19. yüzyılın ve belki de Avrupa’nın en büyük düşünürlerinden Friedrich Nietzsche şöyle der: “Bütün hayatın, her defasında kum saati gibi tekrar ters çevrilecek ve tekrar tükenecek. Ve sonra her acıyı, her zevki, her dostu ve her düşmanı, her umudu ve her hatayı, her ot sapını ve gün ışığını ve hayatını oluşturan her şeyi bir kere daha bulacaksın.”
Bu sözleriyle Nietzsche’nin betimlediği şey “ebedi döngü” kavramıdır. Bu kavrama göre evrendeki ve varoluştaki tüm enerji aynı biçimde sonsuza dek tekrarlanmaktadır. Şu anda yaşadığımız hayatları daha önce aynı şekilde sonsuz kere yaşamışızdır ve aynı şekilde sonsuz kere de yaşayacağızdır.

Tarihte Ebedi döngü
Ebedi döngü kavramını benzer şekillerde, tarih boyunca farklı uygarlıklar ve kültürlerde görebiliriz. Antik Mısır’da kutsal böcek, yaşamın sonsuz yenilenmesi ve yeniden ortaya çıkmasını simgelerdi.
Amerika’nın Maya ve Aztek uygarlıkları zaman kavramının döngüsel olduğunu düşünürdü. Antik Yunan medeniyeti, ruhların ölüler diyarında günahlarından arınıp ve eski anılarını unutup tekrardan hayata döndüğüne inanırdı. Anılarını, günahlarını, ölüler diyarında çektikleri cezaları hatırlayamayan ruhlar bu sebeple hayata döndüklerinde geçmişteki hatalarını tekrarlamaya mahkûm kalırlardı.


Ebedi Döngü

Felsefede Ebedi döngü

Son zamanlarda popülerliği artmakta olan Antik Yunan felsefesi Stoisizm’de de yenilenme ve tekrar temaları bulunur. Stoisizm’e göre her 25 bin yılda bir, evren yok edilip birebir aynı olacak şekilde tekrar yaratılır.
Ebedi döngü kuramına benzer fikirler Tevrat’ta da bulunur. Hz. Süleyman’ın yazdığı kısım şöyle der: “Bir nesil gider ve bir diğeri gelir ve yeryüzü sürekli var olur. Güneş de doğar, sonra batar ve yeniden doğduğu yere doğru acele eder. Rüzgâr güneye doğru eser, sonra kuzeye döner; ve aynı dönüşlere yine başlamak üzere daima döne döne gider. Bütün nehirler denize koşar, fakat deniz dolmaz; nehirler yöneldikleri yere daima yine yönelirler. Olmuş olan olacak olandır; yapılmış olan yapılacak olandır, güneşin altında yeni bir şey yoktur.”
Yeniden doğum, tekrar, döngü gibi temalar Doğu dinlerinde çok önemli bir yer oynar. Hinduizm ve Budizm düşüncelerinde zaman sonsuz ve döngüseldir. Jainizm’de zaman, başlangıcı olmayan sonsuzluğa doğru dönen bir çark olarak görülür.
Budizm’deki “samsara” kavramı da bir çeşit ebedi döngüden bahseder. Samsara, başı olmayan bir döngüdür, doğarız, yaşarız, ölürüz ve tekrar doğarız. Bu döngü tekrar tekrar yaşanır, buna reenkarnasyon denir. Fakat önceki örneklerden farklı olarak Budizm’in amacı, bu ebedi tekrarı bitirmektir, bunu da Nirvana’ya yani bir tür aydınlanmaya ulaşarak bitirebileceğimizi söyler.
Doğu dinlerindeki mandala figürlerinin çember şekli sonsuzluğu ve tekrarı simgeler.
Benzer çember figürleri Zen Budizm’de “enso” çemberi ya da Antik Mısır dinlerinde devamlı kendini yutmakta olan “ouroboros” yılanı şeklinde görebiliriz.


“Ouroboros” yılanı 

Bilimde Ebedi döngü

Ebedi döngünün tarih boyunca çeşitli coğrafyalarda farklı biçimlerde ortaya çıkması, bu kavramın sadece felsefi bir düşünce deneyinden daha fazlası olduğuna işaret eder. Ebedi döngünün, insanlığın evrensel bir kavrayışı ve sezgisi olduğunu söylemek mümkündür.
Birkaç bin sene geç olsa da bilim de bu kavrayışa erişmiştir.
Evrenin döngüsel modeli, 1930’da Albert Einstein tarafından öne sürülmüştür. 2001’de ise fizikçi Paul Steinhardt ve Neil Turok, Steinhardt-Turok modeli ile bu fikri tekrardan öne sürmüşlerdir. Bu modelde evren, Büyük Patlama (Big Bang) ile var olur, hızla genişler, genişlemesi yavaşlar, durur, sonra gittikçe hızlanarak içeri çöküp Büyük Çöküşe (Big Crunch) sebep olur. Büyük Çöküş anında evren başlangıçtaki haline geri döner ve bir Büyük Patlama ile bu döngü tekrar başlar. Yani evren, sonsuza dek devam eden genişleme ve çöküş döngülerinden ibarettir.
Benzer bir biçimde, matematikteki fraktal figürleri sonsuza kadar kendini tekrar eden geometrik şekillerdir ve doğada DNA’da, kristallerde, alglarda ve birçok başka yerde kendilerini gösterirler. Eğer evrenin sonsuz sayıda tekrar ettiğini kabul edersek şu an yaşadığımız hayatlarımızı daha önce birebir aynı şekilde yaşadığımızı da matematiksel bir kesinlikle kabul etmemiz gerekir. Mark Twain’in sözleriyle, “En sevdiğim teorilerden biri, hiçbir olayın tek ve yalnız olmadığı, daha önce belki de birçok kez yaşanmışın tekrarı olduğudur.”
Hem bilimin hem de dinin bize anlattığı, bütün hayatımızı daha önce sonsuz kere yaşamış ve sonsuz kere daha yaşayacağımızdır.

Popüler kültürde Ebedi döngü
Ebedi döngü kavramı günümüzde, kolektif bilincimizde büyük bir yer etmiştir. Son yıllarda çıkan birçok film, dizi ve kitapta ebedi döngü teması işlenmektedir. “Bugün Aslında Dündü” (1993), “Koş Lola Koş” (1998) ve “Yarının Sınırında” (2014) filmlerinde ve “Russian Doll” (2019) dizisinde ana karakterler, bir zaman döngüsüne hapsedilmişlerdir ve aynı günü tekrar tekrar yaşamaktadırlar. “Dark” (2017) dizisinde Almanya’da bir kasabanın sakinleri, 33 yılda bir benzer olayları döngüler halinde yaşarlar. “Bulut Atlası” (2012) ve “Kaynak” (2006) filmlerinde benzer olaylar yüzlerce yıl arayla tekrarlanırlar.
Ünlü Amerikan yazar Kurt Vonnegut’un “Timequake” (1997) kitabında, insanlık 2001 yılında bir “zaman depremi” deneyimleyip 1991 yılına geri döner ve yaşamlarını birebir tekrarlar. Antik din ve felsefelerde keşfedilen ve günümüzde bilim tarafından açıklanmaya çalışılan ebedi döngü kavramı, belli ki, bilinçaltımızda güçlü bir yer edinmiştir ve bu sebeple son yılların popüler kültüründe tekrar kendini göstermeye başlamıştır.


Nietzsche’ye göre
Ebedi döngü
Yazımın en başına, tekrar Nietzsche’ye dönmek istiyorum. Nietzsche, kendi yazılarında ebedi döngüyü felsefi bir hipotez olarak ortaya atar. Nietzsche’ye göre bizi ilgilendiren soru, “Ya bu doğruysa?” olmalıdır. Ya gerçekten de dünyadaki bütün olaylar aynı şekilde ebediyen yaşanmışsa ve yaşanacaksa? Nietzsche bu sonuca “en ağır yük” ismini vermiştir, onun için bu düşünce “korkunç ve felç edicidir.” Nietzsche’ye göre bu yük, “odağı şu an yaşadığımız dünya dışındaki bütün dünyalardan geri çeker, çünkü ebedi döngü şu an yaşanan dünyadan kaçış ihtimalinin olanaksızlaştırır.” Şu an yaşadığımız hayattan farklı bir hayat yaşayamayız çünkü sonsuz kez bu hayatı yaşamışızdır ve sonsuz kez daha bu hayatı yaşayacağızdır.
Nietzsche’nin de dediği gibi bu fikir gerçekten de felç edici olabilir. Eğer her şey ebediyen aynı kalmaya, tekrar tekrar gerçekleşmeye mahkûmsa, o zaman yaşadıklarımızın ne anlamı ne önemi olabilir ki? Nietzsche’nin bu umutsuzluğa bir çözümü var: amor fati, yani Latince “kaderi sev”.

Amor fati, Latince “kaderi sev"

Nietzsche, ebedi döngü karşısında umutsuzluğa düşmek yerine ebedi döngüyü arzulamamız gerektiğini söylüyor. Ebedi döngüyü arzulamayı, hayatın en mükemmel olumlaması olarak görüyor.
Eğer başımıza gelen her şeye rağmen hepsini tekrar ve ebediyen yaşamayı arzuluyorsak, işte o zaman hayatı gerçekten olumlayabilmişiz demektir. Nietzsche, amor fati’ye “insanlığın büyüklüğü için en büyük formülüm” demiştir. Onun sözleriyle kaderi sevmek demek, “hiçbir şeyi farklı istememek, ne ileride ne geride ne de sonsuzlukta. Sadece gerekene katlanmak değil, onu sevmek” demektir.

Tekrara mahkûm kaderimizde yapmamız gereken, kaderimizi iyisiyle kötüsüyle sevmektir. Yaşamımızda gerçekleşmiş ve gerçekleşecek her şeyi, doğumumuzu ve ölümümüzü, acı ve ıstırabı, sevinci ve aşkı, üzgünlüğümüzü ve mutluluğumuzu olduğu gibi ve tümüyle sevmeyi, tekrar tekrar sonsuza dek yaşamayı arzulamalıyız.