Avcı atalar ok atarken çekip bıraktıkları telin sesini duymuşlar ve iki dal arasına tel gerip o sesi çeşitlendirmeyi denemişler. Zaman içinde tel sayısı artmış, çalgı hem boyut hem şekil olarak değişmiş. Arpa benzer aletler Orta Asya, Mısır, İran, Yunanistan’da yaygınmış. Çin’de ipekten, Orta Asya’da at kılından, Mısır ve Sümerlerde hayvan bağırsağından tel yapılıyormuş. Bağırsak veya ipek - arpın çıkardığı tınılar öyle tatlıdır ki, aynı aileden olan lir, resimlerde meleklerin veya güzel kadınların ellerindedir; çünkü dolaşan parmakların verdiği sesler insanı bulutların üzerine uçurur, güneşiyle ısıtır, rüzgârıyla ferahlatır, sonra aldığı yere bırakır.
O meleksi seslerin ustası, uluslararası yetenek ŞİRİN PANCAROĞLU’nun kurucu başkanı olduğu Arp Sanatı Derneği bir proje yürütüyor. Müzik sadece sahnede icra edilen bir faaliyet değil; geçmişi araştırmak, bilgiyi aktarmak, yeni tarz üretimlere kapı aralamak, sanatın zamanlar üstü sürdürülebilirliğini sağlamak açısından çok elzem…
Arp Sanatı Derneği bu çalışmalara Türk Arpı Projesi ile bir tuğla daha ekliyor. Şirin Pancaroğlu’na, kadim zamanların çalgısı çengi canlandırma, nota yayınları üretme amaçlı projeye dair birkaç soru yönelttik. Tatlı seslerin arkasındaki görünmeyen emek cevaplarda…


Arpa başlama yaşı var mıdır? Bir çalgıdan mı arpa geçilir, direkt mi başlanır?
Arp çalmaya başlamak, esasında çok erken yaşlarda mümkündür. 4-5 yaş, çocukların müzik yapmaya, sesleri tanımaya, bolca şarkı öğrenmeye başladığı yaşlar olup, fizyonomilerine uygun ebatta bir çalgıyla arp çalmak için de oldukça uygundur.

Arpın terapötik özelliklerinden söz edebilir misiniz?
Müzik terapisi günümüzde bilimsel olarak da desteklenmiş, psikopatoloji çerçevesinde iyileştirici bir potansiyel barındıran alternatif bir yöntem. Elbette ki, sihirli bir ezgiye kapılarak mistik bir iyileşmeden bahsetmiyoruz burada. Belirttiğim gibi, profesyonel bir çerçevede, metodolojik bir süreç söz konusu. Öte yandan, bizler bu sürece dâhil değilsek de, müziğin her daim içinde olan kişiler olarak müziğin iyileştirici gücünü kendi üzerimizde dahi hissediyoruz. Duyguları sınıflandırırken kısıtlıyoruz ya mesela, hâlbuki sonsuz kombinasyonu olabilir bunların. Müziğin bu kombinasyonları, geçişleri, sesi, sessizliği yansıtabilen muazzam bir araç olduğunu düşünüyorum. Arp özelinde bakacak olursak da, az önce bahsettiğim yansımayı arp çok güzel ortaya koyuyor bence. Müzikal açıdan geniş bir yelpazeyi armonik yapısıyla sunabildiğinden, tıpkı insanın duygu dünyasında olduğu gibi karmaşık, bir o kadar da ilişik bir sistem ortaya koyabildiği kanaatindeyim.

Arpistleri diğer icracılardan ayıran özellikler var mıdır, mesela arpistler daha mı sakin insanlardır?
Mizaca dair kesin bir söz söylememiz mümkün olamaz ancak arp, kendine has, âdeta su sesini andıran tınısal özellikleri bakımından insan algısına, kavrayışına etki eden bir çalgıdır. Bu sebeple de icrâ eden veya dinleyen bireyler üzerinde iyileştirici ve derin bir etki bıraktığı şüphesizdir.


Şirin Pancaroğlu

Arpistler diğer icracılara göre sayıca az mıdır?
Dünya genelinde, arp eğitimi verilen müzik kurumlarında yetişen ve profesyonel olarak arp çalan kişiler, diğer çalgılara nazaran genellikle daha az sayıda olmuşlardır fakat amatör olarak bu çalgıya ilgi gösteren bireyler özellikle İskoçya, İrlanda, Birleşik Krallık, Fransa’da Bretagne bölgesi başta olmak üzere sayıca oldukça fazladır.
2004 yılında Feyziye Mektepleri Eğitim Vakfı’nda başlattığım bir pilot proje ile mandallı arp türlerinin de ülkemizde yer bulmasıyla birlikte, ülkemizde de amatör olarak arp çalmayı arzu eden, 7’den 70’e pek çok müziksevere de yeni bir kapı açılmış oldu.

Başka müzik türlerinde, örneğin cazda arp kullanılıyor mu?
Arp, insanlık tarihi boyunca, dünyanın çok çeşitli coğrafyalarında insana arkadaşlık etmiş, en köklü, bilge çalgılardan biridir. Böylelikle günümüze dek pek çok kültürün geleneksel müziği içinde kendiliğinden yer bulmuş veya kolaylıkla uyumlanmıştır.
Geniş ses yelpazesiyle birlikte, çalgının doğal ses rengi haricinde farklı çalgıların seslerini de andıran, kurgulanmış tınıları da bünyesinde barındırmakta olan arp; caz, Latin, geleneksel Türk Müziği gibi farklı kültürlerin müzik mirasları ve bugünleri üzerinden dünyaya seslenmektedir.

Projenin konusu çeng hangi dönemde, hangi ülkelerde çalınmış?
Çeng 11.-14. yüzyıllar arasında Ortadoğu coğrafyasında etkin bir biçimde kullanılmış ve devamında 17. yüzyıla kadar var olmuş bir çalgı. Osmanlı saraylarındaki musiki yaşantısında da önemli bir yeri olduğunu biliyoruz, o dönemin hem görsel hem de edebi sanat eserlerinden. Daha sonraları ise müzikal işlevini yitirdiğini ve unutulduğunu görüyoruz.


Arp Sanatı Derneği atölye etkinlikleri

Derneğinizden, Türk Arpı Projenizden bahseder misiniz? Tanıtım konusunda zorluk çekiyor musunuz?
Öncelikle, Türk Müziğini teori ve uygulamada bilgi-birikimine, müzisyen kimliğine ve yenilikçi düşünme becerisine büyük güvenimiz olan Bora Uymaz’ın müzik danışmanlığıyla proje sürecini başlattık. 2016’da nota yayın projesi olarak temellendirdiğimiz bu çalışmayı dernek bünyesindeki ekibimizle geliştirmekteyiz.
Proje kapsamında, Klasik Türk Müziğine ait kadim eserleri ve bu kültürde şekillenmiş güncel besteleri arp için düzenlemeyi, dijital ortama aktararak büyük ölçekli bir nota koleksiyonu oluşturmayı ve tüm bunları eğitim materyali olarak paylaşmayı hedefliyoruz. Ayrıca araştırma boyutunda üzerine çalıştığımız metotlar ve dijital çağın getirdiği imkânlar sayesinde, kendi kültürümüzü daim kılmak ve iletişime, etkileşime açık hale getirmek esas motivasyonumuz.
Dijital bir dünya var, üstelik projenin hedef kitlesi de belli. Dolayısıyla projenin tanıtımı zorlayıcı değil. Üstelik yurtdışından pek çok sanatçının ve sanatseverin Türk Müziğine ilgisini bizzat gözlemleme fırsatımız da oldu.


Çeng minyatürü

Sözlü gelenekten yazılı geleneğe geçişte kurtarılabilen bilgilerle neleri başarabiliriz, eski tınılar bize ne söyler?
Bu soruyu ben izninizle Türk Müziği üstadımın ağzından paylaşmak istiyorum. Bora Uymaz, beni 45 yaşımdan sonra Türk müziğinde yetiştirdi. Cevabını sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum:
Büyük şairimiz Yahya Kemal’in Ziya Gökalp’in eleştirisine verdiği veciz bir karşılık vardır. Şöyle diyor: “Ne harâbîyim, ne harâbatîyim, köküm mâzîde olan âtîyim.” Evet, geleceği düşünmek ve ona yatırım yapmak önemli ancak bunu geçmişi yadsıyarak yapamazsınız. Geçmişten ve gelenekten hem kuvvet almalı hem de ders çıkartabilmeliyiz. Aslında eski dediğimiz geçmiş, bize tam olarak da bunu fısıldıyor kuvvetlice. Evet, ecdadımız yazmaktan çok yapmayı sevmiş, özellikle de musıkî konusunda. Meşk usûlu, yani ustadan çırağa bir sistemle gelebilenler bile hatırı sayılır bir hazinedir. Artık imkânlar geniş tabii birçok anlamda... Bize düşen bu müziği tüm insanlara ulaşılabilir bir hale getirmek. Özellikle de şifa konusunda da bir hayli etkili bir müziğe sahibiz. Bence bunun farkına varmalıyız artık. Yahya Kemal ile başlamıştım sözlerime, yine Yahya Kemal ile bitireyim. “Çok insan anlayamaz eski musıkîmizden ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden.”

Tarzlar arasında ilişki kuran, müziğin olanaklarını zorlayan sanatçılar sanata ve topluma nasıl katkılar sağlar?
Her şeyden önce sanatın bölücü değil birleştirici tavrını ortaya koyar. Bugün tıpkı diğer sanat dallarında olduğu gibi müzikte de çok çeşitli ekoller, çok çeşitli metotlar var; hepsi de ayrı bir tavrın ve tarzın ürünü elbette. Bunlar doğal olarak kültürel çeşitliliğin de ürünleri. Önemli olan bunların farkında olmak, farkında olmakla da yetinmeyip anlamaya, özümsemeye çalışmak. Çünkü bunları bir ucundan tuttuğunuzda, ipin ucu hem sanata hem de topluma çıkıyor. İcra eden ve yansıtan sanatçı tabii ki, ancak o toplumun da aidiyetleri var işin içinde… Dolayısıyla bu çizgileri bir sanatçı olarak zorladığınızda onları bir nevi birleştiriyor ve ortaya çıkan büyük resimden hem bir sanatçı, hem bir sanatsever, hem de toplumun bir ferdi olarak besleniyorsunuz.