Tarih boyunca insanlar bilinçli veya bilinçsiz olarak çeşitli şekillere derin anlam, düşünce ve duygu yüklediler. Çok eski çağlarda mağaralarda yapılan resimler ve taşların üzerine yazılan yazılar, kendini ifade etme çabasının en somut örnekleridir. İnsanoğlu daha sonraları bu yazılanları ve çizilenleri idrak etme isteği ile yorumlamayı, sembolleştirmeyi, kültürel yaşama zenginlik yaratmayı başardı. Sanatın da başlangıcı sayılabilen bu imgeler günümüze kadar ulaştı.

Günlük yaşamda birçok ifade, kavram ve eşya olarak karşımıza çıkan semboller, gizemli bir dünyaya açılan kapı gibidir. Bu kapının arkasındaki gizemi keşfetmek için onları iyi çözümlemek ve iyi anlamak gerekmektedir. Dünya kültür mirasının en önemli taşıyıcı unsurlarından biri olan sembolleri tam olarak anlayabilmek için onların görünen yönünün ötesine geçerek, onları sorgulamak gerekmektedir. Ancak, sorgularken sembollerin farklı menşeleri olduğunu, kültürler arası etkileşim kanalı ile farklı bölgelere taşınmış olabileceğini ve taşındıkları topraklarda daha fazla kabul gördüklerini göz ardı etmemek gerek.

İşte tam da bu noktada insanoğlunun sorgulayabilmesi için beynine, üretebilmesi için de ellerine ihtiyacı vardır. Edebiyattan sanata, günlük yaşamdan bilime kadar birçok alanda medeniyeti adeta elleri inşa etmiştir. İnsan yaşamında elin gücü yadsınamaz bir öneme sahiptir.


Beynimiz düşünür, ellerimiz bu düşünceleri hayata geçirir
Üretmek, elin başlıca niteliğidir. El, olağanüstü kavrama becerisi ile insanın tutmasını, kontrol etmesini, karmaşık olanı çözmesini ve nesneleri şekillendirerek dönüşmesini sağlar. Bununla birlikte sanat, el ve akıl ile birleşerek vücut bulur. Mağaralarda gördüğümüz el figürleri ise gene insanoğlunun tarihe imza atma ve iz bırakma içgüdüsünün bir yansımasıdır.

Eller çok farklı anlamlara gelebilecek geniş bir anlatım gücüne sahiptir. Kimi zaman bir buyruk ifade ettiği gibi, bazen de koruma, kutsama, güç, yemin, güven ve öğretme anlamı taşıyabilmektedir.

“Hamsa” figürü
Sizce “Hamsa” sadece Yahudi evlerinin bir süsü müdür? Sanmıyorum, okul yıllarında birlikte ders çalıştığımız birçok Müslüman arkadaşımın evinde de “hamsa” figürü vardı. Öncelikle etimolojik bir inceleme yapalım…

Yahudiler, kem göze karşı koruyucu bir tılsım olarak kabul ettikleri “el” sembolünü, yaygın olarak İbranicede ‘beş’ anlamına gelen ‘hameş’ kelimesinin Arapça karşılığı olan ‘hamsa’ ismiyle kullanmaktadır. Sami dil ailesinin iki üyesi olan Arap ve İbrani dillerinin birbirine olan yakınlığının da ötesinde, ‘hameş’ ve ‘hamsa’ kelimelerinin gerek telaffuz gerekse anlam olarak özdeşmesi dikkat çekici.

6. Yüzyılda Kuzey Afrika’da hâkim Arap-İslam geleneğinin de etkisiyle Yahudilerin ‘hamsa’ kelimesini tercih etmiş olmaları mümkün. Zira, o dönemde her iki kültürün coğrafi olarak yakınlığı, birbirlerinden çokça etkilenmelerine neden oldu.

Yahudi geleneğinde
Yahudi geleneğinde hamsa, Musa’nın kız kardeşi Miryam’ın eli olarak düşünülür. Miryam ıssız çöllerde dolaşırken İsrailoğullarının hayatta kalması için elinden geldiği kadar azimle çalıştı. Miryam’ın eli bu açıdan güçlü el ile çalışkanlığın ve bağlılığın simgesi olarak düşünülür.

Hamsa, Yahudi geleneğinde Tora’nın 5 kitabı ile de ilişkilendirilir. Bir başka bakış açısı da Tora’nın beş duyu ile incelenmesinin yararlı olacağı düşüncesidir. İşitin, görün, dokunun, koklayın ve tat alın. Tora çalışmalarınıza tüm benliğiniz ile katılın.

Ayrıca din bilginleri nümerolojiye de çok önem verirler. Bazıları, 5 sayısının gücünü ‘heh’ harfinden aldığını düşündüler. Örneğin, ‘çocuklar’ anlamındaki ‘hayeladim’ sözcüğüne bir ‘heh’ harfinin sonradan eklendiğini, böylece çocukların koruma altına alınmış olduğunu varsaydılar.

Abraham’ın isminin, ‘heh’ harfinin eklenmesiyle tamamlandığına, böylelikle ‘baba’ olabildiğine ve bu harfin beş rakamının aleni bir tılsımı olduğuna yönelik iddialar dile getirilmektedir.


Bazı hahamların yorumlarına göre, Tora’daki “Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun...” ifadesi, kutsama ve bereketin bir diğer simgesi olan balığa, özellikle yaratılışın beşinci gün verilmiş olan bir kutsiyeti ifade etmektedir. Bu kutsiyetin ifadesi olan beş sayısının da, nazardan koruduğu yorumu yapılmaktadır. Bu düşünce ile hamsaların içinde göz simgesi kadar balık simgesinin de yer aldığını görmekteyiz.

Beş’in kutsiyetine atfen ifade edilen bir yorum da, On Emir’in beşer emir şeklinde iki ayrı tablete yazılmasıdır.

Hamsanın, Yahudilerin İspanya’dan 1492’de sürülürken dağılan çeşitli toplulukları aracılığıyla popüler hale gelerek yayıldığına dair bir varsayım bulunmaktadır. Ancak bunun doğrulanması zordur. Nitekim hamsa, İtalya veya Hollanda ve İngiltere gibi diğer Batı Avrupa ülkelerindeki Sefarad toplulukları arasında bulunmamaktadır. Rodos Adası’nda yerel nüfus tarafından bilinmeyen hamsanın, Sefaradlar arasında popüler olduğu da görülmektedir. 5 sayısının gücüne inanan Türkiye, Suriye, Fas, Tunus ve Cezayir gibi ülkelerde de hamsanın Yahudiler ve yerel halk ile paralel olarak popüler olmasını, bu ülkelerde her iki topluluğun iç içe yaşamış olmasına bağlamak mümkün. Bunun da ötesinde ‘hamsa’, İran, Afganistan ve Irak gibi İspanya sürgününden doğrudan etkilenmeyen İslam ülkelerindeki Yahudi toplulukları arasında da oldukça yaygındır.

Mistik olarak bereket doğurganlık ve kutsanma anlamları ile eşleşen hamsanın ketubalarda evlilik birliğine atfen kullanılması şaşırtıcı değil.

İsrail’de
Hamsanın İsrail’de 20. yüzyılın ilk yarısında artık pek kullanılmadığı görülüyor. Hamsanın konumunda yaşanan bu düşüş, diaspora ile ilgili özellikle “batıl inanışlara” tepeden bakma ve “ilerici bir bakış açışı” ile modern bir İsrail yaratma çabasıdır. O dönemlerde benimsenen politika, göçmenlerin, geldikleri dünyayı bırakmaları ve ‘tamamen İsrailli olma’ yolunda adımlar atmalarıdır. 1978’de Yahudi diaspora müzesi olan Beth Hatefusot’un açılışı ile tüm ülkelerden gelenlerin özellikleriyle birlikte İsrail içinde yeri olduğu bir kez daha vurgulandı. 1973 yılında Etnografya Müze’sinde farklı bir bakış açısına sahip Fas Yahudilerine ithaf edilen bir sergi düzenlendi. Sergide hamsalardan oluşan bir bölüm bulunmakta idi. Bu sergi İsrail’de bir çığır açtı. Tüm geleneklerin ayrı bir değeri olduğunu vurgulayan bu sergi adeta bir dönem noktası oldu. Hamsa bir uyanış yaşıyordu. Artık bir tılsım, bir batıl inanç objesi değil, bir kültürün bir parçası idi. İsrail Ulaştırma Bakanlığı Posta İdaresi, 2006 yılında Hamsa simgesini içeren bir pul serisi de bastırdı. Dindar kesimler, Hamsaların üzerinde Tanrı’nın isimlerinden biri olan ‘Şaday’ kelimesinin yer almasına tepki gösterdi ve bu pulların dağıtımı durduruldu, pullar ‘ender bulunan’ sınıfa dâhil oldu.

Bunca tepkiye rağmen, İsrail’in sürekli göç alan bir ülke konumunda olması nedeniyle kavramların önüne set koymak mümkün değildir. Bu dönemde bazı koleksiyoncular yok olmaya yüz tutmuş hamsa geleneğini kurtarmaya çalıştılar ve göçmen kültürüne yapılan saygısızlığın farkına vararak birtakım nesneleri gündeme getirdiler.

Bugün birçok dindar Yahudi, ‘hamsa’ kullanımını bütünüyle batıl bir inanç olarak görmekle birlikte bunun Talmud yahut Yahudi şeriatına aykırı olduğunu düşünmemektedir.

İslam geleneğinde
İslam dininde Hamsa’nın adı “Fatma’nın eli” tasavvufi anlatımda “pençe-i Âl-i abâ” ismi ile anılır. Bu sembolde başparmak Hz. Muhammed’i, işaret parmağı Hz. Ali’yi, orta parmak Fatma Ana’yı, yüzük parmak Hz. Hasan’ı, küçük parmağı ise Hz. Hüseyin’i temsil ediyor. Bir başka yoruma göre Hamsa, 5 vakit namazı ve İslam’ın beş şartını da vurguluyor. Bu yoruma göre, günün 5 vaktinde İslam’ın beş şartını yerine getirmek için olanak vardır.

Fatma, Hz Muhammed’in kızıdır. 15 yaşında iken Hz. Ali ile evlendi. Mütevazı bir çeyizle dünya evine girdi. Savaşlarda gösterdiği kahramanlıklarla da kadınlara örnek oldu. Savaş sırasında Hz. Muhammed’e uyguladığı bir tedavi ile dişinin kanamasını durdurmayı başardı. Bu iki olay; mütevazı çeyiz ile evlenmesi ve yarayı tedavi etme durumu, Fatma’nın elinin bolluk, verimlilik ve şifa eli olarak nitelendirilmesine neden oldu. Bu bağlamda Anadolu’da ebeler hamile kadınları doğurturken “Benim elim değil, Fatma’nın eli yardım ediyor” derler. Bir başka hikâyede ise Fatma, Hz. Ali’yi genç ve güzel bir odalık ile görür. O anda karıştırdığı helvaya şaşkınlıktan elini sokar. Fatma’nın eli yanmaz. O günden sonra yemek pişirirken “Ben değil, Fatma’nın eli pişiriyor” denir. Sabrın bereketin ve sadakatin simgesi haline gelir. Her güçlük Fatma’nın eli ile aşılacaktır.

Fatma’nın eli veya Miryam’ın eli, ne olursa olsun... Her ikisi de gerek tasavvufi açıdan gerekse Kabalistik olarak yorumlanabiliyor.

İsrailli sanatçı Gad Ullman
Ünlü sanatçı 1935 yılında Tel Aviv’de doğdu. Sanatın her türüyle yakından ilgilenen Ullman ressam, heykeltıraş ve grafik sanatçısıdır. Yaratıcı fikirlerinin yanı sıra, baskı teknikleri hakkında araştırmalar yaptı, fotoğrafçılık ile grafik çalışmalarını birleştirdi. İlhamını, çocuk oyunlarından, salıncaklardan ve çeşitli spor faaliyetlerinden alıyor.


Gad Ullman


Gad Ullman’ın en büyük özelliği savaş sırasında yaptığı eserlerle savaş dışı yıllarda yaptığı eserler arasındaki renk farklılığı. Savaş sırasında siyah/beyaz çalışan sanatçı, savaş biter bitmez renkli dünyaya geri dönüyor. Sanatçının en sevdiği metal ise bakır. King Salomon Oteli’nin duvar kaplamalarına gravürler ekleyerek zenginleştirdi. Her sabah gittiği deniz kıyısında, çeşitli malzemeler kullanarak yarattığı “Deniz Kızı” koleksiyonu, büyükanne ve büyükbabasının evindeki gümüş objeler ve onların anlattığı anılara dayanıyor. Bezalel Üniversitesi’nde okurken fresk sanatı ile tanıştı. Alçı, bakır ve camın iç içe girdiği eserleri her zaman beğeni topladı.

Hamsa ve Kadın
Hamsa -Fatma’nın eli veya Miryam’ın eli- doğum yapan kadınlara yardım eden, evlilik akdi olan ketubalara süs olan bir simge. Biraz feminist bir düşünce olsa da Fatma da Miryam da kadın. Ketubalar da kadın haklarını korumak adına yapılan bir simge…

Evinize bir hamsa alın. Sihrine inanın veya inanmayın, güzel bir dekoratif obje ile duvarınızı süslemiş olacaksınız.