New York’ta bir Mart günü, hem şehrin soğuk rüzgârından kaçmak hem de ucuza birkaç kitap almak için kendimi bir sahafın içine attım. Binlerce kitabın arasında rüyada gibi dolaşırken, kendimi “Doğu Felsefesi” bölümünde buldum. O zamanlar Doğu dinlerine merakım yeni başlamıştı ve tam anlamıyla bilgiye açtım. Onca kitap arasından bir tanesi ilgimi çekti. Ufak, eskimiş, kâğıttan kapaklı (hâlâ kitabı açarken kapağını yırtmaktan korkuyorum), raftaki kalın ansiklopedilerin yanında kitaptan çok günlüğe benzeyen sade ve mütevazı bir kitap... Gözüme çarpan bu kitap, 1959 senesinde basılmış bir Zen koan’ları kitabıydı. Dört, beş dolar verip, kitap elimde, soğuğa geri döndüm.

Olağandaki kutsallık
Spiritüelliğin ve dinin en sevdiğim yanı, olağandaki kutsallığı bulmalarıdır. Bu anımın benim için özel olmasının nedeni de budur zaten, doğru tavırla bakıldığında sahaftan kitap satın almak bile kutsaldır. Olağandaki kutsallığı bulmayı en iyi beceren dinlerden biri şüphesiz ki, Zen Budizm’dir.
Zen, Çin’de oluşan Mahayana Budizm’den çıkan bir düşüncedir; Mahayana ile yine bir Çin felsefesi olan Taoizm’in bir tür harmanı gibidir. Zen, Çin’de “Chan Budizm” ismiyle başlamıştır ve bir süre sonra Kore, Vietnam ve Japonya’ya yayılmıştır. Bugün bildiğimiz haliyle Zen, Chan Budizm’in Japonya’ya geldikten sonra büründüğü halidir.


Zen Budizm
Zen Budizm’in Batı dünyasında popülerliğinin artışı 1950’lerin sonunda başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya’daki Amerikan askerleri Zen ile tanışır ve savaşın bitmesiyle ülkelerine dönen askerler sayesinde Zen Amerika’da yayılmaya başlar.
D.T. Suzuki ve Alan Watts gibi düşünürler kitaplarıyla Zen’e olan ilgiyi arttırır. Nazi Almanya’sından kaçan ve Amerika’ya yerleşen psikanalist Erich FrommPsikanaliz ve Zen” isimli kitabıyla Batı ve Doğu felsefelerini bir araya getirir. Jack Kerouac, Alan Ginsberg, J.D. Salinger gibi yazarlar 1950’lerin sonunda yazdıkları kitaplar ile Zen Budizm’i popüler kültüre yerleştirmeyi başarırlar. 1959 basımı kitabım da bu anlamda gerçekten çok önemlidir, belki de Batı’yı Zen Budizm’le tanıştıran ilk kitaplardandır.

Diğer dinlerden farkı
Zen Budizm’i dünyadaki diğer çoğu dinden ayırt eden bir özelliği büyük kozmolojileri olmamasıdır. Zen’in öğretilerinde evrenin yaratıcısı varlıklar, büyük tufanlar, sekiz kollu tanrılar yoktur. Bunun yanında, metinlere ve doktrinlere de diğer dinler kadar bağlı değildir, gerçek bilginin yazılanlardan değil tecrübeden ve deneyimden geldiğini öğretir.
Zen’in öğretileri disiplin ve meditasyon pratiği üzerine kurulmuştur, burada amaç zihnin ve evrenin gerçek doğasını keşfetmektir.

Zen felsefesi
Zen felsefesini üç bölümde anlayabiliriz: doğru pratik, doğru tutum ve doğru kavrayış.
Doğru pratik oldukça sadedir, disiplinli bir şekilde her gün meditasyona oturmak gerekir. Oturduğumuzda yapmamız gereken tek şey nefes almaktır. Zihnimizde bir sahilde yürüdüğümüzü canlandırmamıza, dualar okumamıza, bedenimizi farklı pozisyonlara sokmamıza gerek yoktur, sadece nefes almamız yeterlidir.
Doğru tutum, pratiği de etkiler. Zen’de disiplinli bir tutum çok önemlidir, hayatımızda ne olursa olsun her gün meditasyona oturmak gerekir. Doğru tutum hem meditasyon sırasında hem de gündelik hayatımızda spontane olmamız, kendimizi özgürce ifade etmemiz gerektiğini öğretir. Gerçek doğamız sadece böyle ortaya çıkabilir.
Doğru kavrayışa göre gerçek doğamızı aklımızla kavrayamayız, deneyimlememiz gerekir. Hakiki anlayış pratiktedir.



Zen’de aydınlanma (satori)
Zen’de aydınlanma (Japoncası satori) mantık dışıdır, açıklanamazdır, sadece sezgiseldir. Satori’ye ulaştığımızda çevremizdeki dünyanın ötesini, hakiki, sonsuz ve mutlak evreni görebiliriz. Satori’de kendi benliğimizi kaybedip Birliğin bir parçası haline geliriz. Dünyadaki canlı veya cansız her şeyin bu mutlak varoluşun bir parçası olduğunu, yani özünde kutsal olduğunu görürüz.
Bu farkındalık gündelik hayatlarımıza yeni bir özgürlükle devam etmemizi sağlar. Çünkü artık yaptığımız en küçük, en önemsiz işin bile bu mutlak sonsuzluğun bir parçası olduğunu biliriz. Yani, aydınlanma hem mutlak bir farkındalıktır hem de olağanın içindedir. Örneğin, bir Zen sözü şöyle der, “Aydınlanmadan önce odun kes, su taşı, aydınlandıktan sonra odun kes, su taşı.” Buna benzer olarak Zen ustası D.T. Suzuki’ye aydınlanmanın nasıl bir his olduğu sorulduğunda şöyle cevap verir, “Aydınlanma her günkü bilinç gibidir ama yerden beş santim yukarıdadır.”

Koan okumaları
Yukarıda belirttiğim gibi, Zen’de hakiki anlayış pratiktedir. Zen pratiğinin önemli bir parçası koan okumalarıdır. Koan, kısa bir hikâye, fıkra, diyalog, soru veya söz olabilir. Koan’lar çoğu zaman mantık dışıdır, anlaşılmazdır. Koan okumalarının temel amacı Zen öğrencilerini şüpheye düşürmektir.
Yukarıda bahsettiğim üzere Zen Budizm’de doğru kavrayış akla dayanmaz, yani gerçek doğamızı rasyonel mantık çerçevesinde kavrayamayız. Koan’ların amacı da öğrencileri rasyonel bir bakış açısından çıkarmak, kafalarını karıştırmak, böylece de doğru kavrayışa, son olarak da satori’ye yaklaştırmaktır.
Popüler kültürde koan’lar anlaşılamaz ve anlamsız, absürt sözler olarak bilinir. Fakat Zen pratiği içinde bu doğru değildir, bir usta öğrencisine bir koan hakkında soru sorduğunda öğrenicinin üzerine düşünmesini ve gerçek bir cevap vermesini bekler. Koan’lar üzerine sürekli düşünmek gerçek doğamızı açığa çıkarmamızı sağlar. 

En sevdiğim koan’lar
Yazımın başında bahsettiğim kitabımdan en sevdiğim koan’ları paylaşmak ve satori, birlik, mutlak farkındalık ve mantık dışılık gibi temaların nasıl anlatıldığını göstermek istiyorum. “Öğrenci Tokusan, konuşmak ve dinlemek için akşamları usta Ryutan’a giderdi. Bir gece soruları bittiğinde çok geç olmuştu. ‘Neden yatmaya gitmiyorsun?’ diye sordu Ryutan. Tokusan eğildi ve dışarı çıkmak için kapıyı açtı. ‘Dışarısı çok karanlık’ dedi. ‘Bu mumu al’ dedi Ryutan, ve öğrenciye bir mum yaktı. Tokusan elini uzattı ve mumu aldı. Ryutan öne eğildi ve mumu üfleyerek söndürdü.”
Bu, tipik bir koan hikâyesidir. Bir öğrenci ve ustanın diyaloğuna şahit oluruz ve hikâye ustanın yaptığı mantık dışı, absürt bir hareket veya sözle bir anda sona erer. Usta ilk başta mumu verip sonra söndürerek ne demek istemiştir? Dışarının karanlığını aydınlatmak için, yani varoluşun gizemini anlamak için mum ışığına, yani bilgiye, zekâya, teknolojiye ihtiyaç yoktur. Karanlıkta yolumuzu bulmak için sezgilerimiz yeterlidir. Mutlak varoluş da ancak sezgisel bir şekilde anlaşılabilir.
“Usta Shuzan bastonunu kaldırıp keşişlerinin önünde salladı. ‘Eğer buna baston derseniz’ dedi, ‘onun sonsuz hakikatini inkâr etmiş olursunuz. Eğer buna baston demezseniz onun şu andaki durumunu inkâr etmiş olursunuz. O zaman söyleyin bana, buna ne dememiz lazım?”
Zen’de canlı, cansız her şey sonsuzluğun, evrenin, Buda’nın bir parçasıdır. Yani bastona baston demek kutsallığını görmemektir. Fakat, aynı zamanda baston bir bastondur, karşımızda tüm bastonluğuyla var olmuştur. Eğer “Bu bir baston değil” dersek karşımızdaki somut objeyi görmemiş oluruz. İşte Zen’in olayı tam da budur, her şey aynı anda hem oldukları somut varlıklardır hem de sonsuzluktur, Buda’nın ve evrenin bir parçasıdır.


Yazımı kitaptaki en sevdiğim koan ile bitirmek istiyorum. “Usta Ikkyu bilgeliğini çocukken bile gösterirdi. Bir keresinde öğretmeninin çok değerli aile yadigârı çay fincanını kırmıştı ve çok üzülmüştü. Ne yapacağını düşünürken öğretmeninin geldiğini duydu. Çabucak fincanın parçalarını kıyafetlerinin altına sakladı. ‘Usta’, dedi, ‘her şey niye ölür?’ ‘Her şeyin ölmesi ve içlerinde toplanan maddelerin ayrışıp ve parçalanması çok doğaldır’ dedi öğretmen. ‘Vakti geldiğinde herkes ve her şey gitmelidir.’ ‘Usta’, dedi küçük Ikkyu ve fincanın parçalarını gösterdi, ‘fincanınızın gitme vakti gelmişti.’