Haber resmi: Elizabeth Barrett


Size kitap, müzik, zarafet ve sevgi dolu evlerde büyümüş iki çok nitelikli insanın aşklarını anlatacağım. Göreceksiniz ki, dünya edebiyatına olağanüstü eserler kazandırmış bu iki insanın birbirlerine olan aşkları bugün bile içimizi ısıtıyor. Bu durumda, “Aşkları sadece onlara aitti” denilebilir mi?

Elizabeth Barrett bir aşk evliliğinin 12 çocuğundan en büyüğü idi. Anne ve babası çok varlıklı ve çocuklarına düşkün insanlardı. Elizabeth dört yaşında okuyup yazabiliyordu. Altı yaşında, okuduğu romanları tartışabiliyordu. On bir yaşında, son derece anlamlı şiirler yazmaya başladı. On dört yaşına geldiğinde, babası kızının olağanüstü şiirlerini gururla bastırmıştı bile. Elizabeth dört dilde okuyup yazabilecek kadar iyi bir eğitim görmüştü.

On beş yaşına geldiğinde attan düştü ve omurgası zedelendi, kalan ömrü boyunca da zaman zaman morfin alacak kadar ağrıları oldu. Vaktini okuyup şiir yazarak geçirmeye adadı. Otuzlu yaşlarında artık tanınan ve sevilen bir ozandı.


Robert Browning


Öte yandan o yıllarda İngiltere’de bir başka harika çocuk daha yetişmekteydi. On iki yaşında ilk şiir kitabını yazan Robert Browning, içerisinde 6.000 kitap bulunan bir evde edebiyat sohbetleri yapan anne babasının dizlerinin dibinde büyümüştü. Annesi müzisyendi. Dört dilde eğitim görmüş olan Robert, beste yapabiliyor, oyunlar yazıyordu. Kısa zamanda çok sevilen ve okunan bir ozan ve yazar olmuştu

Anlayacağınız her ikisi de son derece kültürlü insanlardı. Doğal olarak da birbirlerini takip ediyorlardı.

Öykü, Elizabeth Barrett’in, Browning’in yeni yayınlanan bir eseri ile ilgili dostlarına övgü dolu satırlar karalaması ile başladı. Elizabeth, Browning’i “Çağımızın en iyi ozanlarından biri” diye adlandırmıştı. Bu yazdıkları Browning’e söylenince, genç ozan cesaretini toplayıp Elizabeth Barrett’e bir mektup yazdı. Mektubunda şu satırlar göze çarpıyordu; “Sevgili Bayan Barrett, şiirlerinizi ve onların taze, eğlenceli müziğini, zengin dillerini, zarif dokunuşlarını ve içerdikleri cesur düşünceleri tüm kalbimle seviyorum.” 

Bu mektuplaşma sürdü. Robert Browning, bir yıl içinde toplam 573 mektup yazdı. Bu mektuplar ve yanıtları, içlerindeki şiirler, birer edebiyat harikası olarak kabul ediliyor. Bir süre sonra Robert Browning yaşamında hiç görmediği Elizabeth Barrett’e duyduğu aşkı açıkça yazmaya başladı. Elizabeth ise böyle şeyler yazmaması gerektiğini, bir daha ona aşkından bahsedecek olursa mektuplaşmayı keseceğini yazdı. Barrett bir süre kendini tuttu ve daha dikkatli ve derin yazmaya başladı. O kadar ki, Elizabeth sırdaşı Mrs. Martin’e şunları yazacaktı; “Artık bana aşkını açıkça itiraf etmiyor ama o denli zarif ve ince yazıyor ki, ne demek istediğini anlamamak mümkün değil.”

Sonunda Robert Browning, Elizabeth’i ziyarete geldi ve onu görür görmez evlenme teklif etti. Elizabeth Barrett ise heyecanlı genç adamı karşısına oturttu ve neden evlenmesinin mümkün olmadığını bir bir anlattı. Bir kere babasına mirası bölüp servetin başka bir soyadına geçmemesi için evlenmeme sözü vermişti. Kendine ait çok büyük bir serveti de yoktu. Ayrıca rahatsızdı. Sürekli bitmez tükenmez ağrıları, yürüme güçlüğü vardı. Üstelik neredeyse 40 yaşına gelmişti, muhtemelen çocuk doğuramazdı. Hatta bir eş olmanın gereklerini bile yapamazdı. Oysa Robert ondan 6 yaş gençti… vs. vs...

Bütün bunlar Robert Browning’i ikna etmedi ve sonunda Elizabeth ailesine açıldı. Babası öfke ile kızını evlatlıktan reddedeceğini söyleyince de Elizabeth hasta yatağından kalktı, iki aşık birlikte İtalya’ya gittiler ve orada küçük bir kilisede iki şahit huzurunda evlendiler. Genç çift çok büyük bir serveti kaybettiler ama 15 yıl dillere destan bir aşkı yaşadılar. İki ozan olarak muhteşem eserler verdiler. Onları İtalya’da ziyaret eden bir arkadaşları anılarına şunları yazmıştı; “Onlarınkinden daha mutlu bir yuva ve daha mükemmel bir evlilik hayal etmek kolay değil. Bu birliktelik yalnızca her birinin sahip olduğu ender niteliklerden değil, aynı zamanda birbirlerine mükemmel uyum sağlamalarından kaynaklanıyor.”

Yazdıklarını ilk birbirlerine okudular, sevgi ve özenle birbirlerini düzelttiler, beslediler. Bir keresinde Elizabeth’in eşine yazdığı bir mısra ile ne demek istediğini dostlarının yanında sorduğu söylenir. Robert yazdıklarına bakmış ve şu yanıtı vermiş: “Başlangıçta ne demek istediğimi yalnız ben ve Tanrı biliyordu. Şimdi galiba yalnız Tanrı biliyor.” Ve birlikte kahkahalarla gülmüşler. 

Elizabeth birkaç düşük yaptı ve sonra tek oğullarını doğurdu. Pen Browning olarak çağırılacak olan çocuğun mükemmel bir eğitim gördüğünü ve sonrasında tanınmış bir ressam olduğunu belirtmeliyim.

Şimdi size Elizabeth Browning’in evliliklerinin beşinci yılında eşine yazmış olduğu bir şiiri tercüme etmeye çalışayım;
Seni nasıl mı seviyorum?
İzin ver sevgimin yollarını sayayım;
Seni evrenin derinliği, genişliği, yüksekliği kadar seviyorum.
Yanımda olmadığın anda bile ruhum sana ulaşır.
Var olmanın ve ebedi güzelliğin son noktasına kadar
seni her geçen günün her anında seviyorum.
Güneşin altında veya solgun bir mumun ışığında,
insanın doğru için çabaladığı tutkuyla, özgürce seviyorum seni.
Yapay övgülerden ırak, ben seni safça olduğun gibi seviyorum.
Seni yaşama duyduğum arzuyla seviyorum,
eskimiş kederlerimde ve çocukluğumun saflığıyla,
seni kendimi unuturcasına seviyorum.
Kendini kaybetmiş aşkımla, nefesinle seviyorum seni,
tüm gülümsemelerimle, gözyaşlarımla;
ve bil ki eğer Tanrı bir gün beni yanına istediğinde,
öldükten sonra bile
seni daha çok seveceğim.

Elizabeth Browning 55 yaşında, uzun bir hastalıktan sonra ondan hiçbir zaman sevgisini esirgememiş olan kocasının kollarında can verdi. Ölmeden önce eşine söylediği tek bir söz vardı; “Beautiful !” (Çok güzel). Robert Browning, o son anları şöyle yazmış: “Gülümseyerek, mutlu, küçük bir kız gibi... öldü.”

Yaşamı da aşkı da eşsiz ve zarif yapmak için gereken nedir acaba? Birbirlerini görmeden birbirlerini sevmiş olan Browning’lerin ölümsüz aşkı bazı ipuçlarını vermiyor mu?