KİTAP / SÖYLEŞİ


Salih Bolat yazarımız; daha doğrusu daha çok şiirlerinden tanıyoruz. Gerçi daha önce yayınlanmış iki düzyazı kitabı var. Şimdi üçüncüsü Varlık Yayınlarından gün yüzüne kavuştu. Ben de ona sormadan edemiyorum: Gittikçe Yakın nasıl oluştu?
Gittikçe Yakın, son birkaç yılda dergilerde, gazetelerde yazdığım yazılardan oluşuyor. Kitap olarak yayınlanmayan yazıların kalıcılık değeri kazanmadığını düşünüyorum. Kitapta özellikle ülkemizdeki yakın dönem şiir ortamına katkıda bulunacağını düşündüğüm eleştirel denemelerin yanı sıra, insan, toplum, doğa ekseninde oluşan denemeleri de önemli çalışmalar olarak görüyorum.

Evet, daha önce yayınladığınız Duygusal Düşünceler ve İletişim ve Edebiyat adlı kitaplarınızın da benzer kaygılarla oluştuğu konusunda hemfikiriz sanırım. Yeni kitabınız Gittikçe Yakın iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm şairler üzerine yakın okumalardan, ikinci bölüm ise çeşitli konular üzerine yakın düşüncelerden oluşuyor. Bu kitabın içeriği konusunda neler söylersiniz?
Bir şairin, şiir yazmanın yanı sıra düzyazı da yazması, en azından kendi kültürlenme sürecini okurla paylaşması açısından önemlidir. Kültürel, estetik, genel olarak sosyo-politik ve yer yer felsefi yazılar yazması, bir şairin şiirsel arka planında nelere yaslandığı konusunda bilgi verir. Yazdığı şiirlerin kaynaklarını, ne gibi arayışları sürdürdüğü ve ne gibi poetik sonuçlara ulaştığı konularında da ipuçları verir. Şairin kendi somut gerçekliği hakkında ve geçmişi şimdiye bağlayan, geleceği ören düşünsel bağlantıların neler olduğu konusundaki görüşlerini de onun düzyazılarından öğreniriz. Elbette bu çaba, bir şairin içinde yaşadığı topluma kültürel bir katkı olarak görülmeli.

Anlıyorum, peki yazılarınızın okura bireysel planda katkısı neler olacak?
Yazılarım uyanık okurun işine yarar sanıyorum. Örneğin kitapta yer alan yazılarda aşk, trenler ve garlar, ağaçlar, çocuk edebiyatı, ağlamak, yemek, kitaplar ve kitabevleri, intihar, direniş, dağlar, umut-umutsuzluk gibi evrensel insanlık durumları, mekânlar, yaratıcı yazarlık kursları gibi eğitsel, gündelik yaşam ve doğal kesitler konusunda bir şairin tanıklıklarını, gözlemlerini ve deneyimlerini okuyabilirsiniz. Ayrıca Behçet Necatigil, Melih Cevdet Anday, İlhan Berk, Attila İlhan, Edip Cansever, Gülten Akın, Arif Damar, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin, Metin Altıok, Behçet Aysan, küçük İskender, Oruç Aruoba, Hüseyin Ferhad, Adnan Azar gibi şiirimizin belirgin şairleriyle ilgili düşünceler de yer alıyor.

 

Kitaptaki yazılarınızı iki bölümde toplarken ne düşündünüz? Yani iki bölümü birbirinden ayıran ölçütler nelerdir?
Kesin bir plan ya da sistem içinde davranmadım. Özellikle “yalnızlık”, “umut-umutsuzluk”, “aşk” gibi konular yaygın olarak şiirin izlekleridir. Bu yazıları, bazı şairlerle ilgili eleştirel yaklaşımlarda bulunduğum yazılardan ayırmam doğaldır. Bu yazıları da ayrı ir başlık altında topladım.

Trenler sizin şiirlerinizin de ana motiflerindendir. Bu tren ilgisi nereden geliyor?
Babam Devlet Demir Yolları'nda çalışıyordu. Bu nedenle çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım trenlerde geçti. Yolculuklarımızı hep trenle yapardık. Üniversitede okurken de Adana-Ankara arasını çoğu kez trenle gidip geldim. İlk yıllarda, yani 1960’larda kara trenler vardı. Evimiz istasyona yakın olduğundan, sürekli tren düdükleri duyardık. Kara tren düdükleri kişilikli ve anlamlıydı. Örneğin istasyondan hareket eden bir yolcu treni uzun uzun ve keyifli düdük çalardı. Oysa asker taşıyan bir tren, gardan hareket ettiğinde daha uzun ve acıklı düdük çalardı. Eğer yaz mevsimiyse, evimizin avlusunda kurulmuş sofrada akşam yemeği yiyor olurduk ve bu acıklı düdük sesine kulak kesilen babam, yemeğinden bir kaşık alırken, “Gene asker sevkiyatı var…” derdi, kaygıyla bir haber verir gibi. Oysa yük taşıyan kara trenlerin düdük sesleri kısa kısa ve telaşsız çalardı. Evimiz tren kokardı. Daha sonra dizel motorlu lokomotifler çıktı. Toros Ekspresi’ni götüren bu lokomotiflerin karlı dağlardaki zorlu tırmanışlarını hiç unutamam. İşte o zamanlar, trenler “bir gurbetten bir gurbete” giderdi.

Şiirlerinizde yaygın olarak yer tutan doğanın, yazılarınızda da yer tuttuğu görülüyor. Yanılıyor muyum?
Haklısınız. Şiirlerimde de imge olarak geçer: Çocukluğumda sabahları güneyden kuzeye, akşamları da kuzeyden güneye karanlık kuş sürüleri geçerdi. Onlara bakardım. Özellikle kışın hemen sonunda, uzun yağmurlardan sonra, gri-siyah, uzun kuyruklu yağmur kuşları gelirdi su birikintilerine. Ben onları çok yakından izlerdim. Ürkek, meraklı, aceleci böcek avlarlardı. Göğsü kızıl renkli kuşları da unutamam. Hele sarıasma kuşları… Bütün bunlar bana sevinçli bir hüzün verirdi. Kendimi bir zamansızlık içinde hissederdim. Mitolojik bir atmosfer içinde… Geleceğin şairlerini bırakın, bugünün birçok şairi bile artık bu duyguları yaşamıyor. Doğa ve nesneler anlam yaratmada büyük olanaklardır. Yalnızca insan, anlam yaratmada yeterli değildir. Benim şiirlerimdeki doğayı, pastoral bir atmosfer olarak yorumlamak yanlış olur. Doğa, insan gerçekliğine derinlik kazandıran anlamsal bir çevredir.

Son yıllarda “yaratıcı yazarlık” kurslarının çoğaldığı görülüyor. Sanırım siz de bu tür etkinliklerde bulunuyorsunuz? Hatta kitabınızda bu konuda bir yazı da yer alıyor. Burada, kısaca bu konu hakkında neler söylersiniz?
Belirttiğiniz gibi “yaratıcı yazarlık” konusu önemli bir konu. Yazılı kültür sürecini gözeneklerinde yaşayıp tamamlayamadan, görsel kültür sürecini yaşamaya başlayan, üstelik görsel kültürün kendi iç dinamikleriyle değil de dış dinamiklerce belirlendiği toplumumuzda “yaratıcı yazarlık” kurslarının artış göstermesini doğal karşılamak gerekir. Görsel kültürün de arka planının yazılı kültür üzerinde yükseldiği düşünülürse, bu gelişmenin önemi ve nedeni anlaşılacaktır. Ne var ki, söz konusu kurslarda görev alan eğitmenlerin, eğitim programlarının doğru ve sağlıklı olması gerekir. Aksi durumda amaçla uyuşmayan sonuçlarla karşı karşıya kalırız. Bu atölyelerin çoğunda ders veren kişiler yazar ya da şair olmalarının kendilerine sağlamış olduğu deneyimlerini paylaşıyorlar. Elbette bu çok iyi bir şey. Ama bu deneyimlerden nesnel bilgi elde etmek zordur. Oysa bilginin kavramlaştırılması ve böylece paylaşılır, üretilir hatta tasarruf edilir biçime getirilmesi gerekir. Bu nedenle, yazarlık atölyelerinde ders veren kişilerin, akademik bir yeterliliklerinin de olması beklenir.