emir Kusturica onlara katıldı. Uzatılan top ile Maradona hünerini konuşturdu, pas verdiği, futbolculuğuyla da tanınan Kusturica, top sıçratmadaki becerisini sergileyip gösterisini müthiş bir voleyle bitirdi. Filmin basın konferansında müthiş bir izdiham yaşandı. Foto muhabirlerinin hücumundan sonra en ünlü film eleştirmenleri Maradona’dan imza almak için kuyruğa girdi. Benim zar zor ayakta bir yer bulduğum basın konferansında ünlü futbolcuya sorulan soruların çoğu politika üzerineydi. Silah gücüyle dünya polisliğine soyunan ABD’ye antipatisini dile getiren ünlü futbolcu, uyuşturucu bağımlılığı ve ve ailevi sorunlarıyla ilgili sorulara sinirlenmeden cevaplandırdı. Sağ kolunda Che, sol baldırında Fidel dövmesi bulunan Maradona’yı, filmde Sırp yönetmen Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro’ya ve Venezüella Başkanı Hugo Chavez’e soruyor.