Zali De Toledo ile yıllar önce İstanbul’daki İsrail Konsolosluğu’nda “Kültür Ataşesi” görevini ifa ederken yakınlaşmış ve sevgi dolu bir arkadaşlığın temellerini atmıştık. Bu güzel arkadaşlık zamanla sağlam bir dostluğa evrildi. Köprünün altından çok sular aktı. O görevini bitirip İsrail’e geri döndü, ben de oraya göç edince, kendisiyle sık sık karşılaşmaya başladık. Kaldığımız yerden devam ettik.

Geçtiğimiz yıl kaleme aldığı ve İngilizce yayınlanan “They Called Him a Gangster” adlı kitabı, Aycan Ak tarafından Türkçeye tercüme edildi ve Aralık ayında “Mafyanın Muhasebecisi” adıyla Mundi - Can Yayınları tarafından yayınlandı.

Bu çerçevede Zali De Toledo ile siz Şalom DERGİ okuyucuları için söyleştik.

 

Zali De Toledo kimdir?
1943 yılında İstanbul’da doğdum. Varlık Vergisi yüzünden tüm servetini kaybeden ailem, mecburen Kasımpaşa’ya taşındı. Orada büyüdüm. Aydın İlkokulu’ndan sonra St. Pulcherie’ye gittim. Varlık zamanı eve gelen hacizciler bir büyük şilte dışında, ben o sırada içinde uyuduğum için, bebek arabasını almadılar; ailem ve ben o güzel evimizden çıkmak zorunda kalmışız. Anneannem o fakirlik içinde, geçim için Romanlara elbise dikerdi. Malum Kasımpaşa Roman nüfusuyla meşhurdu. O yıllardan; elbiseleri anneannem tarafından dikilen, renkli Roman düğünleri, şen şakrak müzikleri belleğime kazındı. Bir de radikalar... Romanlar onları kırlardan toplayıp sepetlerine koyup satarlardı.
Sonra Taksim’e taşındık, ancak hayat benim için git gide zorlaştı. Babam çok hasta oldu. St. Pulcherie Fransız Ortaokulu’na girmiştim ama oradan nefret ettim. Okuldaki eğitim ezbere ve katı disipline dayanırdı. Orada sadece Soeur Catherine adlı bir öğretmenimi çok severdim. Bana Fransızca, “Sadece zirzoplar hayatta başarılı olur” demişti.
Bir zaman sonra aileme İsrail’e gitmek istediğimi söyledim. Babam bana gidiş-dönüş bileti aldı. 10 Nisan 1960’ta İsrail’e geldim. Bir süre sonra dönüş biletimi geri yolladım çünkü İsrailli olmak istedim. O yıllarda yeni kurulan ülkenin bir parçası olmak istiyordum. Beni bir kibbutza yolladılar; Gazze yakınlarında kurulmuş olan ‘Kibbutz Yad Mordechai’ın bir üyesi olmuştum. Orada kunduracılık öğrendim. Fas kökenli Sefarad genç bir delikanlı ile tanıştım, İspanyolca konuşuyorduk. Zaten o yüzden yakınlaşmıştık. 28 Aralık 1960’da onunla evlendim, 1961 yılında da kızım Simona doğdu, 18 yaşındaydım.
Çok kötü bir evliliğim oldu, çok şiddet gördüm. Bugün kadınlara yapılan şiddeti duyduğumda tüylerim diken diken olur. Bütün inancımla diyorum ki, “Kadını dövmek, erkekliğin en rezil safhasıdır.” Dayak meselesi insanlığın en büyük yarasıdır.
Boşandık ve kızımı elimden aldı. Ben yaklaşık on yıl boyunca kızımı hiç görmedim. Hayatımın en büyük hatasını yaparak, Türkiye’ye geri döndüm. Çocuğumu kaçıramadım, çünkü İsrailli idi. O dönemlerde Türkiye’de pek boşanma yoktu, bu bir skandal olarak nitelendirilirdi. İstanbul’daki ailem bunu kabullenemediler. Sonunda bıktım ve İsrail’e geri döndüm. Çocuğumdan uzaktım ama ona eşimin teyzesi bakıyordu. Kızımı çok sevmişti. Kızımla haberleşiyordum ve o, hep yanıma gelmek istiyordu ama benim maddi gücüm yoktu, tek bir odada yaşıyordum. Odada banyom bile yoktu. Evli değildim. Ona, “Bu şartlarda sana nasıl bakabilirim?” derdim. Yeruşalayim’de yaşıyordum. King’s Otel’de ve Ganei Yeuda Oteli’nde tuvalet temizliyordum. O zaman bir çocuğa yetecek kadar mali gücüm yoktu.


Kitabınızın kahramanı Meyer Lansky ile o dönemde mi tanıştınız?
1967 / 6 Gün Savaşı’ndan sonra Tel Aviv’e gittim. Kızımı görmek için önce kuzeye gittim, savaştan zarar görmemişti ve sağlığı iyiydi. O dönemde İsrail’e akın akın turistler gelmeye başlamıştı. Savaştan sonra tüm dünya Yahudileri, zafer ve gurur duygusu taşıyorlardı. O sırada Tel Aviv Dan Oteli’nde garsonluk yapıyordum. Orada kimleri tanımadım ki; Melina Mercury, devlet büyükleri, Golda Meir, Moshe Dayan, Rothschild ailesi vs.
25 yaşındaydım ve güzel bir kadın olduğumu söylerlerdi. Dan Oteli’nde çalışırken karşıma Meyer Lansky çıktı. Âşık olduk. Benden 40 yaş büyüktü, 67 yaşındaydı. Büyük bir aşk yaşadık. 80’ine doğru yaklaştığında artık benim en yakın dostumdu. Onsuz bir hayat düşünemezdim. Meyer, İsrail’de benim için kaldığını açıkça söylerdi. Bir gün bana, “Senin için ne yapabilirim?” diye sormuştu. Kızım hala yanımda değildi. Bir arkadaşımın beni çok zorlaması üzerine, “Küçük bir evim olsaydı, çocuğumu sahiplenebilirim” dedim. Bana Weizmann Sokağında bir ev satın aldı; beni kızıma kavuşturdu.
Eski eşimin yeni karısı Edna sık sık bana ağlayarak gelir, kocasını şikâyet ederdi. Birgün ona, “Benim kiminle olduğumu biliyorsun. Kocana söyle bana kızımı versin, yoksa başı belaya girer” dedim. İki gün sonra kızım yanıma gelmişti. Kızım eve geldi ama birbirimizi çok tanımıyorduk. Ondan çok çekiniyordum. Onunla birlikte yaşamak beni çok korkutuyordu. Kızımın da rızasıyla onu Hadasim adlı çok iyi bir yatılı okula verdim. Hafta sonları buluşurduk. İnanır mısın, kızım benim en yakın, en çok seven ve en sadık dostum oldu. Artık birbirimize çok bağlı bir ilişki kurmuştuk. Daha sonraları kızıma başımdan geçenleri anlatarak, onun beni anlamasını istemediğimi, çünkü anlayabilmesi için böyle şeyler yaşaması gerektiğini, benim ise bunu hiç dilemediğimi söyledim. Simona daha sonra evlendi, üç çocuğu oldu, mutlu bir evlilik yaşadı, artık o da iki torun sahibi.
Meyer’e dönecek olursam, o bana eğitimimi geliştirmek için çok destek verdi. İngilizcemi ilerletmek için derslere ve farklı eğitim kurumlarına gittim ve çok şey öğrendim.


Zali De Toledo ve Sara Yanarocak

Meyer Lansky’nin akıbeti ne oldu?
Nixon, Watergate skandalıyla yoğunlaşan tepkilere yeni gündem yaratmak amacıyla Golda Meir’e baskı yapıp, Lansky’yi geri istedi. Lansky İsrail’de istenen bir kişi değildi. Sınır dışı edilmeden bir gün önce Ariel Sharon onu telefonla aradı, “Gitme” dedi. Fakat kendisi bunu kabul etmedi, “Devletin işleyişinde pürüzler yaratmak istemiyorum” diyordu. Sonunda, “Devlete layık bir birey olmadığı ve tehlike oluşturduğu” gerekçesiyle onu sınır dışı ettiler. Ben yıllar sonra, Ariel Sharon komaya girmeden üç hafta önce randevulaştığımızda, kendisine bu konu için gönülden teşekkür etme fırsatını bulduğum için kendimi çok iyi hissederim.
Meyer aslında tam bir vatan severdi. İsrail Devleti kurulurken çok parasal ve silah edinme yardımları yaptı. 1929 yılında Amerika’daki içki yasağı döneminde, yasa dışı içki satışı yapardı. Bu yüzden mafya ile ilişkisi vardı. Daha sonra Küba’ya gitti. Orada oteller, kumarhaneler kurdu. Büyük paralar kazanmıştı. Fidel Castro iktidara geldiğinde elindeki her şeye el kondu. Neredeyse sıfıra indi. Her şeyi orada kaldı. Amerika’da Las Vegas’da kurulan ilk kumarhanelerden biri Meyer Lansky’nindi.

İlişkiniz nasıl devam etti?
Meyer zaten evliydi, ama karısı her zaman yanında değildi. Belki kocasının yanında olsaydı, benimle olmazdı bile. Bir kızları ve iki oğulları vardı. Oğullardan biri spastikti, diğerini ise kendi yaşantısından çok uzak tutmak ve korumak için Amerika’nın en önemli askeri okulu olan West Point Military Academy’de okutmuştu. Oğlunun Albaylık rütbesi vardı. Vietnam savaşında kahramanlık takdirnamesi almıştı.
Meyer hep benimle birlikte kalmak istiyordu, bu yüzden İsrail vatandaşı olmak için büyük çaba verdi. Ama İsrail Devleti onu vatandaşlığa kabul etmedi. Bunlar benim için çok üzücü zamanlardı. İsrail’den sonra, uzun maceralar ve 57 saatlik bir uçuş serüveninden sonra, FBI onu Miami’ye kaçırdı. Ben bütün mahkemeleri için Miami’ye gittim ve onu yalnız bırakmadım. Yargılandığı tüm mahkemeleri kazandı ve aklandı. 80 yaşındayken kanserden öldü.

Lansky’den sonraki yaşamınız…
Meyer Lansky’den sonra yeni bir iş arayışına girince, İsrail Filarmoni Orkestrası’na kasiyer olmak için başvurdum. Önce kabul edilmedim, ama kısa bir süre sonra başka bir pozisyonda çalışmak üzere beni telefonla aradılar ve işe kabul edildiğimi söylediler. Beni işe alan Avi Shoshani’nin adını anmadan geçemem. Filarmoni’nin halkla ilişkiler görevini üstlendim. Filarmoni için gereken tüm yazışmaları, randevuları, temasları, bakanlıklar ve elçiliklerle olan ilişkileri ve 36.000 aboneden oluşan seyirci kapasitesine göre davetiyeleri ve bildirileri hazırladım. O yıllarda hayatım çok renkliydi. Filarmonide tam on yıl çalıştım.
Birgün Amerikan Büyükelçiliğinde verilen bir kokteylde Shimon Peres ile karşılaştım. Kendisini zaten otelde garsonluk yaptığım yıllardan beri tanırdım. Shimon’a yıllar içinde neler yaptığımı anlattım. Türk kökenli Sefarad olduğumu söyledim ve onun seçim propagandalarında gönüllü olarak çalışmak istediğimi bildirdim. Peres bu konuyla çok ilgilendi ve beni ekibine aldı. Eski generallerden Uzi Narkiss’le çalıştık. Kampanya çok başarılıydı. Avusturya Cumhurbaşkanı İsrail’i ziyaret ettiğinde, King David Oteli’ndeki davette ben de vardım. Shimon’a, İsrail Devletini Türkiye’de başarılı şekilde temsil etme görevini vermesi için rica ettim. Filarmonideki ve seçim kampanyasındaki başarılarımı takdir ettiği için, tam üç ay sonra beni İsrail’in Kültür Ataşesi olarak atadı ve Ankara’ya gittim. Sanat dünyasından o kadar tanışıklıklarım vardı ki, Ankara’ya gittiğimde zaten elimde 5 tane hazır sanat faaliyetim vardı. Bu görevde tam 10 yıl çalıştım.

Başarılı bir kariyerden ayrı olarak hayvanlara çok düşkün olduğunuzu biliyorum
Evet hayvanları çok severim, özellikle de kedileri. İstanbul’daki evimde 11 kedim vardı. Şimdi 6 kedim var. Ben vejetaryenim, kürk bile giymem. Plastiğe alerjim olduğu için mecburen hakiki deriden ayakkabılar giymek zorunda kalıyorum.

Bu kitabı yazmak fikri nasıl doğdu?
Kitabı, Meyer ve eşi öldükten sonra yayınlamaya karar verdim. Zamanla Meyer’in adı da artık dünyada farklı bir biçimde anılmaya başlanmıştı. Kitabım Amazon’da ‘en çok okunanlar’ arasına girdi. Geçtiğimiz Aralık ayında da Mundi - Can Yayınları tarafından Türkçe tercümesi yayınlandı. Adı: “Mafyanın Muhasebecisi”.

Yeni bir kitap projeniz var mı?
Aslında var, ama henüz kafamda kuruyor ve düşünüyorum. Hayatımda iki kez delicesine âşık oldum; ilki Meyer idi, ikincisinin adı saklı kalsın. Yaklaşık 27 yıl süren bir ilişkiydi. O hikâye belki yeni bir kitaba konu olabilir.

Şalom DERGİ aracılığı ile okurlara özel bir mesajınız var mı?
Var… Mesajım özellikle kadınlar için. Kadınlara saygım sonsuz. Bilhassa kuvvetli ve kendine yeten kadınlara. Ben şiddet gördüğüm için, bu vaziyetteki kadınlara, “Sakın susmayın! Sabretmeyin! Kendinizi böyle hastalıklı ilişkilerden kurtarın! Cesur olun, konforunuzu bırakmaktan korkmayın ve kendinize saygın bir yaşam kurmaya çalışın” mesajını göndermek istiyorum. Kadın kendi gücü ve cesaretiyle, kendine yeni bir hayat çizgisi yaratabilir.

Zali De Toledo’ya, bize ayırdığı değerli vakti ve hoş sohbeti için gönülden teşekkür ediyoruz.