Tekinsiz olanın ürpertici olduğunu, bizi dehşete soktuğunu biliriz fakat çoğu zaman zihnimizin ücra bir köşesinde yaşayan soyut bir his olarak tanımlamaktan öteye gidemeyiz. Tekinsiz kelimesi Almancadaki “unheimlich” kelimesinden çevrilmiştir ve çevrilmesiyle beraber orijinalindeki derin anlamı kaybetmiştir. Almanca heim ev demektir, heimlich ise eve ait olan, tanıdık, huzurlu demektir. Unheimlich kelimesinde ise kelimenin başına -un ekinin gelmesi bir zıtlığa veya yokluğa işaret eder. Heimlich eve ait ve tanıdık olan ise, unheimlich eve ait olmayan, yabancı olandır. Bu da demek ki, tekinsiz olan bizi korkutur çünkü yabancıdır.


Sigmund Freud
, 1919’da yazdığı “Tekinsiz” adlı makalesinde bu tanımın yetersiz kaldığını söyler. Freud için unheimlich kelimesinin kökünde heim olduğu kadar geheim da vardır. Geheim saklı, sır, başkalarından gizlenmiş olan demektir. Bu iki anlamı bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan unheimlich, tanıdık ama unutulmuşun, bastırılmışın yarattığı korkudur. Nurdan Gürbilekİkinci Hayat” kitabında tekinsizliği şöyle tasvir eder: “Bizde esas endişe doğuran şey yabancı ya da bilinmeyen değil, içten içe tanıdık olandır. İşte bu unutulmuşun gizli yuvasından başını uzatması, yıllar sonra tanınmaz halde verdiği tanınma savaşıdır ‘tekinsiz’. Bilinmeyen bir geçmişte bastırıldıktan sonra geri dönen, örtülü kalması gerektiği halde açığa çıkan tanıdık olanla şimdi tanınamaz olan şeyin rahatsız edici karışımı.

Tekinsiz vadi - uncanny valley
Tekinsizi bu tasvirini teknoloji ve psikolojideki “tekinsiz vadi” (uncanny valley) terimi ile ilişkilendirebiliriz. Bu terime göre insan gibi görünmeye çok yaklaşan ama tam da görünemeyen şeyler insanlarda tekinsizlik hissi yaratır. Tekinsiz vadisini daha iyi anlamak için iki “robotu” karşılaştırabiliriz. “Wall-E” animasyon filminin çöp toplayıcısı robotu Wall-E, hareket edebilmesi, üzgün ya da mutlu olunca çıkarttığı sesleri, büyük yuvarlak gözleri gibi insansı özellikleriyle oldukça sevimlidir. İnsansı özellikleri onu sevimli yapar ama Wall-E’ye baktığımızda kesin bir biçimde robot görürüz, insan değil. Buna karşın Hong Kong’da üretilmiş Sophia isimli robot her yönüyle insana daha çok benzemesine rağmen gerçekten dehşet vericidir. Hareketlerinde ve konuşmasında bize tanıdık gelen ama zihnimizde tam oturtamadığımız bir şey vardır. İnsana çok benzemesi ama tam insan olamaması, tanıdık ve tanınamayanın karışımı, onu tekinsizliğe boğar.

Tam da aynı sebeple Madame Tussauds’un ünlülere benzeyen balmumu heykelleri tekinsizdir. Bunlar “hareket ediyor ama gerçekten yaşıyor mu, ya da tam tersi, hareketsiz ama aslında yaşıyor mu?” diye düşündüren şeylerdir. O zaman tanıdık ve tanınamayanın karışımı tasvirine yaşayan ve yaşamayanın karışımını da ekleyebiliriz.


Hayaletler
Zombiler ve hayaletler ölü gözükür fakat yaşıyor gibi hareket ederler, yeni ölmüş insanlar ise yaşıyor gibi gözükürler ama aslında ölmüştürler. Tekinsiz hayaletler insanlara olduğu kadar evlere de musallat olabilirler. Cinnet (1980), Diğerleri (2001) ve Ayin (2018) filmlerinde bunu görürüz. Bu hikâyeler belki de unheimlich’in en güçlü tasvirleridir. Tanıdık (heimlich) olan ev (heim) aslında tekinsiz (unheimlich) olmaya en yatkın yerdir.

Çiftelik ve ikizlik
Çiftelik ve ikizlik (Almanca doppelganger) tekinsiz kavramının önemli bir parçasıdır. Freud, incelemesinde birbirine tıpatıp benzeyen yabancılardan, hatta bunun ötesinde aynı zihinsel süreçlerden geçen, aynı şeyleri düşünen, hisseden, bilen ikizliklerden bahseder. Tekinsizin temalarının arasında bir başkasıyla özdeşleşip benliğin değişmesi, bölünmesi, kaybı, bir başka benlik tarafından ele geçirilmesini görebiliriz.

Dostoyevski’nin “Öteki” isimli kitabında anti-sosyal ve içine kapanık memur Golyadkin bir gece ona tıpatıp benzeyen bir adamla tanışır. Bu ikizi, Golyadkin’in aksine sosyal, enerjik ve etkileyici bir karaktere sahiptir. Vakit geçtikçe Golyadkin’in ikizi hayatını ele geçirmeye başlar. İşinde onun yerini alır, arkadaşlarını çalar, âşık olduğu kadınla beraber olur, sonunda da Golyadkin delirip akıl hastanesine kapatılır.


John Travolta ve tarihi benzeri

Jordan Peele’in “Biz” (2019) filminde insanların yeraltında yaşayan kopyaları yeryüzünü ele geçirmek için orijinallerini öldürmeye çalışır. Denis Villeneuve’ün “Düşman” (2014) filminde birbirinin ikizi bir profesör ve aktör birbirlerinin hayatlarını yaşamaya başlarlar. Film boyunca “bu iki insan aslında aynı kişi mi, gerçekten birbirlerinin ikizleriler mi, biri diğerinin hayali mi?” gibi sorular aklımızda dolaşır durur. İkizlikleri tekinsiz yapan tam da bu karmaşadır. Hitchcock’un “Vertigo” filmi, Tarkovsky’nin “Solaris” filmi, Bergman’ın “Persona” filmi gibi doppelganger’ları konu alan onlarca eser vardır. “Karşımdaki bana çok benziyor, hatta benim aynım ama ben değil.” Bu düşüncenin tekinsizliğinin toplumsal bilinçaltımızda yer etmesine şaşırmamak lazım.

“Usher Evi’nin Çöküşü”
Tekinsizliğin bütün temalarını Amerikalı gotik yazar Edgar Alan Poe’nun “Usher Evi’nin Çöküşü” isimli öyküsünde bulabiliriz. Öyküdeki tekinsizlik, öykünün isminden başlar. Usher Evi’nin çöküşü (The Fall of the House of Usher) hem fiziksel bir evin çöküşünü hem de Usher ailesinin çöküşünü ima eder. Öyküde isimsiz bir anlatıcı, çocukluk arkadaşı Roderick Usher’ın isteği üzerine Roderick’in evine gider. Usher ismi hem aile ile hem de ailenin evi ile özdeşleştirilir. Aile ve ev ikizlik halindedir, benlikleri iç içe girmiş, karışmıştır. Usher evinin hayattaki tek fertleri, Roderick ve ikiz kız kardeşi Madeline’dir. Roderick gibi Madeline de gizemli bir hastalığa yakalanmıştır ve anlatıcının gelişinden kısa bir süre sonra ölür. Roderick ve Madeline birbirlerinin hem fiziksel hem de zihinsel ikizleridirler, içinde yaşadıkları ev gibi onlarda kasvetli ve hastadırlar.

Roderick, kız kardeşinin cesedini saklamak için anlatıcının yardımıyla onu bir aile sırrı gibi (geheim) evin mahzeninde bir tabuta yerleştirir. Anlatıcı, Madeline’i tabuta yerleştirirken hala yaşıyor gibi göründüğünü gözlemler. Bir gece Roderick anlatıcının odasına panik halinde girer. Roderick, Madeline’i diri diri gömdüklerini, şimdi Madeline’in ruhunun tabutundan çıkıp onlara doğru geldiğini söyler. Tabuta yerleştirilirken Madeline yaşayan ve ölmüş arasındadır, yaşıyor gibi gözükür fakat hareket edemez. Freud, makalesinde ölü sanılıp diri diri gömülmenin birçok insan için olabilecek en tekinsiz düşünce olduğunu söyler. Zihinlerimizde üstünü örttüğümüz, gömdüğümüz sırların eninde sonunda hortladığı gibi Madeline de gömüldüğü tabuttan şiddetle çıkar ve onu hem zihninde hem de gerçekte gömen ikizi Roderick’ten intikamını alır. Roderick korkudan ölür, anlatıcı evden kaçar ve arkasına baktığında Usher evinin çöktüğünü görür. Usher ailesinin yaşayan son iki ferdinin ölmesiyle beraber hem Usher ailesinin hem de Usher evinin sonu gelmiştir. Edgar Alan Poe’nun bu öyküsünde tekinsize dair her şeyi bulabiliriz. İkizlikler, yaşayan ölüler ve hayaletler, tanıdık evin altına gömülmüş sırlar ve bunun yarattığı dehşet verici, tüyler ürpertici tekinsizlik hissi.