Dergimizin eski yazarlarından, 2017’den bu yana yurt dışında yaşamakta olan Dr. Robert Schild’in geçtiğimiz yıl kaleme aldığı öykülerden bir demet, “Stefan Zweig’ın Veda Mektubu” ismiyle Şubat ayının son günlerinde yayınlandı...
Bu öykülerde değişik bir türü deneyen Robert Schild, kısmen kendi başından geçmiş veya bazı tarihî olaylardan hareket ederek, bu gerçek olgulara tamamen düşsel gelişmeler kurgulamaktadır. Türkiye, İsrail, Avusturya, Brezilya, Rodos ve Güney Afrika’da geçen bu kısmen tarihî, kısmen günümüzde veya gelecekte gelişen öyküler, ilgi ve keyifle okunuyor...
Dr. Robert Schild
Sizin daha çok “edebiyat dışı” kitap yazdığınızı biliyoruz; örneğin Yahudi Mizahı hakkındaki ve Burgaz Adası’nın çok kültürlülüğüne değinen son kitabınız gibi... Şimdi de 15 öykü ile çıktınız karşımıza?
Doğru söylüyorsunuz; 22 yıl önce yayımlanan “Değinmeler” başlıklı ilk Türkçe kitabım bile, Şalom’daki köşe yazılarımın bir seçkisini içeriyordu... Bundan tam üç yıl önce ise Viyana’da bir arkadaşım bana ilginç bir olaydan söz etti: Ünlü Avusturyalı/Yahudi yazar Stefan Zweig’ın 1942 yılında eşiyle birlikte intihar etmeden kaleme aldığı veda mektubunun öyküsüydü bu... Ben de, kendisine bu gerçek olayı aktaran Brezilyalı hanım arkadaşından özel izin alarak, bu anlatıyı öyküleştirdim, sonunu biraz değiştirerek... Bu metin, 2020’de hem Türkiye’nin saygın edebiyat dergisi kitap-lık’da basıldı, hem de -biraz değiştirilmiş şekliyle- Almanya’daki Frankfurter Allgemeine Gazetesi’nde. Ondan sonra baktım ki, öykü yazmak çok keyifliymiş, özellikle kimi gerçek olaylarla kurmaca gelişmeleri harmanlayarak!
Kitabınızın önsözünde de bu değişik edebiyat türünden bahsediyorsunuz...
Evet, bu biçemin mucidi değilim tabii ki, ancak önsözde de belirttiğim gibi, “yaşam her zaman, anlatılacak nitelikler içermez. O halde, gerçeklerle düşleri birleştirmek gibi bir yöntem, edebiyatın belki de en tutarlı biçemini yaratacaktır. Dahası, yazmanın en zevkli yanı, kalem tutanın gerçek olayları belirli bir yerde nasıl gelişmesini istediği veya istemediği şekle sokması değil mi? Böylece, çoğu kez tekdüze olarak gelişen yaşama, öyküsel de olsa, keyifli veya ürkütücü, ancak her haliyle rengârenk bir çehre verilmiş olur.”
Kitabınızda toplam 15 öykü var... Bunları belirli gruplara ayırabilir miyiz?
Bunu hiç düşünmedim aslında, ancak öyle soruyorsanız, bir deneyelim: Öyküleri, geçtikleri mekânlara göre ayırabiliriz; birinci grup da Türkiye olsun. Bu grubu zamansal olarak üçe ayırabiliriz: 1930’ların İstanbul’u, günümüzün Türkiyesi ve özellikle Burgazadası, üçüncü olarak da 2058 yılında İstanbul’da çözümlenen bir bilim-kurgu öyküsü... İkinci grup, 1920’lerin Kudüs ve günümüzün Kfar Saba kentlerinde, keza 1971 yılının Lod Havaalanı’nda geçiyor. Üçüncü grubun mekânları ise değişiktir; Brezilya, Güney Afrika, Rodos ve Avusturya gibi... Öte yandan türlere göre de ayırabiliriz öykülerimi; en başta yakın tarihte yaşanmış sorunlar, ayrıca gerilim, az önce belirttiğim gibi bilim-kurgu ve de kara mizah, ilk aklıma gelenlerdir.
“İsrail” dediniz; demek ki Yahudilikle ilgili konulara da parmak basıyorsunuz?
Elbette, ama bu konuların mekânları sadece İsrail değil! Yahudilik ile ilintili konular, Türkiye’nin yakın tarihinde cereyan eden öykülerde de yer alıyor, Holokost konuları da bazılarında...
Öykülerinizin neredeyse tümü, gerçek olaylardan hareket ediyor. Peki, bu olayları nasıl araştırdınız, kitapta ince örülmüş bir halı gibi öykünün temelini oluşturan tarihî gelişmeleri nerelerden edindiniz?
Güzel bir noktaya parmak bastınız! Bu türden bazı öykülerin sonunda özellikle andığım kimi araştırmalar, bu gerçeklerin kaynaklarıdır. Bunların dışında da tabii ki internet... Günümüzde masa başından neredeyse “sonsuzluğa” varabileceğiniz dev bilgi kaynağı! Emin olun, öykülerde sözü edilen tarihî olaylar, tüm mekânlar ve tarihler yüzde yüz otantiktir. Bunlar, örneğin 13 Ocak 1938 tarihinin Perşembe günü olduğu veya 1945 yılında Kırşehir’den Çorum’a ulaşmak için önce otobüs ile Yerköy’e gitmenin, orada trene binmenin ve bir istasyon sonraki Çerikli’den yine otobüs ile devam etmenin gerektiği gibi...
Öykülerde yer alan kişilerin isimleri gerçek mi, düşsel mi?
Bu da güzel bir soru! Tarihî kişilerin isimleri aynı kaldı tabii ki - Stefan Zweig, (benzetmek gibi olmasın!) Adolf Hitler veya Franz von Papen gibi, Şükrü Saraçoğlu gibi... Öyküleri bizzat yaşamış kişilerin ise isimlerini değiştirdim, ancak bazılarının çocukları, büyüklerini elbette tanıyacaktır, olayların gidişatından...
Tarihî İstanbul öykülerinin hemen hepsinde Venetia Konstantinidu adına rastlıyorum, o da mı “gerçek” kişilerden?
Bakın, onu burada açıklamayı unuttum... Çocukluğumda “Tante Venetia” olarak bildiğim, Yüksek Kaldırım’ın o efsanevi sahafı, tabii ki gerçek bir kişidir; annemin en iyi arkadaşlarındandı, ancak onun etrafında oluşan olaylar tamamen kurmaca! Bir de, şimdi unutmadan hemen belirteyim, son öyküler üçlemesindeki başkişi benim ve o olayların üçü de büyük oranda gerçektir.
Zaten, her öykünün başında yer alan küçük dairenin içindeki “gerçek” oranı, bu üç öykü için bir hayli yüksek olarak gösterilmiş. Bu göstergeler de çok hoşuma gitti! Bu öyküleri kaleme alırken, bazı yazarlardan özellikle esinlendiniz mi?
Öyküden öyküye değişiyor tabii ki, ancak bazı isimler sayacaksam, Eric Ambler ve Graham Greene başta gelir; bazı öyküleriyle William Somerset Maugham’dan esinlendim ve Burgaz’da geçen “On Dördüncü Misafir”, olduğu gibi Carlo Manzoni’den bir uyarlamadır ki, bunu öykünün başında özellikle belirtiyorum...
Son bir soru: Kitabınızı nereden edinebiliriz?
Umarım kitap büyük kitapevlerinde bulunacabilecek; geçtiğimiz yaz Adalı Yayınları’ndan çıkmış olan Burgazadası kitabım, örneğin Remzi ve Pandora kitapevlerinde güzel satışlar sağlamıştı. Bunun yanısıra, özellikle Gözlem’in (https://www.gozlemkitap.com) ve tabii ki Edebiyatist’in (https://edebiyatist.com) web portallarını salık veririm, diğer bilinen portalların yanı sıra...
Teşekkür eder ve bol satışlar dilerim!
Ben de sizin ilginize teşekkür ederim...