Amerikan Bağımsız sinemasının yüz akı Joel ve Ethan Coen’i katıldıkları 8 Cannes Film Festivali’nin basın toplantılarında ve jüri başkanlığı yaptıkları 2015 yılında gördüm. Bu yazımda Coen’lerin kariyerlerindeki tüm filmlerine değinmek gibi bir iddiam yok. Sevdiklerimle yetinip sevmediklerimi görmezden geleceğim. Başköşeye, son 25 yılda yapılan filmlerin en iyilerinden biri olan ‘Fargo’yu oturtacağım.
Amerikan sinemasının yüz akı temsilcileri, yönetmen-senaryo yazarı-yapımcı Joel ve Ethan Coen, absürt kara mizah türünün 7. sanattaki en başarılı isimleri sayılıyorlar.
1954 doğumlu Joel Coen, Minnesota’nın banliyösü olan ST. Louis Park’ta büyüdü. Ethan 1957 doğumlu. Babaları Edward, Minnesota Üniversitesi’nde Ekonomi Profesörü, anneleri Rena ise Sanat Tarihi Profesörü.
Holllywood’un en mazbut sinema adamları arasında gösterilen, adları skandallara karışmamış Coen’lerden ağabey Joel, fetiş oyuncusu Frances Mc Dormand ile evlendi. Ethan, eşi Tricia’yı galalarda yanından eksik etmez.
Ağırbaşlılıkları, ciddiyetleri ve mükemmeliyetçilikleri ile tanınan bu iki kardeşin, katıldığım basın konferanslarında, ciddiyetten ayrıldıklarına, bir sululuğa izin verdiklerine hiç tanık olmadım.
Suratına maske gibi yapışan aşırı ciddi haliyle ağabey Joel’in güldüğünü hiç görmedim. Daha yumuşak yüz hatları olan kısa boylu Ethan daha sempatik. Ama basının ikisine doğrulttuğu sorularda, cevap hakkını hep ağabeyine bırakması, saygısının belirtisi.
‘FARGO’ SON 25 YILIN EN İYİLERİNDEN
Coen Kardeşler katıldıkları 8 Cannes Film Festivali’nde kaliteleriyle öne çıkarak, bir kez Altın Palmiye, üç kez En İyi Mizansen, bir kez de (ikincilik ödülü sayılan) Jüri Büyük Ödülü’nü kazandılar.
Ben bu ödüllü filmlerin ikisiyle, ‘Fargo’ ve ‘İhtiyarlara Yer Yok / No Country For Old Men’ ile başlamak istiyorum.
‘Fargo’ bence Coen’lerin 22 uzun filmlik kariyerlerinin en iyisi ve son 25 yılda sinema sanatında yapılanların ilk beşine girecek kalitede.
Coen’lerin doğum yeri Minnesota’nın dondurucu ikliminde geçen konusuyla film, 1987’de yaşanmış gerçek bir hikâyeyi perdeye taşıyor. Zengin kayınpederinin işinde araba satıcısı olarak çalışan paragöz, beceriksiz Jerry’nin (William H. Macy) mali sorunlarını sona erdirecek bir plan etrafında gelişen olayları anlatıyor bu trajikomik film.
Jerry’nin anlaştığı iki karanlık adam, tamirci Grimsrud (Peter Stormare) ve beceriksiz arkadaşı Carl (Steve Buscemi) karısını kaçırarak, kayınpederinden yüklü bir fidye koparacaktır.
Ancak işler planladığı gibi gelişmez, katil ruhlu Grimsrud bir polisi ve olaya tanık olan iki kişiyi öldürür. Olayı çözmeye çalışan hamile kadın polis Marge (Frances McDormand) katillerin izini bulur, Grimsrud’u ve hayırsız damat Jerry’yi tutuklar. Kayınpederin getirdiği para dolu fidye çantasını anayol kenarındaki bir çukura gömen Carl’ın sonu felaketle neticelenecektir.
Filmlerine Kuzey Dakota’daki Fargo şehrinin ismini koyan Coen’ler, sayısız sürprizle izleyicilerini şaşırtıp ters köşeye yatırıyorlar. Suç filmleri kategorisinde ‘Fargo’, insanın kanını donduran bir kara film olarak, sinema tarihinin en iyileri arasında gösterilir.
Francis Ford Coppola başkanlığındaki Cannes jürisi Altın Palmiye Ödülü’nü Mike Leigh’in ‘Sırlar ve Yalanlar / Secrets and Lies’ filmine verirken, Coen’leri En İyi Mizansen Ödülü’ne kaydırdılar.
Cannes jürisi aynı filmin oyuncusu Brenda Blethyn’i En İyi Aktris seçtiler. ‘Fargo’daki müthiş performansı göz ardı edilen Frances Mc Dormand, intikamını, aynı yıl kazandığı Oscar Ödülü ile aldı.
SİNEMA TARİHİNİN EN PSİKOPAT SUÇLU KARAKTERİ
Coen Kardeşler Cannes intikamlarını Oscar’larda almayı ‘İhtiyarlara Yer Yok / No Country For Old Men’ ile 2007’de sürdürdüler. Stephen Frears başkanlığındaki jüri, Cristian Mungiu’nun ‘4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’ünü Altın Palmiye’ye layık görürken Coen’lerin filmini ödül listesine almadı.
‘İhtiyarlara Yer Yok’ Oscar yarışından 4 heykelcik ile çıktı. ‘En İyi Film’ Ödülü’nü kazanan yaratıcıları Ethan - Joel Coen, En İyi Yönetmen ve En İyi Uyarlama Senaryo Oscar’larını kazandılar.
Bu, şiddet temalı modern western’de, kiralık katil Anton rolüyle sinema tarihinin en psikopat suçlu karakterlerinden birini canlandıran Javier Bardem, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ına layık görüldü.
Cormac McCarthy’nin aynı adlı romanını sinemaya uyarladıkları bu filmle Coen’ler kariyerlerinde en çok ödül aldıkları filme imzalarını atmış oldular. Film Bafta’larda En İyi Film, Altın Küre’de En İyi Uyarlama Senaryo Ödülleri’nin sahibi oldu.
Filmde kanlı bir hesaplaşma sonrası olay yerinde bulunan para dolu bir çanta ve bu çantanın getirdiği bir bela olarak karşımıza sosyopat, takıntılı bir seri katil çıkar. Llewelyn Moss (Josh Brolin) geyik avında olduğu birgün Meksika sınırında, uyuşturucu pazarlığının bol kanlı sonuyla karşılaşır.
Geride kalan paraya sahip çıkan Moss, yaralı bir kaçakçıya su vermek amacıyla olay yerine dönünce, kiralık katil Anton (Javier Bardem) ile karşı karşıya kalır, başı beladan kurtulmaz. Yaşanan kovalama sonucunda birçok sivil zarar görecek ve dağınık görünen olaylar birbirine bağlanacaktır.
‘BARTON FINK’
Coen filmleriyle ilgili kişisel sıralamamda 3. sırayı Altın Palmiye Ödüllü ‘Barton Fink’e veriyorum. 1991 Cannes Film Festivali’nin Roman Polanski başkanlığındaki jürisi Joel Coen’e En İyi Mizansen Ödülü’ne, karizmatik aktör John Turturro’yu En İyi Aktör Ödülü’ne layık gördü.
‘Barton Fink’ Cannes tarihine, üç büyük ödülü (film, yönetmen, oyuncu) birden alan ilk film olarak geçti. Festival organizasyonu, o yıldan sonra birden fazla büyük ödülün aynı filme verilmesini yasakladı.
1941’de geçen konusuyla ‘Barton Fink’, Hollywood’da bir film stüdyosuna senaryo yapması için işe alınan sol görüşlü, Broadway’li başarılı oyun yazarı Barton Fink’in (John Turturro) öyküsü. Yeni işi için Los Angeles’in kasvetli bir otel odasına taşınan Fink, bir türlü esin kaynağına kavuşup yazmaya başlayamaz.
Oda komşusu gizemli ve geveze pazarlamacı Charlie’nin (John Goodman) hayatına karışmasıyla, Fink kendisini umulmadık bir cehennem tablosu içinde bulur. Vahşice öldürülen sekreter Audrey’in (Judy Davis) cesedini Charlie yok eder. Korkunç kâbuslar içinde kıvranan Fink, polisten, Charlie’nin sayısız cinayetten aranan bir seri katil olduğunu öğrenir.
Güçlü bir Hollywood eleştirisi gibi başlayan film, bir kıyamet günü kargaşası olarak devam ediyor. Coen’lerin fetiş oyuncusu John Goodman bu filmle En İyi Yardımcı Aktör Altın Küresini kazandı.
COEN’LERİN UNUTULMAZ FİLMLERİ
Coen Kardeşlerin 6 filminde oynayan John Goodman, yönetmenlerin -kişisel listemdeki- 4. sıradaki filmleri ‘The Big Lebowski’de, en akılda kalan kompozisyonunu çizdi.
Coen’lerin bana en çok keyif veren filmleri arasındaki ‘Orada Olmayan Adam / The Man Who Wasn’t There’ kara komedisi iki kardeşe Cannes’da 2001 yılında En İyi Mizansen Ödülü’nü kazandırmıştı.
Bu filmde berber Ed rolünde kariyerinin en iyi performanslarından birine imza atan Billy Bob Thornton’un, alabros saçlı şişman çocuğun saçını keserken ‘Nereden çıkıyor bu kadar saç?’ diye sorarkenki yüz ifadesini unutamam.
Muhasebecilik yapan Doris (Frances McDormand) ile evli olan Ed, berberlikten sıkılıp yeni bir iş açmak için ihtiyacı olan 10 bin doların peşindedir. Karanlık bir adam olan ve sonraları karısıyla ilişkisi olduğunu öğrendiği Big Dave, kendisine bu parayı getirecek bir şantaj yapmasını öğütler. Olaylar arzu ettiği gibi gelişmez.
Michael Stuhlbarg’a Holllywood’un usta karakter aktörlerinden biri olduğunu kanıtlama fırsatını veren ‘Ciddi Bir Adam / A Serious Man’, Coen’lerin kaliteli kara komedileri arasında yer alır. Film, karısını iş arkadaşına kaptıran fizik profesörü Larry’nin içler acısı öyküsünü anlatır. Larry evine taşınan kardeşi, disiplin sorunlu kızı ve oğlu ile başa çıkamaz. Coen’lerin adını duyuran, Dashiel Hammett’in romanından alınan, başrolünü Frances McDormand’ın oynadığı ilk filmleri, 1984 tarihli ‘Kansız / Blood Simple’ idi.
Üç yıl sonra yaptıkları, 1987 Cannes Festivali’nde yarışma dışı gösterilen ‘Rasing Arizona’nın galasında, 30 ve 33 yaşlarındaki iki kardeşi, ilk kez eski Festival Sarayı merdivenlerinde gördüm. Yanlarında eşleri ve Nicolas Cage, Holly Hunter ve John Goodman’dan oluşan oyuncu kadrosu vardı.
Bu komedi filminde, sürekli olarak suç işleyen, her seferinde yakalanıp hapse düşen, sabıka kaydı için resmini çeken kadın polise âşık olan H.I. McDunnough’nın eğlenceli öyküsü anlatılıyordu.
Coen’ler son filmleri ‘The Ballade of Buster Scruggs’ ile geçtiğimiz eylül ayında Venedik’te En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandılar. ‘True Gitt’ten sonra Coen’lerin western türüne dönüş yaptıkları bu filmde 6 farklı öykü konu ediliyor.
Yerleşimciler, alçaklar, kanun kaçakçıları, Coen’lerin eşsiz bakış açılarıyla aktardıkları, Vahşi Batı üzerine absürt bir sinema şöleni.
Sevdiğim Coen filmlerini kendilerine Cannes’da Jüri Özel Ödülü’nü getiren ‘Kadın Avcıları / The Ladykillers’ (2004) ile bitirmek istiyorum. Filmde dolandırıcı bir profesör, bir grup hırsızla bir kumarhane soygununu gerçekleştirmeyi planlar. Soygun planı yapmak için kiraladıkları evin sahibesi yaşlı kadın önlerindeki tek engeldir.
HATIRLAMAK İSTEMEDİĞİM COEN FİLMLERİ
İster Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’nü kazanmış olsun, ister Amerikan Eleştirmenler Birliği tarafından yılın iyi filmleri arasında gösterilsin, ‘Sen Şarkılarını Söyle / Inside Llewyn Davis’ (2013) hakkındaki fikrim değişmeyecek.
Büyük bir can sıkıntısı içinde izlediğim, bunalım atmosferli bu melankolik film, Coen’lerin hatırlamak istemediğim filmleri listesinin başında olacak. Listenin ikinci sırasında ‘Nerdesin Birader / O Brother, Where Are You’ (2000) absürt komedisi var.
Film 1933 yılında, Büyük Buhran zamanında Missisippi’de geçen konusuyla, hapishaneden kaçan üç mahkûmun öyküsünü anlatır. Dördüncü sıradaki ‘Miller’s Crossing’ (1990) Coen’lerin kariyerlerindeki 3. film olarak, iki rakip çete arasındaki güç mücadelesini anlatır.
Coen’lerin hatırlamak istemediğim filmleri listesinin sonunda, Sam Raimi’nin katkısıyla yaptıkları ‘Bir Şirket Komedisi / The Hudsucker Proxy’ (1994) var.
Film kendini akıllı sanıp aslında pek de zeki olmayan sıradan bir adamın işe girdiği büyük bir şirketteki yükselişinin öyküsü.
Yazıma son verirken, sinefil okurlarımın ‘Coen’lerden bahseden bir yazıda Roger Deakins’i pas geçmek olur mu?’ diye beni sorgulamalarını görür gibiyim.
On bir Coen filminin görüntü yönetmenliğini yapan, bunların beşinde Oscar’a aday gösterilen, ‘Blade Runner’ ile geçen yıl Oscar’ını kazanan Deakins’i yazıma almamamın bir sebebi var: Dergimizin Yayın Yönetmeni sevgili Nana Tarablus’un, “Viktor, yazın çok uzun, kısaltıver” notundan sonra, kısaltmak yazıyı yazmaktan bana daha zor geliyor. ‘Sophie’nin Seçimi’ gibi bir şey…