Çok kaliteli iki film ülkemizde vizyon şansı bulamadı. Bunlardan biri Danimarkalı Lars Von Trier’in müthiş bir seri katil portresi çizdiği “Jack’in İnşa Ettiği Ev”, diğeri Fransız Claude Lelouch’un ünlü trilojisinin noktalayan “Bir Hayatın En Güzel Yılları”.
Sıra dışı bir seri katil filmi

Michael Haneke ile birlikte sinema sanatının en kışkırtıcı, rahatsız edici, şok yaratan iki yönetmeninden biri olan Lars Von Trier’in son iki film “Nymphomaniac” (2013) ve “Jack’in İnşa Ettiği Ev / The House That Jack Built” (2018) ülkemizde vizyon şansı bulmadı.

Bu son film 1970’lerin Amerika’sında, becerikli Jack’i 12 yıllık bir zaman diliminde takip ederek işlediği cinayetlerle bir seri katile dönüşmesini anlatıyor. Mühendis kökenli Jack planladığı cinayetlere birer sanat eseri gözüyle bakarken her seferinde daha çok risk almaktan çekinmiyor.

Felsefi referanslarla yüklü bu zeki ve alaycı film, seri katil filmleri zincirine sağlam bir halka olarak ekleniyor. Bunda Von Trier’in gerilimli atmosfer yaratmadaki becerisinin, yüksek tansiyonlu mizanseninin, seri katili canlandıran Matt Dillon’un müthiş performansının rolü var. Filmin bütün yükünü omuzlarında taşıyan Dillon kariyerinin en başarılı kompozisyonunu çiziyor.

Filozofik bir öfke olarak takdim edilen “Jack’in İnşa Ettiği Ev” mizah içeren, karanlık ve ürkütücü yapısıyla öne çıkıyor. Aşağıdaki sıfatların tümü bu çizgi dışı film ve kahramanı için geçerli: sofistike, gizemli, mükemmeliyetçi, sinik, sadist, psikopat, temizlik hastası, obsesif.

Son filmleri “Antichrist” (2009) ve “Nymphomaniac”ta (2013) olduğu gibi kışkırtıcı üslubunu sürdüren Von Trier, 5 bölüm halinde sunduğu filmindeki cinayetleri iğrenç detaylar eşliğinde anlatıyor: Aşağılanan, tecavüze uğrayan, bıçakla memeleri kesilen kadınlar… (Antichrist’te Charlotte Gainsbourg vajinasını makasla kesiyordu.) Bu filmde Matt Dillon kırmızı bir markörle çizdiği sınırlardan kurbanının memesini keskin bir bıçakla kesiyor.

Annelerinin gözü önünde uzun namlulu tüfekle nişanlanarak öldürülen çocuklar, Nazilerin uyguladığı yöntemle kurşuna dizilen erkek kurbanlar… Tek kurşunla birkaç kişiyi öldürme takıntılı Jack, bunu gerçekleştirmek için uygun kurşunu titizlikle araştırır.

Sofistike, psikopat bir seri katil

Von Trier’in filmlerindeki kadınlar kurban, acınacak halde ve erkeklerin haksızlığına uğruyorlar. “Karanlıkta Dans / Dancer in the Dark”ta (2000) Björk’ün canlandırdığı Selma’nın oğlunun göz ameliyatı için biriktirdiği parayı komşusu Bill (David Morse) çalıyordu. Jack kurbanlarının canının alırken aceleci davranmıyor, kan dondurucu bir sükûnet içinde soğukkanlılıkla, mükemmel bir cinayet için tasarladığı planı hayata geçiriyordu.

Filmin açılış sekansında yolda arabası arızalanan, Uma Thurman’ın canlandırdığı bir kadını, sırf gevezeliğine tahammül etmediği için vahşice katlediyor. Film bencil bir dünyada yaşadığımız gerçeğini yüzümüze vuruyor: Artık kimse kimsenin yardımına koşmuyor. Öldürülmek üzere olan bir insanın yardım çığlığına komşuları dâhil herkes ilgisiz kalıyor.

Jack’in kurbanlarını kasap gibi kestiği sahneler arasına Von Trier, arşiv görüntülerinden Hitler’in nutuklarını, ölüm kampı Buchenwald’ın görüntülerinden eklerken, insanoğlunun içinde barındırdığı kötülüğü yüceltmeyi amaçlıyor.

Lars Van Trier’in yazdığı senaryodaki öyküyü anlatmada gösterdiği beceri, yüksek tansiyonlu mizanseni, gerilimli bir atmosfer sağlamadaki ustalığı, Matt Dillon’un inandırıcı oyunculuğu “Jack’in İnşa Ettiği Ev”i birinci sınıf bir film yapıyor. Seks amaçlı cinayet işlemeyen, takıntılı ve mükemmeliyetçi seri katil Jack rolü için Matt Dillon’dan iyisi bulunamazdı. En İyi Film Oscar Ödüllü “Çarpışma / Crash”ta (2004) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar’a aday gösterilen, gençlik yıllarında Francis Ford Coppola’nın “Siyam Balığı / Rumble Fish” (1983) ve Gus Van Sant’ın “Drugstore Cowboy” (1989) gibi iki başyapıtta oynayan, Farelly Kardeşlerin popüler filmi “Ah Mary Vah Mary”sinde başrolü Cameron Diaz ile paylaşan Matt Dillon’un uzun yıllardır sesi sedası çıkmıyordu.

İsviçre sinemasının yetiştirdiği en iyi karakter oyuncularından biri olan Bruno Ganz’ın bu filmde canlandırdığı Verge karakterinin Jack ile yaptığı sohbetlerde, bizleri seri katilin sofistike psikopatlığını tahlil etmemize aracı oluyor. Ganz bu filmden bir yıl sonra aramızdan ayrıldı.

Dogma akımının kuramcısı, “Karanlıkta Dans”, “Dalgaları kırmak” gibi başyapıtların yaratıcısı Von Trier’den bizleri şaşırtacak, sarsacak, kızdıracak yapıtlar beklemek hakkımız.

Son yılların en romantik filmi

Claude Lelouch’un “Bir Erkek ve Bir Kadın / Un Homme et une Femme”ın kahramanlarını 53 yıl sonra bir araya getiren filmi “Bir Hayatın En Güzel Yılları / Les Plus Belles Années d’une vie”si son yılların en güzel romantik filmi.

Yılların eskitemediği Lelouch’un (83) duyguları ifade etmedeki beceresine, izleyicinin yüreğine hitap etmedeki hünerine bir kez daha tanıklık ettiğimiz bu filmle ünlü triloji tamamlanmış oluyor. Yılların tahribatına rağmen, iki başrol oyuncusu 89’luk Jean-Louis Trintignant ile 87’lik Anouk Aimée’yi yaydıkları enerjiyle ekranda görmenin büyüleyici bir nostaljik gücü var.

Çiçeği burnunda bir sinefil olarak 1966’da katıldığım ilk Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’nü kazanan “Bir Erkek ve Bir Kadın”ı yol göstericim rahmetli Tuncan Okan ile birlikte izlemiştik. O güne kadar Lelouch’un adını duymamıştım. Hakkında bilgi istediğimde Okan bana: “Orta halli bir yönetmen, yaptığı 6 filmle sivrilememiş vasat bir yönetmen,” demişti. Filmin sonunda alkıştan inleyen salonda birbirimize şaşkınlıkla bakmıştık. İzlediğimiz film duygu dolu bir başyapıttı.

Claude Lelouch 1986’da (bu kez yarışma dışı olarak) Cannes’da gösterilen “Bir Erkek ve Bir Kadın: 20 Yıl Olmuş Bile / 20 Ans Déjà” ile aynı oyuncu kadrosuyla trilojisinin ikinci ayağını yapmıştı. İlk filmde, okuldaki çocukları vasıtasıyla tesadüfen karşılaşan, dul bir script-girl ile araba yarışçısını 53 yıl aradan sonra bir araya getiren “Hayatımızın En Güzel Yılları” iki müthiş müzisyene ithaf edilmiş: aramızdan ayrılan besteci Francis Lai ile şarkıcı Pierre Barouh’a.

Lelouch bu son filmin senaryosunu, Annie Girardot’nun Alzheimer’inden ilham alarak yazmış. Hayatına giren kadınlardan biri olan Girardot bu hastalığa yakalandıktan sonra hatırladığı ve sorduğu tek insan Claude Lelouch’muş. Ziyaretinde kendisini başta tanımamış. Hafızasındaki gel-gitleri senaryosuna aktarınca, Alzheimer hastası Jean-Louis Trintignant, ziyaretçisi de eski aşkı Anouk Aimée olmuş.

Bir hayatın en güzel yılları henüz yaşanmamış olanlarıdır

Filmin çatısı iki ana tema üzerine kurulmuş: duygular ve nostalji... Lelouch müzik duygusu ve şiirsel bir sinema diliyle, geride kalan (yaşanmış) acıların yatıştığını anlatıyor. İki aşığın sohbetleri saatlerce sürse de izleyici bitmesin istiyor. Söylemlerinde eski aşklarının geride bıraktığı kapanmayan yaraların izi var.

“Bir Hayatın En Güzel Yılları” sinema tarihinde 50 yıl arayla aynı oyuncuları, aynı öykü etrafında bir araya getiren ilk film olma ayrıcalığını taşıyor. Hayatı boyunca yorulmadan kadınların peşinden koşan Jean-Louis, Alzheimer hastası iken Anne’i her gördüğünde ‘baştan çıkarılması gereken biri’ olarak görüyor.

Lelouch, Cannes’daki basın konferansında “En beğendiğim senaryo yazarı hayattır. Ben sürekli arayış içinde olan insanları severim. Kariyerim boyunca hep yolları tesadüfen kesişen insanların öykülerini anlattım. Kahramanım Jean-Louis ölüme yaklaştığının bilincinde, pişmanlıklarını dile getiriyor. Kadınlara düşkünlüğünü itiraf ediyor,” demişti.

Filmde ölüme yer yok. Umut hep ön planda. Nitekim aradan 50 yıl geçtikten sonra iki sevgilinin çocukları yakınlaşıp yeni bir hayata yelken açıyorlar. Jean-Louis’nin Anne’dan ayrıldıktan sonra İtalya’da katıldığı bir araba yarışında tanışıp evlendiği İtalyan karısından olma kızı Elena’nın (Monica Bellucci) babasına yaptığı ziyarette söylediklerinde hep umut ışığı var.

Lelouch filminde, 1976’da yaptığı “C’était un Rendez-Vous” adlı tek plan - sekanslı filmine de yer vermiş. Yarı yarıya boş Paris caddelerinde, çılgın süratle seyreden, kırmızı ışıklarda durmayan bir yarış arabası var bu sekansta.

Lelouch’un bir de itirafı var: “Bir Erkek ve Bir Kadın’ı yaptığımda 25 yaşındaydım. O güne kadar yaptığım 6 film beğenilmemişti. Bu benim son filmim olacak diye yola çıktım. Zira kaybedecek bir şeyim kalmamıştı. Filmin Altın Palmiye’nin ardından 2 Oscar kazanmasıyla hayatım değişti.”

Tek filmin senaryo yazılımına katılan ve Lelouch ile En İyi Senaryo Oscar’ını paylaşan Pierre Uytterhoeven’e son filminde Valerie Perrin eşlik ediyor. Amerikalı aktris, Lelouch’un 12 yıldır hayatını paylaştığı insan. Senaryodaki kadın diyaloglarını kendisi yazmış.

Michael Haneke’nin “Aşk / Amour” filmiyle bir Altın Palmiye’si olan Jean-Louis Trintignant için Lelouch: “Bu gözlerin ve yüzlerdeki kırışıklıkların filmini yapmak istedim. Jean-Louis’nin yüzünde ise hayata bağlı kalmanın parıltısını yakaladım. Filmimde ‘aşkı yaşamanın yaşla ilgisi yok’ demek istedim.”

Canlandırdığı rolde, Trintignant, hayatı ve kadınları seven bir erkekti. Ama onlara sadık kalmayı hiç düşünmedi. Araba yarışlarında olduğu gibi hayatı da hep hızlı yaşadı. Aksine, tek aşka inanan Anne hep sadık kaldı.