Bu yazımda her sinemaseverin Amerikan draması konulu, görmesi gereken 10 filmin listesini yapmaya çalıştım. Filmlerin en eskisi 1939, en yenisi 1996 tarihli. Çoğu içerdikleri bazı özellikleriyle sinema tarihinde yer almaya hak kazanmışlar. Son 30 yılın en iyi filmi olduğuna inandığım “Ucuz Roman” ile başlayalım.
Quentin Tarantino’nun popüler kültürle bezeli, özgün, yaratıcı, cüretkâr, yenilikçi kara komedisi “Ucuz Roman” kariyerinin en önemli başyapıtı. Kurgu dalında sinema tarihinde ihtilal yapan bu filmde Quentin Tarantino, kronolojik sıraya uymayan kurgusuyla, hikâyesindeki puzzle’ın parçalarını birleştirmeyi izleyicisine bırakmıştır. Konusunu yeraltı dünyasından alan filmin kahramanları, birbirlerine âşık iki soyguncu, iki kaşarlanmış tetikçi gangster, emrinde çalıştıkları azılı gangster şefi ve güzel karısı ile cesur bir boksör. Müstakil öykücükler olarak izlediğimiz bu ilginç ve renkli karakterler resmigeçidinin özelliği, bu öykülerin aslında birbirlerine göbekten bağlı olmalarıdır. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan bu kült film, Tarantino’yu (Roger Avary ile birlikte) En İyi Özgün Senaryo Oscar Ödülünün sahibi yapmıştı. Sinema tahsili yapmayan, eğitimsiz Quentin Tarantino’yu sinemanın “harika çocuğu” yapan en önemli film “Ucuz Roman”da Tarantino, “Kill Bill”in iki bölümünde de oynattığı Uma Thurman’dan en iyi verimi alan yönetmen olmuştur.
“Taksi Şoförü” bana göre yaşayan yönetmenlerin en büyüğü olan Martin Scorsese’in parlak kariyerinin en iyi filmidir. Sinema tarihinin kilometre taşı önemindeki film, sinema dünyasına damgasını vuracak üç sanatçıyı gün ışığına çıkardı: Scorsese, sinemanın en büyük karakter oyuncusu Robert de Niro ve sonraları ünlü bir yönetmen olacak filmin senaryo yazarı Paul Schrader. Vietnam Savaşı’nın travmasını üstünden atamamış, akli dengesini yitirmek üzere olan, kimsesiz, asosyal, psikopat New York’lu taksi şoförü Travis Bickle, sinema tarihinin en renkli karakterleri arasında yerini aldı. Bu karakter, paranoya ve yalnızlık pençesinde kıvranan, savaşın travmasını üstünden atamamış askerlerin sinemada yazılmış en etkileyici portresidir. Travis’in çocuk yaştaki fahişe Iris’i (Jodie Foster) kurtarmaya giderken aynanın karşısına geçip: “You Talking To Me? / Benimle mi Konuşuyorsun?” monoloğu artık sinema tarihinin arşivlerinde yer alıyor. Scorsese, bu anti-kahramanının üzerinden bizleri Manhattan’da cehennemi bir yolculuğa götürmüştü.
3 - FARGO (1996)
Bağımsız sinemanın önde gelen temsilcileri, Amerikan sinemasının yüz akı yazar-yönetmenleri Joel - Ethan Coen’in en önemli filmleri “Fargo” kendilerine En İyi Orijinal Oscar Ödülünü getirirken, ağabey Joel’in eşi ve fetiş oyuncusu Frances McDormand’a En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar kazandırmıştı. Filmin senaryosunu yazarken 1987’de Minnesota’da yaşanan gerçek bir olaydan esinlenen Coen Kardeşler, filmin konusunu farklı vakaları bir araya getirerek oluşturduklarını söylediler. Coen’lerin doğum yeri Minnesota’nın kış aylarının dondurucu ikliminde geçen film, zengin kayınpederinin yanında araba satıcısı olarak çalışan, paragöz, beceriksiz Jerry’nin, mali sorunlarını çözmek için iki karanlık adama karısını fidye için kaçırma işini vermesiyle başlar. Fidye olayında işler planlandığı gibi gelişmez, kan gövdeyi götürür. İşlenen cinayetlerin sırrını çözen, suçluları yakalayan, karnı burnunda dedektif rolündeki Frances McDormand’ın harikalar yarattığı bu suç ve gerilim filmi, Coen’lerin en ürpertici yapıtı sayılır.
Yönetmen Michael Cimino’nun da aralarında bulunduğu 4 kişilik bir senaryo ekibinin elinden çıkma “Avcı”, bir grup Rus kökenli Amerikalı çelik işçisinin ve ailelerinin hayatını anlatır. Erich Maria Remarque’ın benzer konulu bir eserinden esinlenen film, 6 arkadaşın hayatını 3 bölüm halinde anlatır. Pensilvanya’daki hayatlarını, Vietnam Savaşı’nda yaşadıkları ve savaş sonrası travması. Michael Cimino’nun kariyerindeki bu en parlak film, Vietnam’da bir batakhanede Rus ruleti oynamaya mecbur edilen Christopher Walken’in dramatik sekansıyla akıllara kazındı. ABD’nin Vietnam’da yaşadığı bozgun üzerine ülkenin aldığı yanlış kararları eleştiren film, savaşın dehşetini ve savaşın askerler üzerinde bıraktığı yıkıcı tahribatı gözler önüne sermekte çok başarılı. “Avcı” görkemli bir oyuncu kadrosuyla da öne çıkıyordu: Robert De Niro, Meryl Streep, Christopher Walken, John Savage. Michael Camino’ya En İyi Yönetmen Oscar’ını getiren “Avcı”, aralarında En İyi Film’in de bulunduğu, toplam 5 Oscar Ödülünün sahibi olmuştu.
Ken Kesey’in aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan “Guguk Kuşu”, akıl hastası numarası yaparak, önlemleri daha az olan bir akıl hastanesine sevk edilmeyi başaran bir mahkûmu merkezine alıyor. Kaçma planı yapan, bu planı uygulamaya geçirmek için fırsat kollayan bu mahkûm, diğer hastalarla farklı bir diyalog kuruyor. Geldiği günden itibaren akıl hastanesinin disiplin ve düzenini bozan bu mahkûm, hastanenin deneyimli ve otoriter başhemşiresiyle büyük sorunlar yaşıyor. Başhemşire asayişi sağlamak için bütün tedbirleri uyguluyor. Macar yönetmen Miloš Forman’ın ülkesinde sağladığı büyük başarıların ardından başlayan parlak Hollywood kariyerinin bu ilk filmi, kendisinin en önemli başyapıtı oldu. Film, En İyi Film, En İyi Senaryo dâhil 5 Oscar kazandı. Sinema tarihinin en ünlü performanslarından birini çıkaran Jack Nicholson bu filmle oyunculukta adeta bir destan yazdı. Ken Kesey’in romanı ülkemizde tiyatro oyunu olarak Kenterler’de “Kuş Uçtu” adıyla oynandı.
6 - RÜZGÂR GİBİ GEÇTİ / GONE WITH THE WIND (1939)
Margaret Mitchell’in 1936 tarihli aynı adlı ırmak-romanından alınan filmin yönetmeni olarak Oscar Ödülü alan Victor Fleming’in iki ünlü yardımcısı da vardı: George Cukor ve Sam Wood. Film bir Onur Oscar’ı dâhil 10 Oscar kazandı. Hattie McDaniel Oscar tarihinin ilk Afrikalı-Amerikan siyahi Oscar sahibi oyuncu sıfatını bu filmle kazandı. Tüm zamanların en ünlü filmi olarak anılan “Rüzgâr Gibi Geçti”nin yenilenmiş kopyasını bir Cannes Festivali’nde izleme şansına sahip olmuştum. Amerikan Sivil Savaşı arifesinde Georgia’nın kırsalında başlayan öyküsüyle film, İrlanda göçmeni bir ailenin kızı olan Scarlett’in (Vivien Leigh) gönlünü Rhett Butler’a (Clark Gable) kaptırmasını anlatır. Sivil Savaş’ın gölgesinde yaşanan, çok kahramanlı bir aşk hikâyesini konu alan efsanevi film hem dönemin Amerika’sını hem de aşk halleri üzerine önemli şeyler söylüyor. Bu duygusal fresk, kalbi kırık Scarlett O’Hara ve ikonik Rhett Buttler’ı oynayan Vivien Leigh ve Clark Gable’ın isimlerini sinema tarihinin arşivlerine altın harflerle yazdırıyor.
Mario Puzo’nun romanı ve Francis Ford Coppola ile birlikte senaryosunu yazdığı “Baba”, destansı öyküsüyle edebiyatın ve sinema sanatının en ünlü mafya öyküsüdür. Kullanıcı oyları temel alındığı IMDb’nin En İyi 250 Film listesinde 2. sıradadır. “Vaftiz babası” anlamına gelen “The Godfather” 1950’li yıllarda New York’ta yaşayan İtalyan kökenli geniş bir ailenin kan ve ihtiras dolu öyküsünü anlatır. Mafya ve şiddet kültürünü yücelteceğini ve kendi İtalyan (Sicilyalı) geçmişini yansıtacağını düşündüğü için Francis Ford Coppola’nın “Baba”yı yapma konusunda çekinceleri vardı. Irmak-romanın yazarı Mario Puzo’nun iş birliğiyle yazdığı senaryo, En İyi Senaryo dalında Oscar kazanınca ve film gişede müthiş bir başarıya ulaşınca, Francis Ford Coppola 1974 ve 1990 yıllarında “Baba”nın 2. ve 3. bölümlerini yaptı. “Devam Filmleri” geleneğine uyarak bu iki bölüm 1972 tarihli ilk bölüm kadar ilgi toplamadı. Muhteşem bir oyuncu kadrosunu bir araya getiren “Baba”da (En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ını kazanan) Marlon Brando bu filmdeki görkemli performansıyla sinema tarihinin en ünlü mafya şefi oldu. Al Pacino, Diane Keaton, James Caan, Robert Duvall filmde kendisine eşlik ettiler. Film 11 adaylıktan üçünü ödüle çevirirken yılın En İyi Film Oscar’ını kazandı.
Orson Welles’in henüz 25 yaşındayken senaryo yazılımına katıldığı, yönettiği ve başrolünü üstlendiği “Yurttaş Kane” birçok eleştirmen tarafından sinema tarihinin en iyi filmi olarak kabul edilmiştir. Amerikan Film Enstitüsü tarafından “Tüm Zamanların En İyi Amerikan Filmi” seçilmiş “Yurttaş Kane”, İngiliz Film Enstitüsü’nün yaptığı ankette de yönetmenlerce ve eleştirmenlerce “Tüm Zamanların En İyi Filmi ünvanına layık görülmüştür. 1941’de gösterime giren film sinema sanatının tekniğine (kurgu, makyaj, kadraj) getirdiği yenilikçi katkılarıyla öne çıkmıştı. Filmde genç bir gazeteci, gizemli medya imparatoru Kane’in vefat ettiğinde sarf ettiği son sözcük olan “Rosebud” isminin anlamını çözmek için, bu renkli kişiliğin yakınlarıyla temas kurarak Kane’in geçmişine tanık olmamızı sağlamaktadır. O. Welles’in canlandırdığı Kane’in Amerikalı medya patronu William Randolph Hearst ile ortak değerlere sahip olması çok konuşuldu. Bu karakter yalnız, kibirli, güçlü olduğunu hissettiğinde kaba, gizemli ve etrafına duvarlar ören biriydi. Filmde iktidarın doğası, siyaset, Amerikan rüyası, medya ve halkla ilişkiler temaları işleniyordu. Film Oscar’daki 9 adaylığının birini (En İyi Orijinal Senaryo) ödüle çevirebilmişti.
“Esaretin Bedeli”, kullanıcı oyları temel alındığında IMDb’nin “En İyi 250 Film” sıralamasında, “Baba”yı tahtından indirerek birinci sıraya yükselmiş bir dram filmidir. Stephen King’in “Rita Hayworth ve Shawshank’ın Kefareti” adlı romanından yazarı ve Frank Darabont tarafından senaryosu yazılan film iki mahkûmun öyküsünü anlatır. 1947’de geçen konusuyla film, karısını ve metresini öldürmekle suçlanan, yargılanıp ömür boyu hapis cezasına çarptırılan genç, başarılı banker Andy’nin, Shawshank Hapishanesi’nde yolunun Red ile kesişmesini anlatır. Burada dayak, işkence, tecavüz yaşanmakta, gardiyanlar da mahkûmlar kadar yolsuzluğa karışmaktadır. Filmin iki kahramanı ise hayata bağlı, iyimser kişilerdir. Film, sinemanın en ünlü firar öykülerinden birini anlatır. Tim Robbins ve Morgan Freeman’ın kariyerlerinin en parlak ve en bilinen rollerinden birini canlandırdıkları film, Oscar’larda büyük hüsran yaşadı. Film 7 adaylıktan ödül çıkaramadı. Yazar-yönetmen-yapımcı, Macar kökenli Frank Darabont 1956 Macar İhtilali’nden kaçan bir ailenin oğlu olarak 1959’da Fransa’da bir göçmen kampında doğdu.
10 - 12 ÖFKELİ ADAM / TWELVE ANGRY MEN (1957)
Sidney Lumet’in parlak sinema kariyerinin ilk filmi olan “12 Öfkeli Adam” başyapıtı, belki de sanatçının en iyi filmidir. Reginald Rose’un aynı adlı tiyatro oyunundan kendi yazdığı senaryoyu, Lumet, gerilim temposu hiç düşmeyen bir atmosfer içinde anlatmıştır. Süresinin tamamı sabit bir mekânda geçen bir konuyu S. Lumet bir polisiye film temposu içinde anlatmayı başarmıştır. Genç yönetmen, dram unsurunu daha iyi yansıttığını düşünerek filmi siyah-beyaz çekti. Kendisi de kasıtsız bir adam öldürme davasında jüri üyeliği yapmış Reginald Rose, bizleri karar için toplanan bir jüri heyetinin odasına götürüyor. Babasını öldürmekle suçlanan bir gençle ilgili karar vermekle yükümlü 12 kişilik jüri sanığı suçlu bulduğu takdirde, hâkim idam kararını okuyacaktır. Bir tek 8 no.lu jüri üyesi “suçsuz” hükmü yönünde oy vermiştir. Film bu üyenin diğer 11 kişiyi şüphelinin suçsuz olduğu konusunda ikna etme çabalarını anlatır. “12 Öfkeli Adam” Henry Fonda’nın 2 Oscar ve 2 Altın Küre ile taçlandırılan 120 filmlik kariyerinin en çok akıllarda kalanıdır.