Oyun… Bir çocuğun doğduğu dakikadan itibaren ihtiyaç duyduğu faaliyet…

Her yaşa ve her ortama uygun oyunların olduğu bilinen bir gerçek…

Günümüzde “Büyüklere Oyuncaklar” (Toys For Big Boys) adı altında oyuncak satan dükkânlar bile var.

Düşünürler, oyunları destekleyen sözler söylediler. Gazali’ye göre oyun çocuğun zihnini tazeler, dinlendirir öğrenme gücünü arttırır. Platon’a göre eğitim oyunla gerçekleşmeli ve oyun oynama faaliyeti yetişkinler tarafından kısıtlanmamalıdır. Aristo oyunun, hayatın bir provası olduğunu savunmaktadır. Ne çok yorucu ne de çok düşündürücü olmalıdır.

Teknoloji hayatımıza girdi gireli yaşam koşulları değişirken çocuklarımızın faaliyetleri de şekil değiştirdi. Buna en büyük etken olarak betonlaşma ile yok olan yeşil alanları ve yozlaşan insan ilişkilerini sayabiliriz. Koskoca apartmanların arasına sıkışan küçücük parklar, ne saklambaç ne de seksek oynamaya müsait. Kimseye güvenilmeyince sokakta kurulan dostluklara da sıcak bakılamaz oldu. Çocuklarımıza ilk öğrettiğimiz, “Sana yaklaşan kimse ile konuşma” oldu. Onlar da bu ortamda parkta gördükleri bir başka çocukla oynamaya çekiniyorlar. Bu durumda bilgisayar başında, ellerinde tabletlerle hayali bir dünyada dolaşan bireyler doğuyor. Eğitimciler bundan memnun değiller. Çocukların, kişiliği olduğu kadar bedensel gelişiminde de etkili olan oyun “geleneksel”den “modernite”ye değişirken, aileler halen “en iyisi” için uğraşmakta.

Bugün sizlerle, “ah nerede eski oyunlar” diyenleri sevindiriyor, “aynı bardaktan su içip” hastalanmadığımız, “ayaklarımız ıslanınca” üşümediğimiz, “bol şekerli bisküvileri” ağzımızı şapırdatarak yediğimiz yıllara gidiyoruz.

Kutu kutu pense
“Kutu kutu pense” diye başlayan oyuna ait ilk yazılı kaynak 1881 yılına dayanıyor. 18. yüzyıl sonundan beri Avrupa’da oynandığı biliniyor. Türkçeye “kutu kutu pense” diye geçen oyunun aslının Fransızcada “ecoutez, ecoutez, pensez”, yani “dinle, dinle, düşün” anlamında bir tekerlemeden türemiş olması rivayetler arasında. En az üç kişi ile oynanan bu oyun el ele tutuşarak ve tekerlemeyi söyleyerek bir yöne doğru dönmeyi hedefler. Böylece herkesin arkasına, sonra da önüne dönmesiyle oyun devam eder. Oyunun amacının, oyuncuların adlarını öğrenmeleri ve birbirleriyle kaynaşmaları olarak düşünülebilir.

Tilki tilki saat kaç
1930’lu yıllardan beri Avrupa ve Güney Amerika’da oynanan “tilki tilki saat kaç”ın farklı coğrafyalarda farklı versiyonları ile karşılaşırız. Ülkemizde, ebeye sorulan “Tilki tilki saat kaç?” sorusuna ebe cevap verir ve oyuncular o sayıda adım atarlar ve ebeye yaklaşırlar. Çocukların birbirini kovalamaları yoluyla spor yapmaları ve ebenin adımlara karar vermesi oyunun amaçları arasındadır. Açık alanda oynan bu oyunda kızlar-erkekler birlikte oynayabilir. Bazen küçük kardeşler de oyuna alınır ve kendilerine “fasulyeden” denir. Sokak oyununda ablalar ağabeyler kardeşlerine göz kulak olmakla yükümlüdür.

 

Yağ satarım bal satarım
Yağ satarım, bal satarım,
Ustam ölmüş, ben satarım.
Ustamın kürkü sarıdır,
Satsam on beş liradır.
Zam-bak, Zum-bak
Dön arkana iyi bak
Bu tekerleme ve bir mendil ile oynanan bahçe oyunlarından biri... Oyuncular daire şeklinde otururlar, ebe tekerlemeyi söyleyerek onların çevresinde dolaşır ve mendili bırakır. Mendili bulan ebeyi kovalar. Bu kovalamaca sırasında çemberdeki diğer oyuncular “Tavşan kaç, tazı tut!” diye bağırarak tempo tutarlar. Oyunun tarihçesi hakkında net bir bilgiye sahip değiliz. Ancak türevlerinin Avrupa, Afrika, Amerika, Ortadoğu ve Uzakdoğu’da yaygın olarak oynanması, köklerinin oldukça eskiye dayandığını gösteriyor. Bu oyunun bazı versiyonlarında mendil yerine mektup kullanılıyor. Ebe ise postacı olarak betimlenebiliyor. Anadolu’da ise, ölmüş ustasının ardından ticarete devam eden çırağın öyküsünden söz ediliyor, ancak bu öykünün kökenini bilen yok.

Kör ebe
Gözleri bağlanan bir ebenin, kendine dokunanı yakalayıp kim olduğunu bilmesine dayanan bir oyundur. Oyunun amacı, gözleri bağlı da olsa oynayanların birbirini tanıyabilmeleridir. 2000 yıllık geçmişi ile dünyanın dört bir yanında oynanan bu oyun, Antik Yunan’a kadar uzanan bir tarihçeye sahip. Antik Yunan’da adı “bakır sivrisinek” iken, İtalya’da “kör sinek”, Almanya’da “kör inek”, İspanya’da “kör tavuk” oldu. Avrupa kıtasının dışında ise körebe oyununun kuralları değişmese de adı değişiyor. Örneğin, Afrika’nın renkli ülkesi Nijerya’da körebeye, “Kola onye tara gi okpo?” / “Kafana vuran kişiyi bulabilir misin?” diyorlarmış.

Çelik çomak
Çelik çomak çok eski bir açık hava faaliyetidir. Oyunun amacı, “çelik” denilen kısa değneği “çomak” denen uzun değnekle yerden havalandırarak uzağa göndermektir. Bu oyunda takımlara bazen büyükler de katılır. Böylece ebeveynlerin de oyuna katkıları ile takımlar güçlenir.



Çatlak patlak
Arkadaşların ellerini birbirinin üstüne koyarak şu şarkıyı mırıldanmaları ile oyun başlar. “Çatlak patlak, yusyuvarlak, kremalı börek, sütlü çörek, çek dostum çek...” İki kişilik bu oyun “el kızartmaca” ya da “Şap şap” olarak da bilinir ve bir çeşit refleks oyunudur. Avuçlar birbirine vurur, kalpler çarpar. Kızaran ellerin ardından annenin hazırladığı kızarmış çörekler mideye indirilir.

Metelik atmaca
En az iki oyuncu ve madeni paralarla duvar dibinde oynanan, belki de “ilk kumar” oyunu denilebilecek bir oyun. Oyunun geçmişi Antik Yunan’a kadar uzanıyor. O günlerde bronz sikkelerle oynanan bu oyunda amaç belli bir mesafeden parayı duvara olabildiğince yakın bir noktaya atmaktır. Rivayete göre bu oyun ilk olimpiyatlarda da yer aldı ve dereceye giren oyunculara madalya verme fikri bu oyundan çıktı. Modern zamanlara gelindiğinde, özellikle 19. yüzyıl Britanya’sında işçi sınıfın eğlencesi olarak karşımıza çıkıyor. Kavga gürültünün eksik olmadığı bu sokak oyunu, çocuklar için oldukça zararlı. Yazı-tura oyunu da “metelik atmaca”nın bir versiyonu. Paranın havaya fırlatılması oyununda oyuncular paranın hangi yüzünün görüneceği hakkında tahminlerde bulunurlar. Bu oyun, daha çok spor karşılaşmalarında start vuruşunu belirlemek için kullanılır.

Aç kapıyı bezirgânbaşı
Aç kapıyı bezirgânbaşı, bezirgânbaşı.
Kapı hakkı ne verirsin, ne verirsin? oyununu hatırlayanlar gülümsesin.
Bezirgânbaşının, Osmanlı döneminde padişahın kullanacağı kumaşları sağlamak ve korumakla görevli bir kişinin olduğunu ve görevi itibarı ile birçok yere girmeye hak kazandığını hatırlatmakta fayda var. Oyunda da kapıların açılmasını sağlayanın bezirgânbaşı olması ayrıca manidar.


Soğuk kış günlerinde evlerde oynanan, 5’in katlarında “bom” demek suretiyle devam eden sürat ve matematik oyununu, ilkokul yıllarında devam eden “isim şehir” oyununu, “adam asmaca” ve “kutu kutu”, “kelime bulma” oyunlarını da listeye ekleyebiliriz…

Purim bir karnaval bayramı
Bu yıl 17 Mart Perşembe gününe denk düşen Purim, bir eğlence ve oyun bayramıdır. Purim’de çocuklara kıyafetli partiler düzenlenip onlara karnaval havası yaşatılır. Bilhassa çocukların piyes ve temsil denemeleriyle adeta bir gösteriye dönüşür. Purim’in kelime anlamı “zarlar” demektir (“Pur” = zar). Bu bayramda, Yahudi inancının yok olmasını arzu edenlerin, Tanrı’nın bu durumu tamamen değiştirmesi ile yenik düşmeleri kutlanır. Kura sonucu ortaya çıkan mucizenin anısına bayrama “Purim” adı verilmiştir. Purim’de gürültü yapma bir ananedir. Kaynana zırıltısı veya gırgıra da denen oyuncak, çocukların eğlencesi haline gelir. “Purim Şpil” de denen Purim oyunu ise, tarihsel bir destan olan Purim hikâyesinin komik bir versiyonudur. Purim’de zar oyunları oynamak, çeşitli oyuncaklarla gürültü çıkarmak sadece çocukların değil yetişkinlerin de çocukluk günlerine dönmesi için bir fırsattır.

 


Klinik Psikolog Verda Yohay ile Oyun ve Oyuncak üzerine
Günümüz yaşantısında, oyun ve oyuncaklar bir boş zaman değerlendirme ve eğlence aracı olarak görülse de insanoğlunun varoluş serüveninde, düşündüğümüzden daha derin ve çok yönlü etkilere sahiptir.

Çoğunlukla çocukluğa dair öğelerle özdeşleşen oyun kavramı, yaşamının tüm evrelerindeki her birey için önemli bir ihtiyacı da temsil etmektedir aslında. Oyunun; ruhsallığımızın, yaşamın zorlayıcı gerçeklikleriyle baş edebilmemiz için bize sağladığı mucizevi araçlardan biri olduğunu düşünüyorum. Oyuncu tarafımızın gelişimi elbette çocukluğumuz ve o dönemde oyunla nasıl ilişkilendiğimiz, bakım verenlerimizin oyuncu taraflarımızı nasıl ve ne kadar beslediği ile çok ilintili. Bu nedenle oyunun çocukluk dönemindeki önemi sıklıkla vurgulanmakta, çocuk gelişimi alanında bu konuya genişçe yer verilmekte.

Oyunun ve dolayısıyla oyuna aracılık eden oyuncakların etkisi zihinsel ve sosyal gelişim açısından vazgeçilmez olmakla beraber, daha geniş tanımı ile kişilik gelişimine olan katkısı yadsınamayacak kadar büyüktür.

Günümüzde tüketim çağının da etkisiyle iyi oyunların ancak yeni, süslü, detaylı, yapılandırılmış oyuncaklarla mümkün olduğu düşünülüyor. Ancak oyun ve oyuncaklar, insanoğlunun var oluşu kadar eski. Oyunu etkili kılan, oyuncağın özelliklerinden çok kiminle, nasıl, hangi duyguyla ve hangi amaçla oynandığı, ne kadar yaratıcılık ya da duygu içerdiği ve tüm bunların sonucunda iç dünyada nasıl yer ettiğidir. Örneğin evcilik oyunu… Basit bir oyun gibi düşünülse de sosyal rollerin, toplumsal yaşamın adeta bir provasıdır, aynı zamanda aile içi ilişkilerin çocuğun iç dünyasında nasıl yankı bulduğuna dair eşsiz bir gözlem aracıdır. Çocuk oyuna ya deneyimlediği ve gözlemlediklerini ya da eksikliğini yaşayıp arzuladıklarını yansıtır. Zihinsel gelişimi destekleyen yapbozlar, dil gelişimini destekleyen oyun ve oyuncaklar, motor ve kas gelişimine katkı sağlayan fiziksel oyun/oyuncaklar…

Tüm bu gelişimsel işlevlerinin ötesinde oyun; önce çocuk, sonra da çocukluğunu yanına katıp yetişkinliğine doğru yolculuk edecek birey için sağlam bir duygusal kaynağa dönüşür ve hem kendisi ile hem de ötekilerle işlevsel ilişkiler içinde, keyifli bir yaşam vaat eder.
Klinik Psikolog Verda YOHAY

Kaynakça:
https://gelenekselcocukoyunları.com
https://onedio.com
https://www.ekampus.orav.org.tr
https://renklikalemler.org
https://www.gencklavye.com
https://www.cocukdünya.com
https://tr.wikipedia.org